Dişilik mi, kişilik mi? - İdeali ikisinin de bir arada olması tabii. Önemli olan dişiliğinle oturduğun masadan bile kişiliğinle kalkmasını becerebilmek. Ünlü bir düşünürün dediği gibi; “Erkekler gözüyle, kadınlar kulağıyla sever”... Ama bu, seksapeli olan bir kadının kişiliğe ihtiyaç duymayacağı anlamına gelmez. Günün sonunda farkı yaratan ve bizi vazgeçilmez kılan özelliğimiz kişiliğimiz.
Kimin için dişilik, kimin için kişilik?- Kadınlar, kadınlar için giyinir; erkekler içinse soyunurlar!
Siz erkeklerin korkulu rüyası, yeni Duygu Asena mısınız?- Herhangi bir cinsin üstünlüğüne inanmıyorum. Yani kadınların tarafında olmama rağmen yaşadığımız birçok sorundan hemcinslerimizi sorumlu tutuyorum. Kendi değerini bilmeyen, erkeklerin bir telefonuyla gece yarısı ona koşan, hayatta tek başına ayakta kalabilmek için kendine yatırım yapmak yerine enerjisini koca bulmaya veren kadınlar; diğerlerinin de toplumda zayıf ve asalak olarak algılanmasına yol açıyor.
Kitabınızda ‘gri tilkiler’, ‘karabataklar’dan bahsediyorsunuz.
Kim bunlar?- Kitapta uzak durulması gereken erkekler kısmına canımızı yakan prototipleri koydum. Mesela gri tilkiler; genç kızların peşinde koşan, orta yaş bunalımında, konumunu, parasını kullanıp gece hayatında boy gösterenler. Karabataklarsa; canları istediğinde ortaya çıkan, keyfine göre kadınları arayan, işine gelmediğinde de hiçbir açıklama yapmadan ortadan kaybolanlar.
Bu kitap erkekleri mi hedef alıyor?- Aslında sadece erkekleri değil hemcinslerimi de eleştiriyorum. Çünkü kadının kadına yaptığını kimse yapmaz. En acımasız eleştiriler, kıskançlıklar hep onlardan gelir. Mesela; poponuz büyür sevinirler, zengin koca bulursunuz üzülürler.
Sizden ideal erkeğin tarifini alsak... Kitap yazdığınıza göre erkekleri en iyi siz biliyorsunuz...- Bence ideal erkek kusursuz olan değil, geçinmeye gönlü, niyeti olandır; kalbi iyi olandır. Mutlaka o da bir gün aldatmayı aklından geçirecektir ama sağlam bir yüreği varsa ne yapacağını bilir.
Diyelim ki Türkiye’de ideal erkeği, ideal kadını bulamadık... Nerelere gidelim, hangi ülkeleri gezelim?
‘Tüketiyorum öyleyse varım’ düsturundan yola çıkalım. Neden doymuyoruz?
- Psikoanalitik yoruma göre aşırı alışveriş yapan kişinin amacı kişisel değerini artırıp ölümsüzlüğe gitmek. Bilinçaltında ‘aldıkça değerlenirim ve değerliler ölmez’ argümanı işler.
Alışverişin intikam duygusuyla ilgisi var mı?
- Kadınlarda yalnızlıktan kaçma ve kendini özel hissetme amacıyla alışveriş yapıldığı çalışmalarda gösterilmiş. Kocasına kızan, kendini yalnız hisseden pasif-agresif bir kadın, intikam duygusunu onun parasını harcayarak dizginliyor olabilir.
Tüm bu alışveriş çılgınlığının altında karşı tarafı tavlamak yatıyor olabilir mi?
- İnsanın onaylanma ihtiyacı çok yüksek. Bunu manevi dünyasında yakalayamayan kişi, maddi doyumların peşine düşüyor.
İLK GÖRÜŞTE AŞK HAYVANİ BİR DUYGUDUR
Erkekler için kibar olmak mı maço olmak mı avantaj?
Konuklarımın biri siyasetçi, biri sanatçı ancak bugün sadece Maraşlılar. Hepimizin aklına baklava denilince Gaziantep, pul biber denilince de Şanlıurfa gelir. Ancak Maraşlı hemşeriler; memleketlerinin de baklava ve pul biber konusunda en az dondurma kadar iddialı olduğunu söylüyor. “Peki iddialısınız da biz niye bilmiyoruz” diye sorduğumda; Maraş’ta ürünlerinin Gaziantep ve Şanlıurfa’da pazar bulduğunu, bunun da Maraş’ın içine kapanık bir kent olmasından kaynaklandığını söylüyorlar. Mehmet Sağlam; durumun aslında çok ciddi olduğunu, bunu 30 yıl önce Maraş valisinin fark ettiğini ve bu nedenle kentin giriş ve çıkışına ‘Maraş’ın baklavası’, ‘Maraş’ın biberi’, ‘Maraş’ın tarhanası’ yazdırmak zorunda kaldığını söylüyor.
Maraş’ın Göksun Köyün’de doğan Mehmet Sağlam için Maraş; elektrik ve asfaltı ilk gördüğü yer. Kıraç içinse bir düşler ülkesi... Hayatına yön veren Maraş’ın masalımsı rüzgarı ‘Garbiyeli’yi bir tek Avustralya’da yakalayabilmiş. Kıraç eğitimci bir ailede büyümüş. Çocukluğunda bakırcı çıraklığı yapmış. Kızı Iraz Elif ise adını memleket topraklarından almış. Sohbet esnasında “Maraş ya da hayatınızla ilgili keşke olmasaydı dediğiniz neler var” diye soruyorum. İki konuğum da 1978 Maraş olaylarını üzülerek anıyor.
