7 Ağustos 2010
Adanın havasının suyunun bizim Efe’nin gelişmine de katkısı bol. Yaşlı kurt, annemin iddialarına göre burada canlandı, gözlerine ışık geldi. Gerçi bu, kışın Efe’yi İstanbul’a götürmeyelim, Leyla emeklemeye başladığında tüylerini yutmasın diye uydurulmuş bir bahane ama burada gelişen başka bir yeteneği var bizim oğlanın: Kapı açmak! İstanbul’daki evde denemeleri olduğunu biliyorum, hatta geçmişte zaman zaman becermişliği de vardır. Ama görmeyeli adada bayağı profesyonel kapı açıcı olmuş bizim sıpa. Patileriyle açamadığı kapı yok! Eskiden bir patisini kapıya dayayıp, diğeriyle kulbu aşağı indirirdi ama kapıya dayalı pati yüzünden tam beceremezdi. Olayı çözmüş artık; sol patisini kapının kulbuna dayıyor, sağla da aşağı çekiyor. Böyle olunca, açılan kapı geri kapanmıyor. Hatta işi garantilemek için kapı aralanır aralanmaz patilerini çekip burnuyla araya dalıyor.
Efe’nin bu becerisi beni, okumayı öğrenmiş bir çocukmuş gibi mutlu ediyor da, annem yakında canına okuyacak. Çünkü Efe için çamur, soğuk, sivrisinek fark etmiyor. Mesela şakır şakır yağmur yağarken, bizimkinin canı yatak çektiğinde o an gözüne kestirdiği bir odayı açıp çamurlu vücuduyla yatağa kıvrılıveriyor. Ya da sinek girmesin diye kapattığımız salonun kapısını bir hamlede ardına kadar açıp bahçeye çıkabiliyor. Salon, mutfak ve odaların hepsi direkt bahçeye açıldığı için sinir bozucu olabiliyor bu durum.
KAPICI OLARAK VERECEĞİM
Açtığı kapılardan biri de sokak kapısı. Bazen oğluyla birlikte mahalleyi keşfe çıkıyorlar. Birkaç hafta evvel sokak kapısının hemen yanındaki odamızda yatarken kalkıp önce bahçeye, oradan sokağa çıkmış. Tabii ardındaki bütün kapılar açık. Sabahın körü olduğu için fark etmemişiz. Bir gözümü açtım ki, sokaktan geçenler içeriyi görüyor. Kaç saat öyle kaldı bilmiyorum. Hırsız mırsız bir yana, mahalleye rezil olduk. Sokak kapısı artık hep kilitli, salon ve yatak odaları günün muhtelif zamanlarında ve yağmurda kilitlenmeye başladı.
Efe’cim, azar işitmemek için tek yolun var oğlum! Açtığın kapıları kapatmayı öğren. Ya da seni beş yıldızlı otellerin birine maskot kapıcı olarak vereceğim, haberin olsun. Eve para getirirsin hem.
ADALAR DERTLİ...
İstanbul’un tümüne hakim sokak hayvanları sorunu sanmayın ki Adalar’da yok. Var, hem de karadaki ilçelerden katbekat daha fazla. Adalardaki hayat ağırlıklı olarak yazın hareketlendiği için, yaz sonundaki manzara Türkiye’nin klasik tatil beldeleriyle aynı. Yazın sahiplenilen, çocuklara hediye edilen, Adalar’a getirilen köpek ve kediler sonbaharda sahipleriyle birlikte kışlık eve dönmek yerine ada sokaklarına terk ediliyor. Belediye şimdiden dertli, “Bu yaz sonu kaç yeni kedi-köpeğimiz olacak acaba?” diyorlar.
Büyükada’daki barınağın hali malum, şu an 450 köpek var ve sayı süratle artıyor. Daha bu hafta Kınalıada’da yaşayan biri, 17 köpek birden getirip, “Bunlar benim ama bakamıyorum” diyerek barınağa terk etmiş.
