Paylaş
1- Coşkun Sabah, Türkiye’nin zamansız ünlülerinden biri… Dinamik yapısından kendinin kaç yaşında olduğunu kestiremediğiniz gibi müzikleri öyle kült hale gelmiş ki tek bir döneme sığmıyorlar. Yaşam öyküsü de dolu dolu… Birlikte önce 1950’lerin Diyarbakır’ına gidiyoruz… Sabah, şehrin tarihi Sur ilçesinde, 150 yıllık, siyah taş evlerden birinde esnaf bir baba ve ev hanımı bir annenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geliyor. Baba tarafı Elazığlı… Babası Tekin Bey, henüz 15 yaşında şehrin meşhur Değer Eczanesi’nde çıraklık yapmak üzere Diyarbakır’a geliyor. Burada kentin eski ve varlıklı ailelerinden birinin kızı olan Roza Hanım ile evleniyor. Kariyerine terzi olarak devam ediyor. Sabah, yedi yaşındayken maaile, dede, nene, anne, baba ve iki çocuk, şehrin dışına inşa edilen ve ‘Yeni Diyarbakır’ denen ‘Emlak Bankası Villaları’na taşınıyorlar. Burada onlara üçüncü kardeşleri katılıyor.
“Yeni şarkıyı yazın bestelemiştim. 9 Şubat’ta çıkacaktı. Deprem sebebiyle erteledik. Hâlâ yaraları sarmaya çalışıyoruz. Müziğimiz de bir terapidir. Müzik dünyası yavaş da olsa ayaklanmaya başladı.” Fotoğraf: Murat ŞAKA
UD, KEMAN, DARBUKADA BÜLENT, COŞKUN, TAŞKIN
Sabah, “Çok güzel bir çocukluk geçirdim” diye başlıyor anlatmaya: “O zamanlar Pirinçlik’te NATO üssü vardı. Üssün müdürü Mr. Freddy komşumuzdu. İlk Coca Cola’yı, meyve sularını, ‘cookie’leri orada hiç kimse görmezken biz gördük. Gelen bütün erzaklardan nemalandık. Onlar da bize dolma yemeye gelirlerdi.” Ancak asıl hareket akşamları oluyormuş. Sabah, “Diyarbakır’ın yerlisi, çok asil komşularımız vardı; Pirinççioğulları, İnceoğulları, Hamzaoğulları… Onlarla akşamları fasıllar düzenlenirdi. Babam amatör udiydi. Biz üç kardeş; Bülent, ben ve Taşkın hepimiz müziğe darbukayla başladık. Sonra cümbüş ve kemanla devam ettik. Ben 9-10 yaşlarımda elime cümbüşü aldığım ilk gün çaldım. Akşam fasıllarda, büyüklerimizin arasında enstrümanları dönüşümlü kullanırdık. Müzikleri duyduğumuz kadarıyla öğrendik.”
SENE 1964 - Sabah kardeşler Diyarbakır’da
ZEKİ MÜREN PLAKLARINI ÇALMAKTAN İĞNE AŞINDI
Peki evde ne müzikler dinlenirdi? Sabah, “Ağırlıklı Güneydoğu ve Doğu folklorik müziği” diye anlatıyor: “Celal Güzelses ağırlıklı; Fincanın Etrafı Yeşil, Ağlama Yar Ağlama, Mavi Yazma Bağlama… Arada Türk sanat müziği olarak Selahattin Pınarlar, Sadettin Kaynak çalarlardı. Radyonun eve ilk geldiği güne şahidim. Ben 8-9 yaşlarındaydım. Şaştık kaldık, kabloya bakıyorum, bu ses nereden geliyor diye. Babam 45’lik LP plaklar dinlerdi. İyi bir koleksiyoncuydu. Bizde Rum müziği de vardı, Zeki Müren albümleri de... Zeki Müren’in ‘Veda Busesi’ şarkısına bayılmıştım. Plağı döndürmekten iğne aşınırdı. Hem Türk Sanat Müziği’ni hem Güneydoğu Halk Müziği’ni severek dinler ve icra ederdik.”
