Gece saat 03.00’te Çin işkencesi gibi beynimi oyan bir sesle uyandım. Tıkır, takır, çat, güm...
Salondan, koridordan, banyodan, evin bütün odalarından sırasıyla aynı ses geliyordu. 02.00’den beri devam ediyordu aslında ama kalkmaya üşeniyordum. Kalktım, ışıkları yakmadan hafiye gibi evin içinde dolaşmaya başladım. Hırsız girme ihtimali olduğundan değil, kedilerin hangisi hangi mikropluğu yapıyorsa, suçüstü yapmak için. Aradığımı yemek masasının altında buldum. Karaçi ve Muşka bir olmuş, iki gün evvel kaybettiğim krem tüpünün mika kapağıyla futbol oynuyorlar. Ama nasıl eğleniyorlar anlatamam! Masaya çıkıp kapağın üzerine atlamak mı istersiniz, koltuğun altına saklanıp gizlice pati atmak mı, yarışır gibi peşinde koşturmak mı... Homurdanarak kapağı yok edip yattım. Fakat aklıma takıldı; bir saat boyunca nasıl bir konsantrasyondur bu? Ben 20 dakikadan uzun süren hiç bir şeye tahammül edemiyorum. Sabah uyandığımda aklıma erkek arkadaşımın geçen hafta anlattığı bir haber geldi. Kediler olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kuramayan hayvanlarmış. Yani, o kapağa pati atıp tıkır tıkır yuvarlandığında, kendi girişimi yüzünden olduğunu anlamıyor, onu canlı zannediyormuş. O yüzden de bir nesneyle sonsuza kadar oynayabiliyorlarmış. Hadi bu çözüldü; kedilerle ilgili bir muamma daha var: Neden bütün kediler sabah ezanıyla birlikte azar? Nerdeyse her sabah evdeki bütün kilimleri dertop buluyoruz.