Paylaş
Rize’ye gidiyoruz…Temel Kotil, 1959 yılında Rize’nin Gündoğdu ilçesinde taş bir evde dünyaya geliyor. Annesi ev hanımı. Babası, evlerini bizzat inşa eden dedesi gibi taş ustası… Kotil, “O yıllarda Karadenizliler ya fırıncılık ya demircilik yapardı çünkü başka bir şey yoktu. Çay sonradan gelmişti” diye başlıyor anlatmaya: “İki abladan sonra dünyaya gelmişim. Bir de ikiz kardeşim varmış ama onu kaybetmişiz. İki de küçük kardeşim var. Ailenin ilk erkek torunu olduğumdan biraz fiyakam yerindeydi! Rize’de hayat çok hareketli geçerdi; ağaca tırmanırdık, derede balık tutardık, yağmurda ıslanır, annemizden fırça yerdik. ‘Kaymak arabası’ dediğimiz, ahşap tekerlekli kendi aramızı yapardık… Bu arabalarla 70-80 kilometre hızla uçurumlardan aşağı kayardık! Rize’de çocuk olunca korkmamayı öğreniyorsunuz. Şimdi bakınca bayağı cesurmuşuz!”
Sene 1960'lar, ortaokul...
BALIK TUTARKEN SINIFTA KALDIM
1965 senesinde Baba Adem Ali Kotil Bey, Almanya’ya giden ilk işçi kafilesi içinde yer alıyor. Aile babaanneye emanet ediliyor. Kotil de doğadan kalan zamanını babaannesiyle geçiriyor. Kendi deyimiyle ‘çanta gibi’ peşinde dolaşıyor; beraber inekler için yaprak süpürüyorlar, bahçe yapıyorlar… Temel Bey, “Babaannemiz her şeyimizdi” diyor: “Bize ‘Verdiğin mis olur, yediğin pis olur’ der ve hep paylaşmayı öğütlerdi. O şartlarda, evin erkeği olmadan aileyi idare etmek kolay değildi. Başkasının işine karışmadan kendi işimize bakmamızı, çalışmamızı söylerdi.” Ancak çocuk Temel Kotil, en çok derede balık tutmayı sevdiğinden okulu ihmal ediyor. İki sene sınıfta kalıyor. Bunun pişmanlığı sonra hayatı boyunca onu çalışmaya en çok teşvik eden şey oluyor…
Lise...
AĞAÇ YOK, DERE YOK! BU NASIL YER?
Bu arada Frankfurt’ta beş sene taş işçiliği yapan babası İstanbul’a dönüyor. Memlekette ya fırıncılık ya demircilik yapan Rizeliler için İstanbul’da da iki seçenek oluyor; ya fırıncılık ya müteahhitlik… Adem Ali Kotil Bey de Almanya’da biriktirdiği parayla müteahhitliğe başlıyor. Bir yıl sonra ailesini de İstanbul’a taşıyor. Temel Kotil, İstanbul’a geldikleri günü hatırlıyor: “Rize’de rıhtım olmadığından önce kayıklara, oradan gemilere bindik. Üç gün sonra Karaköy’e geldik. İlk defa büyük şehir görüyorum; ağaç yok, dere yok! Cerrahpaşa’ya yerleştik.” Kotil, Rize’de kaybettiği iki yılın acısını çıkarmak için hiç durmadan ders çalışıyor. Ev ve okuldan sonraki durağı kütüphane. Teknik konulara meraklı; ansiklopediler, üniversite düzeyinde fizik, kimya kitapları… Kendi radyo ve mikroskoplarını yapıyor. Beyazıt’taki sahafları gezmeyi, kitap almayı seviyor. Gençlik yıllarını “Okudum, okudum, okudum. Kaptırdım kendimi gittim valla!” diye özetliyor.