Bir de kontrolsüz üreme sorunu var. Adadaki veterinerler yetersiz, bütçe sınırlı, kısırlaştırma çalışmaları geniş kapsamlı yürüyemiyor. Beldiye ek personelle falan arayı kapamaya çalışıyor ama üreme hızına yetişemiyor. Sokaklar yavru kediden geçilmiyor. Hepsi de birbirinden güzel, üstelik en az yarısı bembeyaz. Havalar sıcakken bir şekilde idare ediyorlar. Kışın ne olacak?
Daha önce yazmıştım, tekrarlıyorum: Adalar’da yaşayanlar inisiyatif kullanarak veya belediyeyle işbirliği yaparak kapılarının önündeki hayvaları kısırlaştırmalı. Herkes iki-üç kedi, bir köpek kısırlaştırsa sorun büyük oranda azalır.
Bir de şu pet shoplar’dan kedi köpek alanlara sesleniyorum; evcil hayvana para vermeyin. Gelin, buradaki zavallı sokak hayvanlarından alın. İddia ediyorum, İstanbul sokaklarında böyle güzel kediler yok! Köpek deseniz, cins cins, ırk ırk...
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2010
Birkaç hafta önce bir haber okudum. Amerikalı Jason Scott, mikroblog sitesi Twitter’da kedisi Sockington adına bir hesap açmış, onun ağzından blog yazıyor.(www.twitter.com/sockington) Şaka maka, bir buçuk milyon takipçisi var kedi Sockington’un. Sonra düşündüm, bizimkilerin Twitter hesapları olsa neler yazarlardı diye, bakın bunlar çıktı
Efe tatilde yatağı bana kaldı
MUŞKA
* Annem popomdaki tüyleri tıraş ettirdi. Neymiş, sürekli arkam kakalı dolaşıyormuşum. Ondan nefret ediyorum. Popom maymuna benziyor.
* Dokuz kilo olabilirim ama bu obez olduğum anlamına gelmiyor. Kemiklerim kalın benim... Bi de su içsem yarıyor!
* Geçen akşam ara kapıyı iyi kapatmamışlar. Bir omuz attım, yatak odalarına girdim. Kardeşim Leyla yatağında öyle güzel uyuyordu ki, dayanamadım, ayak ucuna kıvrılıverdim. Annem sabahın dördünde beni orada gördüğünde korktu ama Leyla’ya düşman olmayayım diye korkutmadan, tatlı oğlum benim, kardeşini de çok severmiş, diyerek kucağına alıp indirdi yataktan. Uyku sersemi haliyle kapıyı yine sıkı kapatamamış. Bu sefer de annemle babamın yatağına girip yastıklarına yattım.
* Oooh, Efe adaya tatile gitti. Yatağı bana kaldı.
* Bu ara biraz fazla kilo almış olabilirim gerçekten. Geçen gün kum kabında eşelenirken popom dışarıda kalmış, bütün çişimi balkona yapmışım. Galiba kafamın içeride olması yeterli değil.
Kelebek kovalarken balkondan düşüyordum
KARAÇİ
* Muşka benim mamalarımı da yediği için mecburen ben de diyet mamaya başladım. Hayır, işe yaradığı da yok ki... Olan bana oluyor. Muşka’dan nefret ediyorum. Zaten tüyleri de sürekli su kabına dökülüyor. Hiç titiz değil. Beni örnek almıyor.
* Birkaç haftadır İstanbul’u kelebekler bastı. Çok mutluyum. Her gün onlarcasını yakalamaktan sadistçe bir zevk alıyorum. Ama annem kelebek kovalamamdan hiç hoşlanmıyor. Sürekli önde kelebek arkasında ben, en arkada da annem, evin içinde koşturup duruyoruz. Geçen gün az daha balkondan düşüyordum, annemin yüreğine indi.
* Bu Muşka ne kıskanç ya! Efe adaya gider gitmez yatağına kuruluverdi. Biraz tokgözlü, görgülü olmak lazım canım... Bakın bana, her gece aynı iskemledeyim. Koca balkonda bile hep aynı köşede yatıyorum.