O yıllarda üniversitede olan Mehmet Bey; Maraş’taki abisini arayarak neler olduğunu soruyor. Abisi üzerlerine mermilerin yağdığını, evden çıkamadıklarını, Maraş’ta o anda devlet olmadığını söylüyor. O yıllarda henüz 6 yaşındaki Kıraç ise sokakta kardeşleriyle gülle oynarken birden helikopter sesine benzer sesler duyduğunu anlatıyor. O sesleri oyunun bir parçası gibi görüyor. Büyük bir korku ve telaş içinde gelen annesi çocuklarını toparlayıp, eve götürüyor. Yol boyunca Kıraç ellerinde sopalar, baltalar olan bütünüyle yabancı insanlar görüyor. Kan revan içinde insanlarla karşılaşıyor. Gördüğü manzara karşısında dehşete düşen Kıraç yıllar sonra da bu tatsız olayları aile büyüklerinden endişe içinde dinliyor. İki hemşeri de o insanların Maraşlı olmadıklarına inanıyorlar.
Her kapıdan bir aşığın çıktığı kent konuşulurken sohbetimizin neyle bittiğini tahmin edebilirsiniz: Kıraç’ın güzel sesinden Aşık Mahsuni...
YAPMADAN DÖNMEYIN
* Eshab-ı Kehf, Döngel Mağarası ve Kahramanmaraş Kalesi’ni görmeden
* Osmanlı döneminden kalan büyük Kapalı Çarşı, Mazmanlar Çarşısı, Demirciler Çarşısı ve Bakırcılar Çarşısı’nda gezmeden
Hemşerilerden bir tanesi astrolog olunca önce hepimiz burçlarımızı söyleyip, büyük bir merakla gelecekte bizi nelerin beklediğini soruyoruz. Kastamonular umut insanı olduğu için Nuray Hanım da hepimize oldukça umut verici ve güzel şeyler söylüyor: “Kastamonu’nun manevi enerjisi çok yüksek. Adeta bir umut kenti olan memleketim; umudun özü...”
Ve derken başlıyoruz sohbete... Milletvekili Hakkı Köylü’ye “1950’li yıllarda Devrekani’de bir çocuk nelerle mutlu olur, nelerle büyürdü” diye soruyorum. Hakkı Bey büyük bir doğallıkla yaşadıklarını anlatıyor, köyde yetişen her çocuk gibi doğanın kucağında büyüdüğünden, derelerde, çaylarda yüzdüğünden bahsediyor. Ayrıca sohbetimizi tatlandırmak için memleketinden getirdiği dünyaca ünlü, ödüllü Taşköprü sarımsağından, Üryani eriğinden, Tosya pirincinden, çekme helvadan ve çilek reçelinden büyük bir övgü ve gururla söz ediyor. Derken Cihan Ünal söze giriyor ve Kastamonu’nun ihmal edilip üvey evlat muamelesi gördüğünü söylüyor. Tıpkı Hakkı Köylü gibi o da yüzmeyi derelerde, çaylarda öğrendiğin anlatıyor. Doğduğu ev de halen Taşköprü’de duruyormuş ve Ünal hatıralarla dolu bu evi restore ettirmeyi düşünüyormuş. Ancak Kültür Bakanlığı’ndan biraz dertli... Bir de anısı aklına geliyor: Türkan Şoray’la magazin basınını atlatmak için Taşköprü’de değil Araç’ta evlenmişler. Başarılı da olmuşlar. Ama kızları Kastamonu’yu daha önce hiç görmemiş. “Kendileri gidip, görsünler” diyor.
Türk Halk Müziği Sanatçısı Sıtkı Akın da bizlere, sözleri komikten öte, hiciv dolu Kastamonu’nun ‘Tiridine Bandım’ türküsünün hikâyesini anlatıyor: Meğer türkü 400 yıllık geçmişe sahip simit tiridine dayanıyormuş. Bayat simitlerin israf edilmemesi için yapılmaya başlayan yemek türküye de adını vermiş.
Deyişler, şiirler ve türkülerle devam eden bu güzel sohbeti bugün saat 16:00’da CNN Türk’te ‘Aynur Tartan’la Burada Hayat Var’ programında izleyebilirsiniz.
PASTIRMASI KAYSERİ’YE RAKİP
Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü, Kayseri milletvekillerinin, Kastamonu pastırmasını yiyince “Asıl pastırma budur” dediklerini anlatıp tartışma yaratacak bir iddiada bulundu: “Türkiye’de bizim pastırmamızın üstüne pastırma yoktur!” Pastırma dışında oğmaç çorbası, etli ve pastırmalı ekmek, banduma, mıklama, paça, ekşili pilav, ala pilav, simit tiridi, biryan kebabı, cırık tatlısı, üryani eriği hoşafı ve çekme helvası Kastamonu’nun ünlü lezzetler arasında yer alıyor.
YAPMADAN DÖNMEYİN
* Arkeoloji ve Etnografya Müzesi ile Kale’yi gezmeden