Paylaş
Doğduğumuz büyüdüğümüz şehirdeki bütün değişimleri hüzünle kaydetmemizin nedeni bu. Hüzünlenmek için illa somut bir yıkıma da gerek yok. ‘Eskiden bu okulun kapısı paslıydı ne güzel’ diye üzüldüğüm de oldu.
Konu doğduğumuz yerin mazisi olunca asla vazgeçemeyeceğimiz takıntılar var çünkü. Renkler var, sesler var, kokular var, binlerce ıvır zıvır var. Sonsuza kadar yitirilmiş anlar var.
İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir.”
* * *
Emrah Serbes’in “Hikayem Paramparça” kitabındaki bu satırları, şehrine bağlılığı asla solmayan bir çok insana dair çok şey anlatıyor bana.
Hele mevzu “Ankara sevgisi”yse...
O sevgi, sosyal medyada, muhabbetlerde hep nostalji eşliğinde geliyor masaya.
Pierre Nora’nın “Hafıza hatırayı kutsallaştırır” sözünden, hatta Serbes’in “o zamanlı olmak” vurgusundan öte bir mesele bu.
"O zamanlı olmak"tan, nostalji terapisinden de...
Zira Ankara yitirilen, fütursuzca yok edilen, başka bir şeye dönüştürülen hafıza mekanlarının başkenti..
* * *
Ankara’da isimler bile cismini yitirdi; “Kendi gitti ismi kaldı yadigar” misali.
Yenimahalle çoktan eskidi, Varlık Mahallesi yoklukta artık.
Bahçelievler’in bahçesi kalmadı, müstakil evleri apartman.
Söğütözü’nün salkım söğütleri derseniz, değil salkımı tanesi yok.
Kızılay duruyor da, oraya adını veren Kızılay binası yıkıldı. O koca meydanı ise mazi.
Ya diğer meydanlar; Zafer, Sıhhiye, Ulus, Opera, Gar, İtfaiye, Tandoğan Meydanı mı dediniz?
Kediseven Sokak’ta kedi arayın. Bülbülderesi’nde bülbül...
Meydanlarını, heykellerini, parklarını, hatta amblemini yitirdi bu şehir.
Gençlik Parkı, Güven Park başka bir şeye dönüştürüldü, AOÇ başka bir şeye...
Artık Ankara, cismini kaybeden isimlerin başkentidir.
Öyledir de, başta Bahçelievler, Emek Mahallesi’nde onlarca yıllık cadde isimleri, sokak numaraları bile değiştirildi.
* * *
Yanısıra, planlı/plansız, programlı/programsız yapılan şeyler çehresini değiştirdi Ankara’nın. İşleyişini...
Öyle ki, bir belediye başkan adayı çıkıp “Seçilirsem hiç bir şey yapmayacağım, şehri bozan, gereksiz herşeyi yıkacağım” dese... Aklımı da, kalbimi de çeler herhal.
* * *
Bu şehirle aramdaki geçimsizlik tam ne zaman başladı bilemiyorum.
Ama yıllardır artarak, katlanarak seyrettiğini söyleyebilirim.
Öyle ki, Nasreddin Hoca misali geçinmeye de pek gönlüm yok artık.
Çünkü insanın yaşadığı “şehir”le ilişkisi, bazen akrabalık, bazen arkadaşlık, en azından ahbaplık, olmadı selamlaşmak gibi bir şey.
Bir çok ilişki gibi tek taraflı yürümüyor.
Tümüyle kendi başına buyruksa, tüm uyarılara karşı her konuda bildiğini okuyorsa... Her köşesi bozuk düzen değişiyorsa... Hoyratsa...
Selamım ağaçlara, kalan kuşlara, onlara hoplayıp zıplayan kedilere-köpeklere, bir avuç çayıra ve tüm bunları bana hatırlatan insanlara ve bu kenti henüz terk etmeyen arkadaşlarımadır.
Bir de bana hep Ankara’yı hatırlattığı için (de), Tom Waits’in homurdanan kelimelerine:
“Şehrimi küçük bir damla zehirle seviyorum
Kimse delirmek için sıraya girdiğini bilmiyor
Yapayalnızım, filtrenin ardından arkadaşlarımı tüttürüyorum
Ama yağmur yağdıktan sonra daha iyi, temizlenmiş hissediyorum...”
Paylaş