* Artık biraz sosyalleşmeye karar verdim. Geçen gün bir sürü misafir geldi. Hepsine inat, saklanmadım, bütün akşam ortalıkta salındım durdum. Kendimi sevdirdim. Bu insanların bizim yaptıklarımıza şaşırmaları çok gülünç!
Bu yaz kirpiler nerede
EFE
* Oh be! Adaya tatile geldim de evdeki iki kediden kurtuldum. Biri arsız, sürekli ya peşimde ya da yatağımda. Oynamasını da bilmiyor. Bacağımı, burnumu ısırmaya kalkıyor. Büyüklük bende kalsın diyorum, cevap vermiyorum. Öbürü desen soğuk nevale, sadece kendi isteyince koklaşıyor. Biraz özlesinler beni, kıymetimi anlasınlar.
* Ada güzel de, oğlum Zeze iyice azmış. Kendi yemeğini bitirir bitirmez benimkini de yiyor. Neyse ki kedi Ginger var. Hakkından bir tek o geliyor. Basıyor burnuna tırmığı, bizim salak oğlan bahçenin öbür ucuna kaçıyor.
* Bu sene kirpiler nereye gitti yahu? Her sene birkaç tane bulup yatağıma getiriyordum. Yan bahçeye açılan kapıyı kapatmaları iyi olmamış. En güzel kirpiler oradan çıkıyordu. Bir fırsatını bulsam da sokağa kaçsam.
* Burası çok güzel. Yaz sonunda yerime Zeze’yi yollasam fark ederler mi acaba? Çok benziyoruz ama huyumuz benzemiyor ne yazık ki. Ben ne kadar iyi huylu ve munissem, Zeze o kadar terbiyesiz, cazgır. Hiç iyi eğitemedim ben bu çocuğu, baba olmak zor işmiş.
ELEKTRİK ÇARPAN SEMT
Geçen haftaki yazımdan sonra bir okurumuz Şişli Belediyesi’ne ait caddelerde köpekleri elektrik çarpan bir nokta daha bildirdi. Köpek sahiplerinin Maçka Teknik Lisesi’nin karşısındaki apartmanlarının önünde de dikkatli olması gerekiyor. Burada paylaşıyor, Mustafa Sarıgül’ün tez vakte ilgili birimlere talimat vermesini diliyoruz.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2010
İnanılmaz ama gerçek, Nişantaşı’nın ortasında köpekleri yerden elektrik çarpıyor. Hatta bir iddiaya göre çiş yapan bir erkek köpek akımdan ölmüş Köpekli bir arkadaşımız yaşadığı sahil semtinden Nişantaşı’na taşındı. Geçen akşam bize geldiklerinde konu köpekleri Zeytin’e de geldi. Nasıl gezdiriyorsun o yeşilsiz Nişantaşı sokaklarında, diye sordum. Bir sordum, bin işittim. İlk başlarda çok fena değildi, diye başladı. “Bahçe yok, toprak yok ama kaldırımlarda idare ediyorduk. Maçka Demokrasi Parkı da köpekler için güzel” dedi. Fakat bir gün başlarına gelen absürt bir “sokak kazasından” sonra durum iyice altüst olmuş. O günden beri Zeytin çişini son sürat apartmanın kapısına, hatta koridora yapıp koşa koşa eve kaçıyormuş. Bazen de hiç çıkmamak için direniyormuş. Bir keresinde koca köpeği kucaklayıp arabaya bindirip öyle götürmüşler parka.
O gün ne olmuş derseniz... Parktan eve dönerken Zeytin Topağacı’nın köşesinde birdenbire ciyak ciyak bağırmaya başlamış. Hani çok canları acıdığında bağırıp ağlarlar ya, öyle. Önce anlamamışlar, panik olmuşlar. Çevredeki esnaf ve yoldan geçenlerle konuşunca durum anlaşılmış. İnanılmaz ama gerçek, Nişantaşı’nın ortasında köpekleri yerden elektrik çarpıyor!