2- COŞKUN BUNDAN SONRA SADECE UD ÇALACAK
Aile çocukların eğitime de önem veriyor. Ancak o dönemlerde Diyarbakır’da üniversite yok. Büyük çocuk Bülent’in eğitimine devam edebilmesi için ne var ne yok her şeyi satarak 1967 senesinde İstanbul’a taşınıyorlar. Feriköy’e yerleşiyorlar. Baba Tekin Bey, varlıklı dedenin sermayesini sağlamasıyla Beyazıt’ta bir ayakkabı atölyesi kuruyor. İşler büyüyor. Hem İstanbul içinde ayrı bir perakendeci dükkanları oluyor hem de ‘Sabah Kundura’ adıyla Türkiye’nin dört bir yanına balyalarla ayakkabılar gidiyor. Çocuklar okula devam ederken ‘hobi’ olarak müzik yapmaya da devam ediyorlar. Babaları, bir gün eve bir müzik hocası getiriyor; Beyoğlu’ndaki sahnelere o dönemin deyimiyle ‘şantöz’ hazırlayan meşhur Nebil Ursavaş… Devamını Sabah’tan dinleyelim: “Babam ‘Bu çocuklar bir şeyler çalıyor, bak bakalım et midir balık mıdır’ diye sordu. Nebil Hoca benim ud çalışımdan çok etkilenip babama ‘Bu çocuk inanılmaz bir udi. Bundan sonra sadece ud çalacak. Başka şey çalmayı yasaklayacaksın. Büyüğü de sadece keman çalacak’ demiş. O günden sonra bana keman, Bülent’e ud yasaklandı!”
SENE 1964 - Sabah Ailesi
3- BABAM İFLAS EDİNCE HOBİMİZ İŞİMİZ OLDU
Sabah, İstanbul’da önce Nişantaşı Nilüfer Hatun Ortaokulu’nda okuyor. Laf arasında gülerek, “Nilgün Belgün ile aynı sınıftaydık. Nilgün okulumuzun en güzel kızıydı! Bütün delikanlılar Nilgün’le flört etmek için hep çabalarlardı!” diyor. Ardından Atatürk Erkek Lisesi’ne devam ediyor. Hayali doktor olmak. Ancak İstanbul’a taşındıktan iki yıl sonra babasının işleri bozuluyor. Sabah anlatıyor: “Babam ruhu şad olsun çok iyi bir insandı ama kötü yönetti. Alışveriş karşılığı verilen senetler ödenmeyince iflas etti. Bizi de müzisyen yapan bu çöküntü oldu… İşleri devralmaya çalıştık ama ticaretten anlamıyorduk. Lise ikinci sınıftan itibaren eve para getirebilmek için Bülent ile Beyoğlu’ndaki müzisyenler kahvesine gidip iş aramaya başladık. Ben 17, ağabeyim 20 yaşındaydı. Aval aval bakarken ilk işimizi Çamlıca’da Güzel İzmir Aile Çay Bahçesi’nde aldık. Ben ud, ağabeyim keman çaldı. Şarkıcılık filan yok solist yerel sanatçılara refakat ediyoruz. Onlardan biri İhsan Aşkın, Mutlu Düğün Salonu’nun solistiydi. Ona da gidiyorduk. Tabii okul da devam ediyor bir yandan. Ben gece yarılarına kadar müzik yapıp sabah uykusuz okula gidiyordum. Zor da olsa bitirdim.”