BARIŞ HAREKÂTI DÖNÜM NOKTASI
Davutpaşa Lisesi’nden iyi bir puanla mezun oldu. Ne olmak istiyordu? Şöyle anlatıyor: “Lise birinci sınıftayken Kıbrıs Barış Harekâtı oldu. Akşamları Yunan uçakları gelmesin diye karartma yapardık. Alt komşumuzun oğlu da Kıbrıs Harekatı’nda şehit olmuştu. Türkiye’ye uygulanan ambargo o dönemin bütün gençleri gibi beni de çok etkiledi. Meşhur ‘M5 Dergisi’ ve TÜBİTAK yayınlarını alırdık. Mühendis olup kendi uçaklarımızı yapmalıydık!” Kotil, 1979’da İTÜ Uçak Mühendisliği Bölümü’ne kaydını yaptırdı.
İTÜ yılları
TUSAŞ’IN BURSUYLA AMERİKA YOLUNDA
İTÜ Uçak Mühendisliği’nden o dönem her sene 40 kişi mezun oluyordu. Ancak sonrasında çalışacakları alan sınırlıydı. Tam da bu dönemde Amerika’da doktora için burs sınavı açılmıştı… Sınavı geçti. Kazandığı bursu veren kurum bugün genel müdürlüğünü yaptığı Türk Havacılık ve Uzay Sanayii idi… Kotil, 1984’te Amerika’ya gitti. Bir uçak mühendisi olarak ilk defa uçağa biniyordu! Temel Bey, “Uçak pek bir heyecan yaratmadı çünkü büyük bir serüvene gidiyorduk” diyor: “Allah’ın izniyle doktoramı yapıp hoca olacaktım. Amerika’nın en gözde okullarından Michigan Üniversitesi’ne Allah kabul ettirdi ve öyle başladım. Kahraman İTÜ’den mezun olduğumuz için moralimiz yerindeydi! Doktoramı bitirip hemen Türkiye’ye döndüm. Amerika’yla işim kalmamıştı. Hem eşim ve iki çocuğum hem de İTÜ’de hocalık beni bekliyordu…”
Sene 1980'ler, ABD yılları
BELEDİYEYE ÖDÜNÇ HOCA
1994 senesinde karşısına yeni bir ‘serüven’ çıktı. İstanbul Belediyesi, İTÜ’den bir hocayı ‘Araştırma Planlama Koordinasyon Dairesi’ne ‘ödünç almak’ istiyordu ama kimse gönüllü olmuyordu… Kotil anlatıyor: “İş başa düştü! Üniversiteyle kıyaslandığında çok büyük ölçekliydi her şey; koordinasyon, strateji, belediyenin bütçesi… Yolların planlanması, yeni sinyalizasyon sistemleri gerekiyordu. Tayyip (Erdoğan) Bey ile tanıştık. Teknolojileri yeniledik. Bu arada ders vermeye devam ettim. Üç yıl sonunda da İTÜ’ye döndüm.”
Sene 1990'lar
‘DIŞARIDA TÜM KUŞLAR TUTULMUŞ’
Sevgili üniversitesinde geçen 10 yılın sonunda yine Amerika yolları göründü; 2000 senesinde misafir hocalık için University of Illinois’ye gitti. Oradan New York’a geçti; özel bir şirkette ‘Araştırma ve Mühendislik Bölümü Başkanlığı’nı yürüttü. 2003’ün mart ayında bir gün telefonu çaldı. Kotil devam ediyor: “Sayın Cumhurbaşkanı beni tanıyordu. THY Teknik Genel Müdür Yardımcılığı için çağırdı. Amerika’daki evimizi, her şeyimizi satıp ülkemize döndük. Sebep? Burası bizim ve gelişiyor, büyüyor... Bu büyümenin içinde olmak lazım. Amerika büyümesini tamamlamış bir ülke. Sabah akşam işe git, gel! Heyecan yok, her şey statik. Ağzınla kuş tutsan önemi olmaz çünkü tüm kuşları tutmuşlar. Bugün altın paralar koysalar yurtdışına gitmem valla!”