DİREKTE KAÇAK VAR
Şişli Belediyesi bir süre evvel Ihlamur Yolu’nu Topağacı’nın iki yönlü caddesini reklam panolarıyla donattı. İşte bu panoların bazılarının elektrik bağlantısı çok kötü yapılmış. Yoksa yapılmamış mı desek? O reklam direklerinin yanından geçen köpekler bizim tabirimizle yere “çıplak ayakla” bastıklarından anında çarpılıyor. Sahipleri de ne olduğunu anlayana kadar akla karayı seçiyor.
Arkadaşımız birkaç kişiyle konuşunca mahalledeki tek kurbanın köpeği olmadığını görmüş. Neredeyse Topağacı’nda oturan tüm köpek sahipleri aynı dertten mustarip. Hatta bir iddiaya göre, tam o noktaya çiş yapan bir erkek köpek akımdan ölmüş. Mahalleli Şişli Belediyesi’ne şikayet yağdırıyormuş ama bugüne kadar değişen bir şey yok. Şişli Belediyesi müdahale etmek için bir çocuğun falan mı ölmesini bekliyor acaba? Hani hayvanları canlıdan saymıyorlar ya...
Bir köpek hiç köpek İki köpek çok köpek
Evin erkeği Ankara’ya gidince, biz de anne-Leyla-Efe üçlüsü olarak adaya gittik. Böylece annemlerin adadaki dört ayaklı nüfusu bir buçuk köpek ve bir kediden ibaretken Efe’yle birlikte üç canavar köpeğe çıktı. Bir buçuk diyorum, çünkü Body kapının önünde yaşıyor. Zeze’yle ikisi birlikteyken bizimkinin Allah vergisi yüksek sesini saymazsak çok fazla gürültü olmuyor. Fakat Efe’nin gelmesiyle birlikte geçen seneki çete günlerinin hatırladılar ve sayı üçe katlanmış gibi oldu.
Adada geçirdiğimiz üç gün boyunca kendimi sürekli “Zeze sus, Efe bağırma, Body kes sesini” diye bağırırken buldum. Body dışarıda havlıyor, bizimkiler kapının iç tarafından uluyor. Body havlayarak caddeye koşuyor, bizimkiler bahçe boyunca koşup kıyameti kopartıyorlar. Body kışkırtmalarına bir de bahçedeki kargaları ve kedileri kovalama hırsı da eklenince ben çıldıracak hale geldim. Sokaktaki bütün bisikletlilerle evin kapısından geçen herkesi kovalamalarını ve annemin yakınından yürüyenlere havlamalarından hiç bahsetmeyeyim! En öz çocuğum (ex)kedim Ginger bunların gürültüsünden bahçeye bile çıkamadı, iki gün alt katta saklandı.
Belki de zırt pırt havlayıp Leyla’yı uyutmadıkları için de daha hassastım, bilmiyorum ama iki kedi-bir köpek kombinasyonunun kesinlikle iki köpek-bir kediden daha iyi olduğuna karar verdim bu üç günde. Bizim evde hiç bir zaman öyle çok gürültü olmaz. Efe arada sırada kapıya havlar, bazen de sokaktaki motokuryelere veya karşı apartmanların camlarında gördüğü kişilere söylenir. Karaçi’yle Muşka zaten ağzı var dili yok hayvanlar. Üstelik iki kedi birbirini gayet güzel oyaladığı gibi, Efe’yle de çok iyi anlaşıp oynuyorlar. Annemlerin evi tam tersi. Mikrop Zeze, saat başı mamasını yemek ya da ağzındaki çubuğu almak için Efe’yi ısırıyor. Zeze Ginger’ın poposunu koklarken burnuna tırmığı yiyip Ginger’i kovalamaya başlıyor, ona Efe de eşlik ediyor vs. vs. vs...
Siz ne dersiniz? Sizin kombinasyonunuz hangisi? “Bir köpek hiç köpek, iki köpek çok köpek” mi diyorsunuz, yoksa “ben hiç birini almayayım” diyenlerden misiniz?
