Toplum olarak, yada ne bileyim milletçe hepimiz ‘marazi’ şeyleri mi seviyoruz, yoksa bana mı öyle geliyor? Son dönemlerde bakıyorum da, televizyonda en çok seyredilen dizilerin hepsinde ‘marazi aşk hikayeleri’ var. Örnek mi istiyorsunuz, buyrun Aliye, Yağmur Zamanı, Haziran Gecesi...
Hepsi yayınlandıkları günün en çok seyredilen programları oluyorlar. Hepsi de marazi olaylar eşliğinde ‘marazi aşkları’ anlatıyorlar. Hatta o kadar ki, sadece anlatılan hikayelerin ‘başrolündeki aşklar’ değil, yan öykülerdeki aşklar da ‘marazi!’
Ben de üzerinize afiyet, ‘Aliye’ ve ‘Yağmur Zamanı’ dizilerinin fanatik bir izleyicisi olarak hiç kaçırmadan her iki diziyi de takip ediyorum. Hatta benim de bu dizilere olan tutkum o kadar ‘marazi’ bir hal aldı ki, özellikle Aliye başladığında cep telefonlarımı kapatıyorum, ev telefonunun fişini çekiyorum, telefonları kapatmayı unuttuysam eğer, telefonlar zır zır çalıyor ama ben yine de telefonları açmıyorum.
Her reklam arasına, sinemada verilmiş ‘beş dakika ara’ muamelesi yapıp, her türlü ihtiyacımı da bu arada görüyorum. Salı ve çarşamba günleri de asla ‘ev dışında’ herhangi bir program yapmıyorum. Benim bu dizilerle ilişkim de bildiğiniz ‘maraz’ bir durum yani!
Geçen haftaların birisinde Aliye dizisindeki her türlü aşk ilişkisi iyice ‘hastalanınca’, ‘Eyvah, bu diziyi de böyle batıracak bu senaristler’ dedim. Hani nereye kadar seyreder seyirci bu kadar ‘iç kıyan aşkları’ diye düşündüm! Ertesi sabah izlenme oranlarına bakınca ‘Bu da bana kapak olsun’ dedim içimden. Sonra izlenme oranlarını hafta hafta takip edince baktım ki, dizilerdeki aşklar ne kadar ‘hastalanırsa’, izlenme oranları da o kadar yükseliyor!
Hani şairin dediği gibi, ‘Mutlu aşk yoktur’ diyelim ama, bizim de toplum olarak bu kadar ‘maraza aşklara’ düşkünlüğümüzün sebebi ne ola ki? Belki de daha çocukluğumuzda evdeki anne-baba kavgalarından, ergenliğimizde bize ‘öğretilen’ ilişki kurma biçimlerinden, belki de bu ülkede doğup büyümekten dolayı hep ‘marazi aşkları’ seviyoruz. Ama sadece aşkta değil, bir çok şeyde düşkünüz ‘marazi’ şeylere.
* * *
Hastalandığımızda hemen ‘ölümü’ düşünürüz, işler biraz kötüye gitse ‘dünyanın sonu gelir’, her an herkese küsmek için her türlü sebebimiz cebimizde hazırdır. Hatta her şey beklemediğimiz kadar iyiye gittiğinde, tahtalara vurup, ‘Hayırdır inşallah’ bile deriz. Yarattığımız bütün ‘popüler kültür figürleri’ de marazlı bana sorarsanız!
Buyrun bendeniz, Bayhan, Semra Hanım, Günay Hanım ve Türkiye’deki her türlü yeteneğin tek bir merkezde toplandığı ‘üstün insan Sabri’, Haziran Gecesi’nden psikolog Duygu, anne Nebahat Çehre, Aliye’de Deniz’e aşık doktor kız. Hadi ‘maraz aşkları’ seviyoruz da ‘maraz insanlara’ ne oluyor?
Sadece ‘popüler kültür figürleri değil’, yarattığımız önemli ‘siyasal figürlerimiz’ de marazlı! Tek tek saymama gerek var mı? Bakın geçtiğimiz 15-20 yıllık siyaset arenasına, siz de bana hak vereceksiniz! Yazar çizer dünyasının ‘aydın figürleri’ de sağ olsunlar maraziler. Hele bazıları, konumları ve yaptıkları işler nedeniyle marazi figürlerle uğraşmaktan, onları incelemekten, onlar hakkında düşünmekten muzdarip, hepimizden daha maraziler!
Başımız da sonumuz da marazi anlayacağınız. ‘Balık baştan kokar’ dedikleri bu mu ola?