Bir semt: Edirnekapı ve üç ibadethane
Edirnekapı... İstanbul’da yüzyılların biriktirdiği kozmopolit dokuyu görmek için gitmeniz gereken yer tam olarak burası. Üç ayrı inancın eşsiz tarihi mirası bu semtte buluşuyor. Mimar Sinan dehasından miras Osmanlı’yı, ülkemizin nadir ahşap sinagoglarından İştipol’ü ve Bizans’ın yadigârı muhteşem Kariye burada.
İstanbul için en çok kullanılan tanım “yeditepe”dir. İstanbul’un üzerine kurulduğu 7 tepenin 6’ncısı olan Edirnekapı ise 77 metrelik yüksekliği ile şehri görebileceğiniz en yüksek nokta. Hem Bizans’ta hem de Osmanlı’da imparatorların gözdesi olmuş bir semt. Farklı milletlerden ve dinlerden gördüğü özenin bıraktığı izleri hâlâ taşıyor.
Bizans’ta, imparatorların sefere çıkarken ya da seferden dönerken kullandıkları tören kapısıymış. O dönemdeki adı Harisius. Şimdiki adını ise Osmanlı zamanında, Edirne’den gelenlerin İstanbul’a girdiği kapı olduğu için almış. İstanbul’un fethindeki çarpışmalarda, ilk gedik bu kapıda açılmış ve Fatih’in, atının üzerinde şehre ilk girdiği yer olmuş. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, padişahların Eyüp Camii’nde kılıç kuşandıktan sonra şehre girmek için kullandığı kapı da yine burasıymış.
DÂHİCE BİR SİNAN İMZASI: MİHRİMAH SULTAN CAMİİ
Osmanlı’nın fethin getirdiği manevi önem nedeniyle el üstünde tuttuğu Edirnekapı, İstanbul’un en önemli dini simgelerinden birine sahip. İstanbul siluetine bakarsanız, şehrin 7 tepesinden 6’sında çok kıymetli camiler görürsünüz. Bunlardan biri de 6’ncı tepe olan Edirnekapı’da yükselen Mihrimah Sultan Camii. 16. yüzyıldan günümüze ulaşan Mimar Sinan imzalı bu yapı, Üsküdar’da aynı adı taşıyan diğer camiyle karşılıklı yerleştirilmiş.
Mihrimah, ‘Güneş’ anlamındaki ‘Mihr’ ile ‘Ay’ anlamındaki ‘Mah’ kelimelerinden oluşuyor. Her yıl gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart’ta, Edirnekapı’daki caminin minaresi üzerinden batan güneş, Üsküdar’daki minarenin ardından doğan ay ile karşılaşıyor ve Sultan’ın adı İstanbul semalarına benzersiz biçimde yazılıyor. Dilden dile dolaşan malum hikâyeyi hatırlamak gerekirse; bu eşsiz mimari dehanın gizli bir aşkın ürünü olduğu ve Koca Sinan’ın Mihrimah’a beslediği aşkı bu ince hesaplamayla her zaman hatırlanır kılmak istediği anlatılır. 21 Mart’ın Mihrimah Sultan’ın doğum günü olduğu ve bunun hesabıyla Boğaz’ın iki yakasındaki camiler üzerinden güneş ve ay buluşmasının denk getirildiği de söylenir.
SÜRGÜN ACISINDAN BUGÜNE: İŞTİPOL SİNAGOGU
Mihrimah Sultan Camii’nin hayranlığını üzerinizden atamadan, en fazla 10 dakikalık bir yürüyüş sonrası karşınıza İstanbul’un en sıradışı yapılarından biri çıkar. Sultan Çeşme Caddesi’ndeki İştipol Sinagogu... Burası ne acıdır ki yıllardır yalnız bırakılmış bir tarih. İştipol, Türkiye’de kalan birkaç ahşap sinagogdan biri. Nadir bulunan bu mimari, uzun yıllardır ne Yahudi cemaatinin ne de tarih meraklısı ziyaretçilerin adresi olabiliyordu. Geçen günlerde umut verici bir adım ile 40 yıl sonra kapılarını tekrar ibadete açtı.
Aslında bu ibadethanenin harcında, sürgün acısı var. Katolik olmaya zorlanan İspanya Yahudileri, 1492 yılında çıkarılan ve ‘Kovma Fermanı’ olarak da anılan kararla, sürgün yollarına düşürülmüş. Dönemin Osmanlı Padişahı 2. Beyazıt ise kucaklayıcı bir karar alarak vatanlarından ayrılan Yahudilere Anadolu’nun kapılarını hoşgörüyle açmış. Yahudilerin yerleştiği yerler arasında Makedonya da var. Ancak yıllar içinde Makedonya’daki Yahudilerden İstanbul’a göçler yaşanmış. İşte bugün kentin tek ahşap sinagogu olarak ayakta kalan İştipol de 17’nci yüzyıl başlarında Makedonya’dan gelen İştip Yahudileri tarafından inşa edilmiş. Zaten adı da buradan geliyor. Yapılan ilk sinagog, büyük bir yangından nasibini almış ve kullanılamaz hale gelmiş. 1899’da yenilenerek tekrar kullanıma açılan şimdiki yapı, 1987’de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından
tescillendi.
BİZANS’IN MUHTEŞEM MİRASI: KARİYE
Bizans’tan günümüze ulaşan eşsiz miraslardan olan ve ibadethane değil müze kimliğiyle yaşayan Kariye, turistlerin Edirnekapı’ya geliş nedeni. Chora St. Savior Kilisesi olarak inşa edilen yapı, o yıllarda şehri çevreleyen surların dışındaymış. O nedenle Eski Yunancada ‘kırsal alan’ anlamına gelen ‘chora’ ismi verilmiş.
1204-1261 yılları arasındaki Haçlı istilalarında adeta harabeye dönmüş yapı 1315-1321 yılları arasında hem yenilenmiş hem de genişletilmiş. Ve o halinden günümüze çok fazla değişmeden ulaşmış ki bu da şehrimizin kültür mirası adına çok önemli bir kazanım.
Dışarıdan baktığınızda şehirde gördüğünüz diğer Bizans yapılarından pek farklı gelmeyen Kariye’nin esas etkisi içinde. Duvarlardaki mozaik ve freskler, Kariye’den katbekat büyük olan Ayasofya’dakilerden hem daha görkemli hem de sayıca daha fazla.
Kariye’nin kilise kimliğini bırakma tarihi ise 1511. Sultan 2. Beyazıt’ın sadrazamı Ali Atik Paşa tarafından mihrap ve minare eklenerek Kariye Camii’ne dönüştürülmüş. İçindeki mozaik ve fresklerin üzeri ise alçıyla kaplanmış. Yapıya 1947 yılında müze statüsü kazandırılmasıyla kaderi de değişmiş. Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından 1948’de başlatılan ve 10 yıl süren çalışmayla da mozaik ve freskler yeniden ortaya çıkarılmış.