PAKO PANO
* Bu bebekler geçici evlerinde ama her an sokağa bırakılabilirler. Sokaktan kurtarılmış iki aylık Somon ve kardeşi için evinizde ve yüreğinizde bir yer var mı? Ev adabına alışkın, ilk tedavileri yapılmış ve sağlıklılar.(533) 622 44 59
* Badem 50 günlük dişi bir kedi ve iki kardeşi var. Yavrularını karıştıran bir kedi onu annesinden kopardı ve sonra da terk etti. Gerçek annesi de sahiplenmedi. Almak zorunda kaldığımız bu yavruların aşılarını yaptırdık. Badem de şimdi kardeşleri gibi sağlıklı, çok cana yakın ve oyuncu. Kuru mama yiyor ve tuvalet terbiyesi var. Onu yalnız bebekken değil, bir ömür sahiplenmek isterseniz arayın. (532) 426 15 60
* Şeker henüz 2 aylık dişi kedi, kardeşi de var. Yağmurda metronun girişinde ağlarken bulduk, annesi gelir diye dokunmadık ama dönüşte yine ağlar bulunca annesini kaybettiğini anladık. Aşılarını yaptırdık. Sağlıklı, tuvalet terbiyesi var. Cana yakın, oyuncu ve şirin yavruya bir yuva arıyoruz. (532) 416 81 47
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2010
Geçen hafta Muşka’nın beşik sevdasından bahsetmiştim. Yazıya a gelen e-postalardan ilginç bir öneri çıktı. Bizimle aynı durumları yaşayan Pınar Hanım (iznini almadığım için soyadını yazmıyorum) bakın nasıl bir çözüm bulmuş:
“Kızımın yatağı boyunda bir karton bulup üstünü çift tarafı yapışkanlı bantla kapladım. Kedimiz Rusty, bebeğin yatağında iki kere zıpladı, patileri yapışınca da, yatağa atladığı hızla geri zıpladı. O gün bugündür Rusty kızımın yatağına hiç girmedi.”
Sanırım ben de tez vakte uygulayacağım. Çünkü salondaki beşiğin üzerini istediğimiz kadar örtelim, sabah mutlaka içinde tüyler oluyor. Bizimki ne yapıp edip mutlaka bir denetime çıkıyor belli ki. Aynı durum bebek arabasında duran ana kucağı için de geçerli. Artık üzerini kapattığımız kumaşların üstünde yatıyor. Naylonmuş, hışırdak kumaşmış umurunda değil. Yeter ki orada olsun.
Pınar Hanım’ın bir de kucakta taşınmayı seven kediler için önerisi var. Bizim öyle bir derdimiz yok Allah’tan ama yine de aktarayım, eminim ihityacı olanlar çıkacaktır. “Kızım doğduktan sonra ilk 2 ay boyunca bir ‘Rusty gömleği’ kullandım. Emzirdikten sonra gazını çıkartmak için omzumda gezdirdiğim için, aynı kıyafetle Rusty’yi patileri omuzumda olarak kucağımda taşımak istemedim. O yüzden kızı kucağımdan indirdikten sonra tişörtümün üzerine eşimin aynı kareli gömleğini giyip Rusty’nin kucağıma çıkmasına izin verdim. Böylece en azından ilk başlarda hem belli bir hijyen sağladık, hem de Rusty’yi üzmedik. O tişörtü her üzerimde gördüğünde koşarak kucağıma atlayışını görmenizi isterdim.”
Efe’nin asansör sevdası
Hamileliğimin son gününe kadar sabahları Efe’yi ben çıkardım sokağa. Hem ona hem de bana iyi geliyordu. Son dönemde sanki halimi de anlamış gibiydi. Hiç çekiştirmiyor, tasmadayken koşmuyor, küçük adımlarla yürüyordu. Ben de ona teşekkürlerimi sunmak için eşelenmek isteği her köşede, koklamak istediği bütün direklerde, ağaç diplerinde duruyordum. Bu sessiz anlaşma sayesinde sabahları sokakta birlikte geçirdiğimiz süre bir saate kadar çıkıyordu. Uzun yürüyüşlerin dönüşlerinde artık yorulduğum için son iki haftada asansörle çıkıyordum eve. Bu sayede Efe hayatında ilk defa asansörle tanıştı. Kapıyı açar açmaz benden önce uslu uslu girip köşede bekliyordu. Bir kere bile burnunu, kuyruğunu sürtmedi duvara.
Rahata mı alıştı nedir, hâlâ asansör peşinde beyefendi. Ne zaman kızla birlikte çıksak, benden ve bebek arabasından önce yerini alıyor asansörde. Üstelik sadece geri dönüşte! Evden çıkışta son sürat merdivenlerden aşağı koşuyor. Artık biraz zor oluyor küçücük asansöre sığmak ama o yine de kararlı. Sıkışıyor, büzüşüyor, ne yapıp edip duvarla bebek arabasının arasına sığdırıyor kendini.
Yazının Devamını Oku 15 Mayıs 2010
Bu kısa özürden sonra hemen evdeki yeni düzeni anlatmak istiyorum. Yeni düzen derken abartmıyorum. Gerçekten her şeyimiz değişti, bizimkilerin yattıkları yerler bile... Ama kimse mağdur, mutsuz değil.
Efe’ye her gün tekrar tekrar aşık oluyorum desem yeridir. Dünyanın en tatlı köpeği, artık dünyanın en tatlı abisi de! Leyla’yı hastaneden eve getirdiğimiz gün bizi biraz korkuttu gerçi. Eve girdiğimizde ana kucağını antrede Efe’nin önüne koyup, “Bak bu senin kardeşin, artık onu da koruyacaksın” dedik. Demez olaydık! Saatlerce viykleyerek etrafında dolandı, kızın yanına çıkmak istedi. O yüzden ilk gece odaya bile almaya korktuk, kapımızı kapatıp yattık. Ama o kadar çok ağladı ki, dayanamayıp gecenin köründe açtık kapıyı.
Korkumuz gereksizmiş. Ne kadar rahat bırakırsak, o kadar sakin oluyormuş meğerse. Efe, teslim olmuş bir mutlulukla geldi, kızı uzun uzun kokladı ve ayak ucumuzdaki yatağına yattı. O günden beri de hiç öyle taşkınlıklar yapmıyor. Arada sırada geliyor, kızı kokluyor, bazen kafasının arkasını yalıyor ve yanına yatıyor. Birkaç kere de elini, yüzünü yaladı, annem duymasın! Leyla kucağımızdayken hep peşimizde, adım adım bizi takip ediyor, gözü sürekli üzerinde. Emzirirken ayağımın dibine yatıp kapıyı gözetliyor. Ama en tatlı, bazen de çıldırtıcı halleri Leyla ağlarken. Peşimizde dolaşıp sanki o da ağlıyormuş gibi sesler çıkarıyor. Kız yıkanırken mutlaka onun da banyoda olması gerek! “Korkma yahu, kardeşine kötü bir şey yapmayacağız” diyoruz her seferinde. En mutlu olduğu anlar, koltukta veya yatakta üçümüz birden kucak kucağa yatarken.
BEŞİKTEN İNMEYEN MUŞKA
Karaçi ve Muşka ne yaptılar derseniz... Karaçi’den başlayayım: Hiçbir şey. Hiiiç umurunda değil. Bazen beşiğin etrafında dolanıyor, bebek arabasını kokluyor, odasını teftiş ediyor ama Leyla’yla işi olmuyor. Şimdilik iyi bir durum. Üstüne oturur falan diye korkmama gerek yok yani. Bir de yeni uyku yeri buldu kendine. Kızın banyodaki küvetinin üstündeki alt değiştirme minderi. Bütün gün ve gece orada takılıyor artık. Yatak odalarına giremediği için ses çıkarmıyoruz. Yakında onun da altını bezleyeceğiz.
Ama o Muşka var ya o Muşka! “Bu evin gerçek bebeği benim, Leyla değil” der gibi bir hali var. Emzirirken gelip kucağıma oturmaya çalışıyor. Sürekli beşikten, yataktan, ana kucağından ve portbebeden topluyoruz herifi. Eminim, boş bıraksak kızın yanına girecek. O yüzden de geceleri salonun kapısını kapatıyoruz, Leyla’ya ait tüm eşyaları örtüyoruz. Yine de halinden şikayetçi gibi değil, çünkü salon ona kaldı.
Leyla’nın eğitici yanları da yok değil. Efe, her kapı çaldığında havlamamayı öğrendi mesela. Yıllardır uğraşıyoruz, kısmet bugüneymiş. Gelen giden o kadar çok ki, çalan her zilde kapıya saldırmak o kadar heyecanlandırmıyor galiba artık. Gerçi Leyla’nın havlamalardan rahatsız olduğu yok. Rahatsız
olan bizdik. Muşka dibine gelip canhıraş miyavladığında da uyumaya devam ediyor Leyla. Havlama ve miyavlamaları anne karnında sürekli duyduğundan, onun için hayatın bir parçası bunlar. Bakalım büyüyünce ne olacak, bu dört ayaklıları gerçek kardeşi mi zannedecek?
Yazının Devamını Oku 20 Mart 2010
Erkek kardeşim şehrin göbeğinde bir semtte, dördüncü kattaki bir çatı katı dairesinde yaşıyor. Evi çepeçevre çatı ile çevrili. Denize yakın bir semt olduğu için cama gelen martı ve diğer kuşlara alışıktı, bir süredir yeni ziyaretçileri var. Kediler!
Evet, çatıya nasıl çıktığını anlamadığımız bir takım kediler, camı açık buldu mu kardeşimin evine dalıp kafalarına göre takılıyorlar. Biri tekir irisi, üstelik de bir girdi mi evin her tarafına koku bırakıyor. Sonra elde çamaşır suyu ve envai çeşit koku baskılayıcı, av köpeği gibi o noktalar bulunup siliniyor. Çıkmıyor tabii... Havalandırma penceresinden apartmana girip, sonra çıkış yolunu bulamayıp paspasa kaka yapmışlığı da var beyefendinin.
Yeni yeni gelmeye başlayan arkadaş ise çok tatlı. Yavruluktan yeni çıkmış, sahipli, boynunda künyesi olan kapkara bir kedi. Yaramaz olduğu kadar oyuncu da! Geliyor, gidiyor, kalıyor; kafasına göre takılıyor. Çalışırken kardeşimi rahat bırakmıyor. Klavyeye, fareye, yazı yazarken kaleme atlıyor sürekli. Kardeşimden bıktığında, kanepe ve civarında ne varsa üzerinde tırnaklarını biliyor! Son aşk objesi, yatak örtüsü. Tiftik tiftik etmiş.
Kediyi seven ama sahibinin merak edeceğini düşünen kardeşim, geçenlerde sahibine bir mesaj yolladı. “Kedinizi merak etmeyin, ortalıktan kaybolduğunda güvenli ellerde vakit geçiriyor. Keyfi yerinde. Koltuklarımı ve örtülerimi parçalamasa daha da çok seveceğim. Adresim, ismim bu” gibilerinden bir mesajı kolyesine takmış.
Cevap, bir iki gün sonra postacıyla gelmiş. Kedinin ismi, cismi, aile bilgileri ve özgeçmişiyle birlikte hem de! Yan apartmandan falan değil, birkaç dam öteden geliyormuş mikrop. “Sizin gibi kedisever komşularımız olduğu için biz de mutluyuz. Aklımız kalmıyor, bu misafirlikten biz de memnunuz...” gibi bir not getirmiş postacı.
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2010
Geçen hafta, “ABD’de bir bakımevinde, ölmek üzere olan hastaları anlayıp, yanlarından ayrılmayan kedinin bildiği vaka sayısı 50’yi geçti” başlıklı bir haber okudum. Amerika, Rhode Island’da yaşayan Oscar isimli kedinin bu özelliği, 2007’de “New England Journal of Medicine” adlı tıp dergisine konu olmuş. Hatta Brown Üniversitesi yaşlılık hastalıkları uzmanı David Dosa, beş yıldır çok nadir yanılan Oscar hakkında kitap bile yazmış. İsmi “Oscar’la Viziteye Çıkmak: Sıradan Bir Kedinin Sıradışı Yeteneği.”
Kendimi bildim bileli şunu da duyarım: Kediler, insanın neresinde bir rahatsızlık varsa hisseder, gelip oraya oturur.
Bir adım daha ileri gidiyorum: Anneme göre kediler uzaylı!
Düşünüyorum, son 10 yılda kaç tane benzer haber okudum diye. O kadar çok ki!
Zamanlarını hatırlamadığım birçok açıklama geliyor aklıma... Bir huzur evi yöneticisinin ağzından: “Ölmek üzere ve yaşam desteği ihtiyacı olan hastalarımızın yataklarını ısıtıyoruz, kediler sıcağı sevdikleri için ona geliyorlar”. Bir başka uzmanın ağzından: “Yaşlı ve hasta kişiler çok sakin yattığı için kedi rahatsız edilme riski olmadan yanına kıvrılıyor. Daha hareketli yatak arkadaşları sık sık döndüğü için kedi rahat etmiyor”.
Hele kedilerin hasta organı bilip, onun üstüne kıvrılması efsanesine çoook gülüyorum. Bu durumda ayak bileğimizden beynimize sağlam bir yanımız olmaması lazım.
Ha, bir kedi üzüntüyü anlamaz mı; anlar! Ağlayan sahibini teselli etmek için gelip yüzünü yalamaz mı; yalar. En hırçın kedi bile sahibinin kederini görüp saatlerce kucağına kıvrılmaz mı; kıvrılır. Ama bunlar başka... İnsanın o an etrafına yaydığı enerjiyle, vücut diliyle verdiği mesajlar...
Yoksa kediler annemin iddia ettiği gibi uzaylı mı? Öyleyse yaşadık! Bir gün başka bir evrendeki bilinmeyen bir galakside yerim garanti!
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2010
Sevgili (!) köpek sahipleri!.. Havalar çok soğuk, her yerde kar var diye mi laçkalaştınız, yoksa benim bilmediğim yeni bir akım mı başladı?
Neden köpeklerinizin kakasını toplamıyorsunuz?
Bu aralar hem sabahları hem de gün içinde gittiğim semtlerde kaldırımlar köpek kakasından geçilmiyor. Çoğu da üzerine basılmış ve yayılmış, muhtemelen birinin ağır küfürlerine sebep olmuş şekilde çıkıyor karşıma.
Biraz saygı lütfen!
Eğer sokağı paylaştığınız insanları düşünmüyorsanız, bari kendi köpeğinizin de o kakalara basarak yarısını eve getireceği ihtimalini göz önünde bulundurun.
Hani, evinde titiz sokakta duyarsız Türk insanını belki böyle korkutabiliriz...
VİCDANINIZ RAHAT MI?
Havalar çok soğuk. Dışarıda yaşayan dostlarımız için ne yapıyorsunuz? Biz kapıda olsun, parkta olsun sokak hayvanları için mamayı eksik etmemeye çalışıyoruz. Sadece apartman kapınızın önüne koyacağınız bir kap mama ve su bile işe yarar. Su kolaylıkla donduğu için arada bir kontrol etmekte, her gün değiştirmekte fayda var.
Sokak hayvanları deyince kışın kuşları da ekleyin lütfen listenize!
Pencerenizin önüne, balkona ılık suda ıslatılmış ekmek ve tahıl koyabilirsiniz. İnternette birçok sitede kuşlar için kolaylıkla yapabileceğiniz tahıl-yağ çubuklarının tarifi var mesela.
Yazının Devamını Oku