‘FRENİ KALDIRIP GAZA BASTIK’
Kotil, 2005’te Türk Hava Yolları Genel Müdürü oldu. Görevi 11 yıl sürdürdü. Bu dönemi şöyle anlatıyor: “2006’da devlet azınlığa düştü, kurum özel şirket haline geldi. Dört ay içinde Ortadoğu ve Afrika’da 24 hat açtık. Bu süper deli bir şeydi! Kamunun bir hantallığı oluyor. Bugün de vardır, Allah bağışlasın... THY’de fren kısmını kaldırıp sadece gaza bastık. Araba da devrilmedi. Başka şirketlerle rekabet, yolcularını almak çok zevkli bir işti.”
YILLAR ÖNCE BURS ALDIĞI KURUMUN KOLTUĞUNDA…
Ve bugün… Yıllar önce doktora bursunu sağlayan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii’nin Genel Müdürlük koltuğunda oturuyor. Kotil, “Burada en heyecan veren konu projelerin olması” diyor: “Ne olduğu önemli değil; önemli olan kahramanlarımıza, genç mühendislere fırsat veriyor. Mesela ‘Milli Muharip Uçağı’ gibi bir proje yapıyoruz. Kendimizi en üst sınıfta kabul ederek çalışıyoruz. Tabii bu yıllar sürecek ama altyapıları, test imkanları ‘yiğit’lere fırsat verecek. Yılda bin mühendis alıyoruz, bin mühendis stajyer, toplam yedi bin stajyer var. Bu projeler onlara uygulama sahası veriyor.” Kotil, Amerika’da okuduğu yıllar boyunca çalışmış; kütüphanede, laboratuvarda, araştırmalarda… Bugün de bir hoca olarak öğrencilere okurken çalışmalarını öneriyor: “Hiçbir üniversite bir öğrenciyi 7/24 dolduramaz. Kişinin okurken çalışması, ne için mücadele ettiğini yaşaması lazım. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii’nde şu anda bin kişilik ‘mühendislik öğrencisi’ çalışıyor. Uygulama sahası olmayan kişi ne kadar iyi yetişse de kavanoz içinde büyümüş hava almayan bir çiçeğe benzer, solar.”
‘YİĞİT’LERE ÖNERİ: ‘SERÜVENE ÇIKIN!’
Kotil sohbetimiz boyunca sık sık 11. yüzyılda yazılmış ‘Kutadgu Bilig’ eserindeki ‘Yiğitlerin önünü açmalıyız!’ sözüne vurgu yapıyor. Diyor ki: “Genç arkadaşlara yurtdışına değil, serüvenlere çıkmalarını öneririm. ‘Sonuç almak istiyorsan o işe kitleneceksin. Gece yarısı uyanıp ‘Ya bu iş nasıl olacak” diyorsan sonra gereğini yapıyorsun zaten. Bir diğer önerim; psikolojik esneklik. Bir darbe yediğinizde önce bir durun. Rüzgar estiğinde hemen ‘Aman üşüdüm’ demeyin, daha kandaki sıcaklık düşmedi, belki birazdan sıcak hava gelecek!”
NEREDEYSE ÖLÜYORDUM
Temel Kotil, geçen yıl COVID-19 sebebiyle çok uzun süre yoğun bakımda tedavi gördü… Fiziksel olarak iyileşen Temel Bey ruhunda kalan iziyse şöyle anlatıyor: “Neredeyse ölüyordum. Ölürken diyecek bir şeyinizin olması gerekiyor. Düşündüm; sonunda ‘60 yaşıma kadar çalıştım derim’ dedim! Aklıma başka şey gelmedi… İleriye hep ümitle bakmak lazım. Sonuçta biz bir gemi içindeyiz; dalga da, balık da, fırtına da çıkar ama devam eden bir hayat var ve hayat çok güzel. Benim aradığım şey huzur değil, hep ‘işe yaramak’ oldu. Samimiyetle…”
Paylaş