Müslümanların yöneticisi (Emîrul Mü’minîn) sıfatıyla valilerine gönderdiği bir genelgede Hz. Ali şöyle diyor:
“İnsanlar sizin her halde kardeşinizdir: Bu, ya dinde kardeşlik olur yahut da hilkatte yani yaratılışta kardeşlik olur.”
Şimdi biz, Hz. Ali'nin çağlar ötesinden vicdan kulağımıza ulaşan bu sözünün altını çizebilir, ortak paydamız olan ‘yaratılışta kardeşlik’ gerçeğinden hareketle gelecek günlere ilişkin çözümler üretebiliriz.
Bu nasıl olacaktır?
İnsan ortak paydasında birleşmenin gerçekleşebilmesi için atılabilecek ilk adımlardan biri, belki de birincisi, paylaşmaktır. Bir biçimde paylaşmak.
Allah ile aldatan dinci simsarlar ne derlerse desinler, Kur’an’ın yüzlerce ayetiyle istediği de budur.
Bakış açısına göre sebepler, çıkış yolları ve öneriler sıralanabilir. Bir veya birkaç gazete yazısı bünyesinde felsefî ve tarihsel tahliller yapmak hem mümkün olmaz hem de genellikle gereksiz görülür.
Bendeniz, her boyutta ve her mekânda, çatışma ve didişme sürecinden diyalog, barış ve uzlaşma sürecine geçişin omurga noktasına şu başlığı koymanın sonuca götürücü olacağı kanısını taşıyorum:
İnsan Gerçeğinde Birleşmek.
Bunu daha da kısaltarak ‘İnsanda Birleşmek’ şekline de getirebiliriz.
Bu temel başlığın dört alt başlığı olacaktır bu haftaki yazılarımızda:
1. Dinin (dinlerin) gaye olmaktan çıkarılması,
2. İmkânların paylaşılması
3. Nüfusun sayısını değil, niteliğini öne çıkaran bir nüfus politikası.
Ekber’in ciddiyet ve dirayetle neşter vurduğu yaralardan biri de İslam’ı temsil mevkiinde olanların bu dini temsil değil, perişan ettikleri merkezinde idi.
Atatürk’ün bu konudaki fikri de aynen bu idi.
Ekber, tıpkı Büyük Atatürk gibi, İslam tarihinin dram noktalarından birine parmak basarak şöyle diyordu:
“Pek çok kişiyi zorla dinimize soktuk ve bu işi Müslümanlığa hizmet sandık. Ama meselenin esasını öğrenince çok üzüldük. Kendimiz Müslüman olmadan başkasını ona tâbi kılmak saygın bir iş değildi. Zorla gasp edilen bir vicdan dindar olmaz.” (Bayur, aynı makale)
13 asır sürmüş bir süreçtir bu.
Atatürk’ün yaratıcı gayretiyle ümit verici bir sonuca ulaşan bu süreç, onun mirası tahrip edildikten sonra yeniden başlamış bulunuyor.
Bütün İslam dünyasında ve o arada Türkiye’de. ‘Ilımlı İslam’ dedikleri işbirlikçi melanet dini ve onun ‘eşbaşkanlık iktidarı’ bu sürecin yeniden başlatıldığının en şaşmaz kanıtı.
Hayatî gerçeği görelim: Aksi takdirde, daha nice Gazze vahşetlerinin acısıyla kahroluruz.
İşte biz bu yazıda o temel sorun üzerinde duracağız
Bize göre, İslam dünyasının temel sorunu ne ekonomik ne askerî ne de siyasal. İslam dünyasının temel sorunu teolojik...
İslam dünyasının sıkıntısının temelinde dindeki yozlaşmadan kaynaklanan yanlış algılamalar, saptırmalar, dayatmalar, akıldışılıklar, hatta dindışılıklar var.
Bu, yeni değil, asırlardır böyle.
Kendisini ‘İslam âlemi’ diye tanıtan, ama gerçekte İslam’la ilgisi kalmamış bulunan coğrafyalar Kur’an’dan bir hayır görebiliyorlar mı?
Türkiye’deki Haçlı işbirlikçisi ‘din baronları’ ve onların ‘vurgun, soygun, hakaret ve iftira çocukları’ rahmetin temsilcisi olabiliyorlar mı?
Nasıl olabilsinler!
Rahmet kitabı, tüm canlılarda Hakk’ı görüyor; yaş bitkileri bile can taşıdıkları için korumayı, kollamayı öneriyor. Ama zahmet ve kinin çocukları, kentlerine misafir gelmiş 38 sanatçıyı gün ortasında otele kapatıp diri diri yaktılar.
Zahmetin bu kara yüreği, kendisini şirk bataklığından çıkaran nebinin evladına bile acımamıştır. Nerede kaldı Sivas’a konuk gelen sanatçılar!..
O yürek kana ve kine asla doymadı. Çünkü o yürek kara yürek, vicdansız, irfansız yürek. O yüreğin kirlettiği herhangi bir toprakta kan ve gözyaşından başka bir şey gören varsa, beri gelip söylesin!
O yürek, iktidar ve sulta olabiliyor ama rahmet olamıyor. Rahmet olamadığı için de sevgi, barış, mutluluk üretemiyor.
O yürek bol bol katakulli, düzenbazlık, lafazanlık, hokkabazlık üretiyor. Hoşgörü, haklara saygı, içtenlik ve aşk üretemiyor.
Esasen Arapça olan rahmet ve zahmet kelimeleri arasında esrarlı bir ilişki var: Rahmetin ilk harfi olan Ra'ya bir nokta koyduğunuzda, Za'ya dönüşüyor ve karşınıza zahmet kelimesi çıkıyor..
İşlem basit ama anlam farkı çok büyük!..
Zahmet, rahmete tam zıt nitelikler ifade eden bir sözcük...
Rahmet-zahmet ilişkisinin bir benzeri, Osmanlıca'daki göz ve kör kelimelerinde var. Göz kelimesinden bir nokta sildiğinizde kör kelimesiyle karşılaşıyorsunuz. Ve şiirin büyük devi Fuzulî, bir nokta silmekle gözü ‘kör’ eden kâtiplere beddua ediyor.
Tanrısal rahmeti insana zahmete çevirenlere ise tüm insanlık, hatta tüm varlıklar beddua ediyor.
Bir Kur'an terimi olarak rahmet, Türkçe'deki merhamet, sevgi ve şefkat kavramlarının tümünü aynı anda içerir.
İlk ve temel anlam sevgidir.
Zahmete gelince o,
Sevginin esası ise sevilen şeyleri paylaşmaktır.
Hareket noktası, gayesi, tavır ve tarzı ne olursa olsun hiçbir insan ve toplum sevgisiz yaşayamaz.
Bu gerçeği bugüne kadar inkâr eden olmamıştır.
Sevgi, bir büyülü söz olarak, çağlar boyu insanın sürekli dilindedir. Ne var ki, bu dildeki sözü canlı bir gerçek olarak hayata sokmak, hem kolay olmamakta hem de beklenen ölçüde olmamaktadır.
İnsanlığın büyük çoğunluğu sevgiyi romantik bir avunma aracı halinde kelimelerde, sözde bırakmaktadır.
Kur'an sevgiyi yaşayan ve dünyaya yön veren bir değer olarak hayatımıza sokmamız için bazı varoluş ilkeleri koymakta ve insanı sevgi aktörlüğü ile avunmaması için uyarmaktadır.
Bakara suresinin 92. ayeti sevginin büyülü bir masal olmaktan çıkıp erdirici bir değer olarak hayatımıza girmesinin en önemli ilkesini şöyle vermektedir: