Aynur Tartan

Nikâhsız annelere mahalle baskısı yapmayın

20 Aralık 2014
Ömer Tuğrul İnançer yaptı yine yapacağını.

Geçen yıl hamile kadınlar için sarf ettiği sözlere bu yıl nikâhsız anneleri ekledi. Haydar Haydar türküsünün sonu ne der bilirsiniz: “Kime ne!”

Hoşgörü, hoş görmek, hoşnut olmak... Tasavvuf büyükleri “Hoşgörünün sonucu hiçliktir... Hiçlik her şey olmak demektir” diyor. Ama hiçlik deyince korkuyoruz. Onun her şey demek olduğunu anlamadan, hep konuşuyoruz. Kalp kırıyoruz, can yakıyoruz. Tasavvuf düşünürü Ömer Tuğrul İnançer bu yılın son ayında yine patlattı bombasını. Hatırlarsanız geçen yıl hamile ve çalışan kadınlara takmıştı kafayı. ‘Gönül adamı’na göre hamile kadınların sokakta gezmesi estetik değil, terbiyesizlikti. Çalışan kadınlar da kariyer aşkına yuvalarını dağıtıyordu. Kadınlar ne yaptı? Döküldüler sokağa. ‘Hamile ve Sokakta... Gezine Gezine Doğuracağız... Diren Hamile...’ Tam olan biteni unutuyorduk ki ‘gönül adamı’ bu defa da evlenmeden çocuk yapan kadınları hedef aldı. Dil yine nefret dolu... “Hem evlenmem hem hamile kalırım diyenler var. Hürriyetmiş! Or....luğun adının hürriyet olduğu dünyaya tükürürüm” diyor.



Yazının Devamını Oku

Al evimi ver evini

13 Aralık 2014
Ömrümüz çıkamadığımız seyahat planlarıyla geçiyor:

Dünya turu, Paris kaçamağı, İtalyan lezzetleri, dünya kazan biz kepçe halleri... Bunları otellere servet ödemeden, turist kafasından çıkarak yapmak mümkün mü? Ev değişim sistemiyle, evet


Diyorum ki yeni yıla Paris’te girelim... Bu kış Avrupa’da kayak yapalım... Uludağ kesmez, Alpler’e çıkalım... Emekli olunca Roma’da aşk tazeleyelim... Çocuklar yurtdışında okuyor, küçük bir baskın yapalım... Ama çocukların evi nohut oda bakla sofa. E otellere de servet harcamayalım... En iyisi ev değişim sistemleriyle otel parasını cebe atalım, biz mis gibi evlerde kalalım. Homelink, bu sistemlerden biri. 90’dan fazla ülkeye Homelink’le seyahat etmek mümkün.
Peki sistem nasıl çalışıyor? İsterseniz ‘potansiyel üye’ olabiliyorsunuz ancak iletişime geçemiyorsunuz. Ev değiştirmek için ya üç aylık geçici üyelik alıyorsunuz ya da yıllık 100 Euro ödeyerek sisteme dahil oluyorsunuz. Ve başlıyorsunuz dünya turuna. Üye olduktan sonra evinizin, yazlığınızın, aracınızın, teknenizin, neyi değiş tokuş yapmak istiyorsanız onun fotoğraflarını çekiyorsunuz, tüm detaylarıyla dürüstçe anlatıyorsunuz. Gitmek istediğiniz ülkenin, şehrin bilgilerini siteyle paylaşıyorsunuz. Gelen teklifleri değerlendirmeye başlıyorsunuz.
Teklifler geldi... Ancak gözünüz gibi baktığınız eşyalarınız, yatağınız, yorganınız, dededen miras takımlarınız ya zarar görürse? Onu da kafanıza takmıyorsunuz. Arzu ederseniz çok değerli eşyalarınızı bir odaya kapatıyorsunuz. Zaten partnerinizle aranızda küçük bir sözleşme yapıyorsunuz. Daha büyük endişeleriniz de varsa evi sigortalatıyorsunuz.
Şu anda bu sisteme 90’ı aşkın ülkeden 20 binin üzerinde üye kayıtlı. Farklı ülkeden insanlarla aynı anda evleri değiş tokuş ediyorsunuz. Siz onların evinde misafir oluyorsunuz onlar da sizin evinizde. Ev kirası yok, telefon, elektrik, su faturası yok... Üstelik ne kadar kalacağınıza birlikte karar veriyorsunuz. Ama ikinci bir eviniz, yazlığınız, devre mülkünüz varsa ‘eşzamanlı olmayan’ ev değişimi de yapabilirsiniz. Bir tek ev mi? Dilediğiniz her şeyi değiştirebilirsiniz. Arabayı, yatı kim bilir belki de hayatı... Seçim size kalmış.

Şatodan şaleye

Yazının Devamını Oku

Size Michelin getirmişem

6 Aralık 2014
Alaçatı’dan İzmir’e taşınan ‘Mancar’ın mönüsü, ödüllere doymayan şef Daniel Lopez Inza’ya emanet.

Gurmelerin mabedi San Sebastian’daki efsane restoran Kokotxa’nın da kurucusu olan Inza, “Türk mutfağı zaten müthiş, ben kuş kondurmadım” dese de tabaklar öyle demiyor!

Mutfak yolculuğunuz nasıl başladı?
-En prestijli mutfak okulları arasında bulunan ‘Luis Irízar’dan birinci sınıf onur derecesiyle mezun oldum. Bir süre İspanya ve Bask Bölgesi’ndeki en iyi restoranlarda çalıştım, deneyim kazandım. 2002 yılında San Sebastian’da kendi restoranımı ‘Kokotxa’yı açmaya karar verdim ve beş yıl sonra ‘Michelin Yıldızı’ kazandım.
Bana ihtiyacınız yok!
Daniel Lopez’in mutfağında neler var?
-Yenilik, kalite, samimiyet, sevgi ve özveri...

Yazının Devamını Oku

Bir insanı sofrada nasıl tanırsınız?

29 Kasım 2014
Bir insanı gerçekten tanımak için ona mutfakta ve sofrada bakın.

Çünkü mutfak insanın gerçek aynası. Nasıl yediğini, nelerden hoşlandığını gördüğünüzde o kişinin aslında kim olduğunu da anlayacaksınız.

Herkesin bir mutfak hikâyesi vardır. “Yemek yapmasını bilmem” diyen, bununla övünen insanları anlamam mesela. Çünkü bilirim ki her insanın içinde gizli bir aşçı bulunur. Yeni bir sevgiliniz var ama huyunu suyunu çözemediniz mi? İşe yeni bir eleman almak istiyorsunuz ama karar vermiyor musunuz? Hiç vakit kaybetmeyin, hemen yemeğe davet edin. Yazdığım üç yemek kitabının sonunda artık insanları yemek yeme şekillerinden de yemek zevklerinden de tanıyabiliyorum.
Mesela acele acele yiyenler son dakikacıdır. Siz onlara günler, aylar verseniz de işi yine son güne sıkıştıracaklardır. Küçük lokmalar alarak aheste aheste yiyenler, aceleden, telaştan hoşlanmaz, ağırkanlıdır. Yavaş yemek yer, yavaş konuşur, yavaş sevişirler. Sevinçleri de üzüntüleri de ağdalıdır; incir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri problem ederler. Yemeğin en sevdikleri kısmını sona saklayanlar, biraz mücadeleci biraz da çocuk ruhludur. Savaşmaktan korkmazlar hatta bu durumdan keyif bile alırlar. En iyi yol arkadaşı onlardan çıkar.
Tabağını kendine göre düzenleyenler, etleri bir yana sebzeleri öte yana yığanlar, derli toplu, düzenli insanlardır. Spontane yaşamak nedir bilmezler, öyle yaşayanı da sevmezler. Yılbaşında ne yapacakları, yaz planları daha şimdiden bellidir. Erken rezervasyon fırsatlarını hep onlar yakalar, en ucuz biletleri onlar alır. Planlarında bir değişiklik olursa dünyaları başlarına yıkılır. Döke saça yiyenler, tahmin edebileceğiniz gibi özensizdir. Onlar için önemli olan karın doyurmaktır. Yemeğin tadına, sunumuna, porsiyonuna çok takılmazlar. Hayatı da ilişkilerini de tıpkı tabakları gibi döke saça yaşarlar. En son söylenecek sözü hep en başta söylerler, patavatsızlardır.
Yemek zevklerine gelince... Ege ve Akdeniz mutfağını sevenler, otlardan, zeytinyağlılardan vazgeçemeyenler, bedenlerine, ruhlarına, hayatlarına, ilişkilerine özen gösterir. Hafif ve aktiflerdir. Hayatı da insanları da doya doya yaşarlar. Et ağırlıklı beslenenler, sözü dinlensin isterler, yani bir parça ‘ağır abilerdir’. Çok ‘salon adamı’ olmasalar da sevdiler mi tam severler, çiğköftenin acısına, yemeğin salçalısına, kadının kalçalısına bayılırlar. Hamur işi sevenler, değerlerine bağlı, gelenekseldir. Öyle yeni bir fikre, yeni bir teknolojiye kolay kolay alışamazlar ama hiçbir şeyden eksik de kalmazlar. Tatlıcılar, eğlenceli ve meraklıdır. Kalpleri hüzünle dolsa da yüzleri hep güler. En iyi kötü gün arkadaşı onlardan çıkar, siz iki göz iki çeşme ağlarken, o mutfakta kek çırpar. Dünya mutfağına gönül verenlerse, yenilikçi ve araştırmacıdır. Nerede ne var? Kim kiminle ne yapmış? Hepsini onlar bilir.
Artık karar zamanı! Acele acele yiyen mi, tabağını kendine göre düzenleyen mi, hamur işi seven mi yoksa etten vazgeçemeyen mi? Küçük bir ipucu vereyim mi? Bence mutfağında ve sofrasında lezzet olan, mutluluk olan, huzur olan...

Yazının Devamını Oku

Savaşanlar kahraman, sevişenler suçlu

22 Kasım 2014
Adalet Bakanı Bozdağ LGBT mahkûmlar için özel bir cezaevi yapılacağını açıkladı. Ben de kulağa hoş gelen ‘pembe cezaevi’ni anlamak için İzmir Siyah Pembe Üçgen Derneği’nden Demet Yanardağ ile buluştum

Derneğe giderken herkes gibi benim de önyargılarım, soru işaretlerim vardı. İnsan ne yaparsa yapsın bazen duvarlarından kurtulamıyor. Dernek kapısında süt beyaz tenli, yosun yeşili gözlü bir kadın, Demet karşıladı beni. Bir gram makyaj yok yüzünde. Abartısız, sade. “Makyaj yapmaz mısın” diye soruyorum, sokakta dikkat çekmemek için yapmadığını öğreniyorum. Demet, doğma büyüme İzmirli, baba tarafı Gürcistan göçmeni. Hep destek tam destek bir ailesi ve iki ablası var. Balıkesir Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği mezunu. Okul hayatı zorluklarla geçmiş. Balıkesirli ev hanımları ona evlerinin ve kalplerinin kapılarını açmış. “Onlardan biri değildim. Toplumda erkek üstün, erkeklik gururu önemlidir. Ama biz o gururu ayaklar altına alıyoruz. Erkeğin etek giymesi komiktir” diyor. Ve trans kadınların sistemin erk yapısını sarstığını, belki de bu yüzden devletin onlara ceza kesmek, özel cezaevi adı altında onları içeri tıkmak istediğini söylüyor.
“Ama iyi ya işte size özel cezaevleri yapılıyor. Neden isyan ediyorsunuz” diye soruyorum. “Büyük nefret var, trans kadınlar olarak hedef altındayız. İşte bu yüzden böyle bir cezaevi gündemde. Suç atıp, bizi içeri tıkabilirler” diyor.
Demet’ten sadece İzmir’de değil Marmara ve İç Anadolu’da da eşcinsellere ve translara özel cezaevi açılacağını öğreniyorum. Her cezaevi 350 kişilik olacakmış. Türkiye’de 64, Ege’deyse sadece iki trans hükümlü varmış. “Sayı bu kadar azken neden 350 kişilik üç cezaevi” diye soruyor. Zaten onlar için Aliğa Şakran Cezaevi’ndeki gibi özel koğuşlar varmış. ‘Hiç mi iyi tarafı yok’ diye soruyorum. “Belki insan hakları ve diğer mahkûmlar tarafından tacize uğramamak açısından...” diyor. Ama söylediklerine o da inanmıyor. Çünkü taciz meselesi mahkûmlarla bitmiyormuş ki, işin bir de gardiyan boyutu varmış. “Madem bize özel bir cezaevi yapılıyor o zaman trans gardiyan da getirin!” diyor.
Devleti, toplumu ve adalet sistemini eleştiriyor. “Savaşanlar kahraman ilan edilirken neden hep hiç kimseye zarar vermeden sevişenler suçlu? Kahraman olmak için şehit mi düşmek lazım” diye soruyor. Demet’le sohbetin sonuna geldiğimizde önyargılarımdan kurtulmuş ve hafiflemiş hissediyorum. En güzeli de yeni bir dost ediniyorum...

Yazının Devamını Oku

Gittim, gördüm, aldım

15 Kasım 2014
Foça Yeryüzü Pazarı, Uluslararası Slow Food Örgütü’nün İtalya’da düzenlediği yarışmada birinci oldu.

Foça’nın sakinliği, dinginliği ve bu başarısı beni on ikiden vurdu. Her şey taze, her şey organik... Foçalılar hayallerimi gerçekleştirmiş. Üstelik de makul fiyatlara




Son yıllarda hepimiz hayatı yavaşlatmak istiyoruz... Metropol hayatından, kaostan, stresten, telaştan yorgunuz. ‘Slow Food’ hareketi de hızlı yaşam temposuna karşı bir duruş geliştirmek, yok olmaya yüz tutmuş yeme-içme alışkanlıklarını korumak amacıyla ortaya çıkmış, 1989’da da kâr amacı gütmeyen, üyelerin desteğiyle işleyen bir örgüt kurulmuş. Slow Food; yediğimiz yemeğe, ürünlerin nereden geldiğine ve yemek tercihlerimizin dünyayı nasıl etkilediğine olan ilginin azalmasına karşı duruyor. Felsefesini dünyanın dört bir yanına ‘yerel birlikler’ aracılığıyla yayıyor. Gazeteci-yazar ve gurme Nedim Atilla, Türkiye’deki Slow Food hareketinin kurucularından. 2011 yılında kurulan Slow Food Foça Zeytindalı Birliği’nin lideriyse Gül Girişmen. Her yerel birlik kendi ilgi alanına ve hedeflerine göre etkinlikler düzenliyor. Yemek zevkinin paylaşılacağı organizasyonlar, tadımlar, çocuk ve yetişkinler için kurslar, organik çiftliklerin, yerel üreticilerin ziyareti, konferanslar, paneller, film festivalleri ve tabii ki yerel destekli tarımsal faaliyetlerin, yeryüzü pazarlarının teşviki...
İki yıl önce ülkemizin ilk yeryüzü pazarı da Foça Zeytindalı Birliği’nin çabalarıyla kurulup tescillenmiş. Ve bu pazar geçen ay Uluslararası Slow Food Örgütü’nün İtalya’da düzenlediği ‘Salone del Gusto’ çerçevesinde gerçekleştirilen Yeryüzü Pazarları Yarışması’nda 39 rakibinin arasından sıyrılıp birinci oldu.

Yazının Devamını Oku

Filizler büyüyor

1 Kasım 2014
Karşıyaka’da her apartmanın bir öğrencisi olacak ve o öğrencilere 10 ay boyunca burs verilecek.

Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar ve ‘Karşıyaka’nın Filizleri’yle buluştum. Projeye de genç başkana da hayran oldum

‘Karşıyaka’nın Filizleri’ projesi nasıl hayata geçti?
- Bir gün çarşıda yürüyorum bir kızımız çıktı karşıma. “Başkanım sizi ziyaret etmek istiyorum” dedi. “Gel burada konuşalım” dedim. Etraf çok kalabalık olduğu için çekindi ve yalnız konuşmak istediğini söyledi. Balıkesir Üniversitesi’ni kazanmış. Ancak anne yatalak, baba inşaat işçisi, durumları kötü... Burs ve yurt imkânı istedi. Ama belediyelerin de elinden bir şey gelmiyor. Umutsuzca “Ticaret Odası’na, Sanayi Odası’na yönlendireyim, referans olayım...” dedim. Belediyeye döndüğümde hüngür hüngür ağladım. Bir şeyler yapmak istedim ama nasıl? Kendi kişisel bütçemle bir tek kişinin sorununu çözebilirim. Ancak binlerce çocuk var. Belediye olanakları desek yasal olarak böyle bir şey mümkün değil. Ve ortaya bu proje çıktı. Şimdi o kızımız da burs alıyor.

Katılım nasıl? - Proje çok yeni, çok taze olmasına rağmen katılım yüksek. İlk etapta gelir düzeyi yüksek bölgelerle; Mavişehir, Yalı ve Atakent’le başladık. 100, 156 apartman derken 172 olduk. 513 tane de öğrencimiz var. Karşıyakalılar çok heyecanlı. 27 mahalle muhtarımız, taksi durakları, kadın dayanışma merkezleri bir araya geldi. Onlar da burs vermek istiyorlar. Türk halkının, Karşıyakalının gerçek dayanışma duygusu ortaya çıktı.

Öğrencileri nasıl seçiyorsunuz? Başvuru şartlarınız neler? - Üniversiteyi yeni bitirmiş gençlerimizden bir burs birimi kurduk. Burs başvurularıyla, sekreteryayla, olabilecek sorunlarla onlar ilgileniyorlar. En önemlisi orta ya da daha alt gelir düzeyine sahip ailelerin çocukları olması. Başarılı olup, olmadıklarına daha sonra bakıyoruz. Eğer başarılı değillerse eksik hissettikleri konularda yıl boyunca onlara destek olacağız.

Yazının Devamını Oku

Balık sizi kesmez, fil gibi olun

11 Ekim 2014
“Adı dilimin ucunda... Şimdi aklıma gelir...” Ama gelmiyor. Modern çağın hastalığı bu işte; çok fena ‘unutuyoruz’. Yine de balık gibi unutmak yerine, fil gibi hatırlamak mümkün.

Eskiden unutkanlık gösterene “Yaşlandı, bunadı” derlerdi. Oysa bugün yediden yetmişe hepimiz balık hafızalıyız. İnsanların isimlerini, dün akşam ne yediğimizi, telefonun şifresini, yıldönümlerini, doğum günlerini, ne var ne yoksa unutuyoruz. Ama konu olumsuz bir şeyse hafıza, birden balıktan file dönüşüyor. Ayrılık, ihanet, kavga, nefret... Ne zihinden ne de kalpten göç ediyor.
Yeni tanıştığımız kişinin ismi, sesi, yüzü ve onunla ilgili daha pek çok detay beynimize işleniyor. Kişi hayatımızda kaldıkça hafızamıza, zihnimize, kalbimize kök salıyor. Ama hayatımızda çok da yeri yoksa ‘hemen unutulacaklar listesi’ne yazılıyor. Çünkü beyin kendine göre bir önem listesi yapıyor. Ve o sıraya göre başlıyor silmeye. Evet, bazen unutmak kötü ama hiç unutmadığınızı düşünsenize. Hayatına şöyle bir dokunup geçtiğiniz herkesi hafızanıza kazıdığınızı, önemli önemsiz her bilgiyi çanta gibi yanınızda taşıdığınızı... Tuhaf olmaz mıydı? İşte bu yüzden sağlıklı her insanın unutması çok normal, çok gündelik...
Ama bir de her şeyi unutmak, hafızadan silip atmak var. Modern çağın bir nimeti! Tüm gün bilgisayarla flört etmek, akıllı telefonlarla iç içe olmak, her merak ettiğimizi Yandex’e sormak... Hayatımızı kolaylaştırıyor ama hafızamızı fena halde yavaşlatıyor. Obezite, metabolik sendrom, hayat tarzı, sigara ve alkol tüketimi, menopoz sonrası hormonal bozukluklar, kanser, B12 eksikliği ve bazı beyin tümörleri de unutkanlık nedeni. Ayrıca araştırmalar gösteriyor ki, hafızasını eğitmemiş kişiler öğrendiklerinin yüzde seksenini 24 saat içinde unutuyor. Unutmayı azaltmak ve hafızayı güçlendirmek için ne yapmalı? Bu soruların peşine düştüm; Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Uzmanı Ahmet Yıldız’ın ‘Güçlü Hafıza’ kitabını kaptım ve bakın neler buldum.


İsim ve yüzleri unutmak istemiyor musunuz?

Bugünden itibaren tanıştığınız kişilerin ismini hatırlamak için önemli bir çaba sarf etmeye karar verin. Çünkü insanlar arası iletişimin en önemli kuralı karşınızdaki kişiye ismiyle hitap etmek.
Tanıştığınız kişinin ismini doğru duymaya özen gösterin.

Yazının Devamını Oku