4- SINIF ARKADAŞI BÜLENT ERSOY
Bu arada yeni açılan belediye konservatuvarına yazılıyor. Burada da meşhur bir sınıf arkadaşı oluyor: Bülent Ersoy. Ud çalışı önce oranın meşhur hocası Süheyla Altmışdört’ün dikkatini çekiyor. Altımışdört, kolundan tuttuğu gibi Sabah’ı Münir Nurettin Selçuk’a götürüyor. Sabah, “Münir Nurettin Selçuk Hocamız o zaman konservatuvarın hem müdürüydü hem de profesyonel icra heyeti vardı” diye devam ediyor: “Ona 15 dakikalık bir taksim gösterisi yaptım. Çok etkilendi ve beni hemen özel saz grubuna aldı. 18 yaşında profesyonel olup para kazanmaya başladım.” İşler, işleri getiriyor. Sabah, okula ancak iki sene devam edebiliyor. Ancak dışarıda giderek ünleniyor. Maksim’de eski sınıf arkadaşı Bülent Ersoy’a, Bebek Belediyesi’nde Zeki Müren’e çalıyor. Bir yandan da besteler yapıyor; 1975’te Emel Sayın için ‘Gel Kalbime Gir’i hazırlıyor. İkinci konservatuvar denemesi yine sadece iki sene sürebiliyor ama bu arada Kültür Bakanlığı’nda Klasik Türk Müziği Devlet Korosu’nun ilk udisi oluyor.
SENE 1978- Bülent Ersoy ile ilk kez beraber çıktıkları sahne.
5- TABİİ O ZAMANLAR GENCİM, YAKIŞIKLIYIM
Hayatının dönüm noktası 1978 oluyor. Eski sınıf arkadaşı Bülent Ersoy için bestelediği ‘Baharı Bekleyen Kumrular Gibi’ bütün Türkiye’yi sallıyor. Altın Kelebek Yılın Bestecisi ödülünü alıyor. Ersoy’la bir programda uzatılan mikrofonda şarkıya eşlik edince sesi de keşfediliyor! Patronlardan teklifler gelmeye başlıyor. Sabah anlatıyor: “Sonra ‘İşte Bu Bizim Hikayemiz’ ve ‘Beddua’ patlayınca ‘Ben bu kadar güzel beste yapıyorsam şarkıcı olayım’ dedim. O zamanlar ufak bir teybim vardı. Sesimi kayda alıyorum, kendi kendime okuyorum, dinliyorum… Kariyerimde birincilik udiliktir. Sonra bestecilik, üçüncü kariyerim şandır. Sesime bir proje olarak baktım. Radikal kararla koro ve radyodaki görevlerimden istifa ettim. 1981 yılında ilk albümüm ‘Aşk Kitabı’yla şarkıcılığımı da hemen kabul ettirdim. Piyanist şantörler gibi ben de udumla sahneye çıkıyordum. Bu bir ilkti. Her gelen Coşkun Sabah hayranlığıyla ayrılıyordu. Ben de sahnede olmayı çok sevdim. O zamanlar gencim, yakışıklıyım, bütün kadınlar aşık! Solistleri bırakıp herkes benim peşimde koşuyordu! İş yapmakta görünüşün büyük etkisi var. Bugün Özcan Deniz Cahide’de rekorlar kırıyor çünkü kadınlar tipine hayran! Yakışıklı olmak büyük bir avantaj.”
SENE 1989
ANTİ-AGİNG REÇETESİ: KLASİK MÜZİK FLAMENKO, FADO...
Peki o müziğin nesini sevdi? Sabah, “Müzik ruhu besliyor. Ruh da bedeni besliyor” diyerek yanıtlıyor: “Ruhunuz dinginse, güzel şeylerle besleniyorsa bedeninize ‘anti-aging’ etkisi yapar. Benim geç yaşlanmamda müzik yaptığım andaki aldığım zevkin büyük önemi vardır. Müzik, ruhu genç tutar. Metin Akpınar’ın da lafıdır; sevdiğin işi yaptığın zaman hücre yaşlanması durur.” Bize bir de anti-aging etkili müzik önerilerinde bulunuyor: “Klasik Batı müziği, klasik Türk müziği, duygusal Flamenko, Portekiz fado. Bunlarla ruhunuz duygusal sörf yapar, bedenine anti-aging olarak etki eder. Ben ud taksimi yaptığımda transa giriyorum. Yaşlanma duruyor.”
