Paylaş
1) Onu bizzat dinleme fırsatı bulabilmiş olanlar bilir; Şefika Kutluer konserine gittiğinizde mucizevi bir şekilde kendinizi bütün dertlerden uzaklaşmış, adeta başka bir aleme geçmiş gibi hissedersiniz. Sahnede nasılsa, karşınızdayken de öyle…
Ünlü flüt virtüözü devlet sanatçımız Şefika Kutluer ile bizi sıcak gündemden, dünyevi meselelerden uzaklaştıracak bir sohbet yaptık. Bu bir tesadüf değildi çünkü Kutluer hayata, tıpkı çaldığı eserlerde sizi götürdüğü büyülü dünyalar gibi, bambaşka bir alemden, bambaşka bir gözle bakıyor. Bu nasıl olmuş? Şefika Hanım söze, “Allah’ın çok sevgili, adeta ilahi bir koruma altında yarattığı bir kulu olduğumu düşünüyorum” diyerek başlıyor.
Sene 2023/Bolşoy Tiyatrosu’nda Altın Bravo ödülü alırken
SEVGİ VE ŞEFKAT DOLU BİR AİLE
Çocukluğu sevgi ve şefkat dolu bir ailede geçiyor. Kutluer, 1961 yılında Ankara’da dünyaya geliyor. Babası Sami Arıyak, Prizren doğumlu bir Yugoslavya göçmeni. Tüm aile beraber Türkiye’ye gelip Ankara’ya yerleşiyorlar. Babası ticaretle uğraşıyor. Anne Ayşe Arıyak’ın bir tarafı Kemaliyeli diğer tarafı ‘şifalı eli’yle tanınan bir Türkmen. Kutluer, bu çiftin üç çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya geliyor. Evde enstrüman çalan yok ama müziğe büyük düşkünlük var. Dario Moreno da vals de Klasik Türk Musikisi de dinleniyor. Kutluer, “Müzik başladığı anda benim için de sanki hayat başlıyor gibi olurdu” diyor. Bu ilgiyi fark edenlerden biri babasının yakın dostu, çağdaş Klasik Türk müziğinin kurucuları sayılan ‘Türk Beşleri’nden Ulvi Cemal Erkin oluyor. Kutluer’in ‘absolute (mutlak) kulağı’nı keşfederek aileye onu konservatuvara yazdırmaları telkininde bulunuyor.
Sene 1955/Annesi Ayşe ve babası Sami Arıyak
BİÇİLMİŞ KAFTAN KONSERVATUVAR
İlkokul yıllarında önce bir yaz deneme için konservatuvara götürülüyor. Tarihi binada bir yanda piyano sesleri, bir yanda ısınma hareketi yapan balerinler… Kutluer, “Cennete girmiş gibi oldum!” diye anlatıyor: “Annem baktı çok mutluyum, beni imtihanlara soktu. Hakikaten konservatuvar benim için biçilmiş bir kaftan oldu. Bizim dönemimizde konservatuvar altın çağını yaşıyordu. Sonra yurtdışına gittiğimde okulumuzun değerini daha da iyi anladım. Düşünün Türk Beşleri’nden Ulvi Cemal Erkin hocamızdı. Meşhur Mithat Fenmen hocamızdı. İlk konserimi de onunla vermiştim. Okulun ağır bir programı vardı ama orayı büyülü bir dünya gibi gördüğümden bana hiç zor gelmedi. Keza dört sınıf atlayarak okulu 10 yılda bitirdim.”
Sene 2017/Eşi Refik Kutluer ile festival açılışında
2) İNCE DUDAKLARIM KADERİMİ ÇİZDİ
Flütle yollarının nasıl kesiştiğini şöyle anlatıyor: “İnce dudak ve diş yapım tam flüte göreymiş. Sanki Allah her şeyi benim için önceden planlamış! Flüt küçük bir enstrüman olduğu için bana önce her yere beraber gittiğim bir arkadaş oldu. Sonraysa adeta vücudumun bir uzantısı oldu çünkü her nefeste vücudunla ona can veriyorsun. Müzik canının bir parçası oluyor. Başından itibaren flütü çok sevdim. Başka kapılara açılan anahtar oldu.”
3) DUYGULARIN MÜZİĞİ...
Hocaları da Kutluer’deki ışığı fark ediyor. Etkinliklerin, temsillerin aranılan ismi oluyor: “Kuzenim yurtdışında yaşıyordu. Kendisi sonraki yıllarda ASALA terör örgütünün katlettiği Büyükelçimiz Şarık Arıyak’tı. Bana Bach ve Rampal’in kasetlerini getirmişti. Bach’ın özellikle Badineri’si beni büyülemişti. Bu eser, yıllar sonra TRT Radyo 3’te her pazartesi sunduğum ‘Duyguların Müziği’ programımın açılış ve kapanış müziği oldu. O zamanlar kasetten dinleyip eserin notalarını çıkarıp çalardım. Hocalar şaşardı. Meraklı olmak, sormak bana çok artılar katan huylarım oldu. Hocalarımın verdiği görevler bana sevinçle beraber çok sorumluluk duygusu yüklüyordu.”
