Mizahtan, söz sanatlarından anlamaz bir toplum olduk maalesef.
Geçen hafta "New York uçuşları yassah hemşerim" başlıklı bir yazı yazmıştım. New York Times gazetesinde yayınlanan PKK yanlısı bir makale nedeniyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’nin New York uçuşlarını, porno yayınlar satılıyor gerekçesiyle de Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Amsterdam uçuşlarını yasakladığını yazmış, eşim ve küçük çocuğumla havaalanından elimizde bavullarla kös kös eve geri dönmek zorunda kaldığımızı aktarmıştım.
Amacım AKP tarafından çıkartılan İnternet’i sansürlemeye yönelik yasanın saçmalığını tecahül-i arifle güçlendirerek gözler önüne sermekti.
PKK yanlısı bir blog sayfası yayınladığı gerekçesiyle New York’tan yayın yapan bir sitenin tümüne Türkiye’den erişim yasağı getirmekle, PKK yanlısı bir makale yayınladı gerekçesiyle New York Times gazetesinin satıldığı şehrin tümüne Türkiye’den erişim yasağı getirmek arasında en ufak bir mantık farkı yok çünkü.
Yazımda kullandığım çarpıcı ve hayali olduğu apaçık örneği gerçek sananların sayısı endişe verici. Hani sokaktaki adam olsa anlayacağım ama yazımı okuyup, e.posta mesajı gönderdiklerine göre bunlar kültür düzeyleri gazete okuyucusu, sosyo-ekonomik düzeyleri ise en azından İnternet kullanacak kadar yüksek kişiler.
Yazıdaki abartılı örneği gerçek sananlar arasında gazete yazarlarının da olması işin vahametinin nerelere vardığını gösteriyor.
Örneğin Meral Tamer, Milliyet’teki köşesinde New York’a ve Amsterdam’a uçuş yasağı getirildiği için AKP hükümetini eleştiren bir yazı yazdı. Ertesi gün yayınladığı düzeltme ve özür yazısı Taraf gazetesinden Alper Görmüş’ün eleştirilerini engellemeye yetmedi.
Münferit örneklerin düştükleri hatayı anlayabiliyorum. Bazen insanın basireti öyle bir bağlanıverir ki, inanılmayacak hatalar yapabilir. Beni dehşete düşüren tek tek kişiler değil, bu kişilerin toplam sayısının yüksek olması. Hayali bir senaryoya tepki gösterenlerden bazılarının yazıdaki mizahı gerçek sanmasının kişisel geçerli nedenleri olabilir. Ancak bu hataya düşenlerin sayısının yüksekliği istatistiki anlam taşıyor ve Nasreddin Hoca’nın torunlarının geldiği acıklı noktayı gözler önüne seriyor.
Ve bence işin en vahim yanı bizim medyada hálá bu saçma İnternet yasasını değil münferit gafları konuşuyor olmamız.
Sansürün çözümü
YouTube, Google gibi dünyanın en çok ziyaretçi çeken sitelerinin sansürlenmesine yönelik saçma AKP yasasına alternatif olacak bir çözüm önerisi Cengiz Semercioğlu’ndan geldi.
Semercioğlu site kapatma kararı yetkisinin yerel mahkemelerin elinden alınıp, RTÜK benzeri bir üst kurula verilmesini önermiş.
İyi niyetli bir öneri ama kesinlikle doğru bir çözüm değil. RTÜK gibi hükümetin kuyruğundan ayrılmayan bir kurulun İnternet’te yerel mahkemelerden de kötü icraatlerde bulunacağı kesin.
Bir kere haber alma özgürlüğünün bağımsız yargının elinden alınıp kamu idarelerinin yargısız infazına bırakılması başlıbaşına bir sorun.
Hükümetlerin yargısız infazcı, denetleme kurullarındaki kadrolaşma merakı da malum. İnternet dünyasının önde gelen isimlerinden Mustafa Akgül, İnternet’le ilgili birbirinden farklı farklı kurumların kurulmuş olmasına ve bu kurumların kadrolarındaki şişkinliğe dikkat çekiyor.
Bu denetleme kurumlarından birine ev sahipliği yapan Telekomünikasyon Kurumu’nun başkanı Tayfun Acarer, her fırsatta ısrarla İnternet sitelerine erişim engellemenin sansür olmadığı iddiasını dile getiriyor. Siteye erişim engellemesi gibi ciddi bir yetki sorumluluğu yüklenmiş bir kurumun başkanının sansürün anlamını bilmemesi, bu yetkilerin yargı dışındaki kurumlara neden verilmemesi gerektiğinin yeterince açık bir gerekçesi.
Sorunun kaynağı mahkemeler değil sevgili Cengiz. Yerel mahkemelerin yaptığı AKP hükümetince çıkartılan ve İnternet’i sansürlemeyi amaçlayan saçma yasaya uygun kararlar vermek.
Yapılması gereken bu saçma sansür yetkisini mahkemelerden alıp hükümet kuklası olacak kurumlara vermek değil, sansürcü yasayı değiştirmek.