SENE 1981 - Sevillanas
İYİ BESTENİN DNA’SI SAĞLAM OLMALI
Sanat hayatında 53 yılı geride bırakmış. Bugüne kadar 30 albüm, yüzlerce beste yapmış… Sabah, “1985’te bestelediğim ‘Hatıram Olsun’ şu an Z kuşağının tek geçtiği şarkı. ‘Aşığım Sana’ maçlarda okunuyor. ‘Baharı Bekleyen Kumrular Gibi’, ‘İşte Bizim Hikayemiz’, ‘Haberin Var Mı’, ‘Bir Gülü Sevdim’ hep hit şarkılar” diyor. Bunun sırrını şöyle anlatıyor: “Hepsi DNA’sı kuvvetli, dünya aranjörlerinin kabul ettiği, sanatsal değeri olan melodiler. Türkiye’nin ekspertiz müzik adamları; Garo Mafyan, küçük kardeşim Taşkın Sabah, Aykut Gürel, Metin Özülkü, rahmetli Atilla Özdemiroğlu’dur. Bestecilik kabiliyetini beğendiğim diğer kişiler Kayahan ve Selami Şahin’dir. Onların da şarkılarının çoğu evrenseldir.” Peki yeni jenerasyonun Selami Şahinleri, Coşkun Sabahları kimler? Yanıtı: “Üzülerek söylüyorum güncel 100-150 milyon tıklanan şarkılar ticari olabilir ama sanat değeri yoktur. Bizim gibi kimse yetişmiyor. Sanatsal değeri olmayana ‘yoz müzik’ diyoruz. Bana sorarsanız Anadolu insanı kaliteli müziği hemen anlıyor ve ‘yoz müziğe’ geçit vermiyor.”
YENİ KATEGORİ İCAT ETTİK
“Bizim yaptığımız müzik, eleştirmenleri ve müzik ortamını yıllardır şaşırtır çünkü eskiden türler kesin hatlarla belliydi. Yılın en başarılı Türk Halk Müziği Sanatçısı, Türk Hafif Müziği, Pop Müziği… Selami ile benim şarkılarım arabesk değil, Türk sanat müziği değil, halk müziği değil… Hiçbir kategoriye uymuyor. Bu akıma ‘fantezi müzik’ dediler. 1990 yılında çıkan ‘Beni Unutma’ albümümde bütün kesimlere hitap ettim. Her tarz müziği seven kendinde bir şey buldu ve 3 milyon satarak tüm zamanların rekorunu kırdı.”
SENE 1974 - Zeki Müren ile Aşiyan Gazinosu
PATLATIYORUM BİR KLASİK
“1970’lerden beri sahnedeyim. Halen sahneye ilk günkü gibi bir klavye bir udla çıkıyorum.Eskiden daha sanatsal şeyler istenirdi. Şimdi daha popüler müzik isteniyor. Ara sıra kendim için araya sanatsal bir şarkı atıyorum. İzleyenlere de ‘Bu şarkı alkış almaz ama ben kendim için okuyorum’ diyorum ve bir klasik patlatıyorum.”
SÖYLEŞİ SONU HOŞ TESADÜF
Söyleşimizin sonunda kafede bir sürprizle karşılaştık; sık sık kulaklarını çınlattığımız Selami Şahin! Ayaküstü, kısa bir sohbetten sonra Selami Bey’in yanından ayrıldık. Coşkun Bey, beni arabasıyla metro istasyonuna kadar bırakma nezaketini gösterdi. Ana caddeye çıktığımız gibi karşımıza yolda yeniden Selami Şahin çıktı! Arkadaşı Kenan Çınar ile çaresizce taksi arıyordu. Elini kaldırıyor, İstanbulluların yakından bildiği hüsran içinde reddediliyordu. Coşkun Bey, arabayı hemen kenara çekti. Kornayla dikkatlerini çekip “Nereye gidiyorsunuz, atlayın!” dedi. Ortaya bu kare çıktı…
Paylaş