4) YURTDIŞINDAKİ ÖNYARGILARA ŞAŞIYORDUM
Mezuniyet sonrası önce Roma’daki meşhur Santa Cecilia Akademisi’ne oradan Viyana’ya gidiyor. Onu dünya turneleri izliyor. Yurtdışı tecrübesinden aklında kalan: “Hocalar yüksek seviyeme şaşırıyor, ‘Türkiye’de bu seviyede konservatuvar var mı?’ diyorlardı. Amerika’ya ilk konsere gittiğimde beni ‘Ney sanatçısı’ zannetmişler. Programlarda Türk olduğumdan fazla bahsetmemem söylenirdi. Bu önyargılara çok şaşırıyordum, çünkü Türkiye’de bizim yabancılara bakışımız hiç böyle değildi. Herkese saygıyla yaklaşılırdı. Bu önyargıları değiştirmek için de çok çalıştım.”
5) NASIL ‘SİHİRLİ FLÜT’ OLDU?
Meşhur ‘Sihirli Flüt’ lakabı nasıl ortaya çıkmış? Kutluer: “1986 yılında ünlü Carnegie Hall salonundaki ilk konserden sonra Amerikalı bir eleştirmen New York Times gazetesinde ‘Müzik dünyamıza bir sihirli flüt geldi, ayaklarımızı yerden kesti’ diye yazıyor. Ondan sonra tüm gazetelerde böyle çıkıyor. Beklentinin çok yüksek olması beni motive etti.” O günden bugüne Kutluer bizi gururlandıran başarılara imza attı; onlarca plak, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü sahibi, Sony Altın Plak Ödülü, UNICEF iyi niyet elçisi, çeşitli devlet nişanları...”
Sene 2010
YARATICILIK İÇİN YOKLUK LAZIM
Bach, Mozart, Vivaldi dedik… Çağımızda bu ölçekte besteci çıkmıyor mu? Diyor ki: “İyi eserler çıkıyor ama nadir. Eski dönemde telefon yok, televizyon yok, ışık yok… Yoklukta yaratıyorlar. Şimdi her şey olduğu için hiçbir şey yaratılmıyor. Her şey daha ulaşılabilir ve çok çabuk elde edildiğinden değeri bilinmiyor. Sosyal medyaya çok soğuk bakıyorum. Altın kıymetinde zamanı alıp götürüyor. Sanal bir ortamda, gözünüzün içine bakmayacak, size bir bardak su getiremeyecek bir ortama yatırım yapmaktansa gerçek dünyada dostlarınızın dertlerini dinleyebilir kendinle ilgili bir keşif yapabilirsin. Çağımızın en önemli gereksinimi psikolojik destek olacak.”
ADINI TAŞIYAN FESTİVAL
Gençlik yıllarında kafa yorduğu konu, Türkiye’nin daha iyi tanıtılmasıydı. 2010 yılında kendi imkânlarıyla başlattıkları ‘Doğu ile Batı Buluşuyor; Uluslararası Şefika Kutluer Festivali’ 15. yılı geride bırakmış. Ankara merkezli festival başka şehirlere de yayılmış: “Ben Atatürk’ün kültür başkenti Ankara’da doğmuş, buradan dünyaya açılmış bir sanatçıyım. Festival büyük ilgi görüyor.”
Şefika Kutluer, Zeynep Bilgehan
BAZEN BACH, VIVALDI BAZEN ÂŞIK VEYSEL...
Şefika Hanım ile dönem bestecilerini konuşurken bir ara Mozart’ın kova burcu olduğu bilgisini veriyor… Gülerek, “Her şeyi çok yönlü araştırırım” diyor: “Müzisyenlerin daha ‘insani’ yanları da anlatılmalı; yaşadıkları dönemler, huyları, mutlulukları, acıları… Handel ve Bach aynı dönemde yaşamışlar. Elektrik olmadığından besteleri geceleri ay ışığı altında veya titrek mum ışığıyla yazarlarmış. Bu sebeple ikisinin de gözleri bozukmuş. Ölüm sebepleri de aynı; steril olmayan koşullarda ameliyat. Ruh halime göre bazen Bach bazen Vivaldi bazen Âşık Veysel dinliyorum. Besteci o eseri yazdığı zaman hangi duygu ile yazmış öğrenmek istiyorum ki empati kurarak dinleyeyim…”
BİZDE NEFES KUTSALDIR
Flütün kültürümüzde nasıl bir yeri var? Yanıtı: “Anadolu kültüründe nefesin kutsallığını halkımız bilir; tasavvufta kullanılmıştır. Alevi-Bektaşi kültüründe, Mevlevihanelerde, türkülerde… Kırsalda kaval çobanın bir numaralı yoldaşıdır. Nefesin içinde geçmiş yaşantılarımız gizlidir. Parmak izi gibi kişiye özeldir, herkesinki farklıdır. Aynı flütten aynı parçayı siz çalınca farklı ben çalınca başka ses çıkar. Bütün negatif duygularımdan arınıp sahneye çıkmak isterim ki izleyiciye saf mutluluk ve şifa enerjileri verebileyim, kapalı gönülleri açabileyim.”
EŞİMLE ‘BÜTÜN ELMA’ OLDUK
Kutluer, hayatındaki en büyük lütfun anne babası olduğunu söylüyor. Kariyerinin ilk yıllarından itibaren ikinci mucize de eşi Refik Kutluer olmuş: “Yaşamımı çoğunlukla müziğe göre ayarladım. Bu yolda bana eşim çok destek oldu. Benim duygusallığımla onun dünyeviliği bir araya gelince iki yarı birleşip tam elma olduk.”
Paylaş