KADIN Kuruluşları Platformu’nun önayak olmasıyla türbana karşı olanlar bugün Anıtkabir’e yürüyor. Çevremde bu yürüyüşlerin ne kadar etkili olacağı konusunda kuşku duyanların olduğunu görüyorum. Ayrıca suçlama da var:
"Yürüyüşe katılıp vicdan temizliyorsunuz, oysa bugüne kadar Türkiye’de laikliği korumak için hiç çaba göstermediniz, sırtınızı askere dayayıp yan gelip yattınız..."
Dışarıdan bir gözle bakmayı denersek, yürüyüşlerin etkisi olmadığını söylemek zor. Pek çok türban takan kadın, televizyonlarda gördükleri karşısında, "Biz bu insanlara ne yaptık ki bu kadar tepkililer?" sorusunu kendisine sormak gereğini duydu. Gerek türbanlılar, gerekse hükümet kanadında bir empati zorlaması yaratılmış oldu. Yürüyüşlere kadar, hep başı açık kadınların kendilerini türbanlıların yerine koyması isteniyordu. İlk kez tersi oldu.
Hükümet bildiğini okuyor olabilir, ancak söz konusu kadın yürüyüşleri sayesindedir ki sivil toplumun tepkisinin ne demek olduğunu gördü. Bu da sağlıklı bir gelişme. Ayrıca bir noktada içerik de önemini kaybediyor. Önemli olan, sivil toplumun hangi konuda olursa olsun ben buradayım mesajı verebilecek olgunluğa erişmesi.
* * *
Gelelim yürüyüşe katılıp vicdan temizlemeye, bugüne dek çaba göstermemiş olmaya. Bu eleştiride kuşkusuz hak payı var. Ancak örgütlü bir topluma dönüşmenin önüne konulan yasal engelleri de unutmamak gerek. Cumhuriyet’in siyasal kültürü bunu beslemedi. Oysa Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk, bu eksiği görmüş ve bugün 80’inci yılını kutlayan Türk Eğitim Derneği’nin kurulmasına önayak olmuştu. Arkası gelmedi. Laikliği savunan parti bu işte yaya kaldı. Şeriat kalkınca kadına tüm hakları verildi, sorun çözüldü düşüncesiyle kadınlar ihmal edildi. AKP’nin üyelerinin yarısının kadınlar olması bile CHP’nin erkek liderlerini aymaya yetmedi.
2002 seçimlerinde bir CHP bürosunda gördüğüm propaganda cümlesi ise içler acısıydı. "Vatandaş devletin hizmetindedir, devlet vatandaşın değil" yazıyordu seçim bürosuna gelenlere verilen kartlarda.
Devlet sivil toplumu engellerken, en fazla sivil toplumcu olması gereken laik cumhuriyet partisi kendi iç kavgalarından başını alamamışken, AKP Osmanlı’daki sosyal dayanışma modellerinin izinden yürüdü. Gelenekten güç alarak örgütlendi. Laik kesim ise kendi toplumsal örgütlenme modellerini üretecek destekten mahrum kaldı.
Beğenin beğenmeyin, neyse ki özel sektör vardı. Örneğin Vehbi Koç, Türkiye Cumhuriyeti’nin sivil toplum tarihine adı en başta yazılması gereken isimdir. Bugün dünya çapında bir başarı öyküsü olan Türk Eğitim Vakfı’nı, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı’nı o kurdu ve iş dünyasının liderlerine rol modeli oldu.
Ancak bugün artık Türkiye’de İslami sermaye denilen bir olgu da var. Laik kesim, sivil toplum örgütlenme modellerini oluştururken toplumun geleneksel yapısına bakarsa daha çabuk yol alabilir. Osmanlı döneminin sosyal dayanışma sisteminden de mutlaka ders alınmalı, burası Amerika değil.