Hasta Adam haline getirilen, IMF adındaki modern Düyûnu Umumiye idaresince eli-kolu bağlanan ve nihayet, Kuzey Irak'ta askerinin başına çuval geçirilen Türkiye, Sevr şartlarına uymaya çağrılıyor.
Çuval Olayı göstermiştir ki, Türkiye, ilan edilmemiş bir harbin tarafı ve mağlubu konumundadır. Harbin mağlubu olmanın yüklediği tarihsel hamleyi yapmak yerine, kafamıza çuval geçirenleri memnun etmek için çabalayanlardan bu ülkeye hiçbir hayır gelmedi. Ülkeyi bunalımın tam ortasına attılar.
Onlar, askerimizin kafasına çuval geçirenlerin kafasına çuval geçirmek yerine, Başbakan’ın makam aracı arkasından “Açız, sayın Başbakan, bizi aldattın!” diye bağıran vatandaşın başına çuval geçirip arabaya tıkarak hastanelik edinceye kadar dövme ‘dirayetini’ göstermişlerdir.
Tek parti ile istikrarlı hükûmet edebiyatının sonu devletin istikrarsızlaştırılması oldu. Ülkenin haline bakın: Ordu komutanlığı yapmış üç orgeneral aynı gün gözaltına alınıyor. Gerçekte bir şey varsa kötü, bir şey yok da AKP’nin ‘intikam hırsını tatmin’ sadedinde icraat yapılıyorsa o daha kötü.
Ben burada ciddî bir saptırma ve çelişki görüyorum. Durum bu gün, alışılmış bu teranenin tam tersidir.
İran aslında, beni de Türkiye’ye benzetecekler diye korkuyor. Bir misal olarak İran’daki tesettüre bakalım. İran’da tesettüre ‘hicap’ (örtünme) denir. Bu tesettürde, saçlar görünmeyecek diye bir zorunluluk yoktur. Bizde dayatılan türbana gelince, bu kilise kıyafeti Hz. İsa’nın dinini yozlaştıran St. Paul’un icadı bir rahibe kıyafetidir. Bir tel saç görünmeyecek. Yani türbanla dayatılan örtünme bir İslamî örtünme değil, bir Hıristiyanlaştırmadır. Bunun içindir ki, İran bugün şunu diyebiliyor:
“Türkiye Müslüman bir ülkedir ama dışarıdan yönetilmektedir. Örtünme meselesi dinin dışına itilmiş, siyasal bir simge haline getirilmiştir. Türkiye, Amerika ve Brüksel ne derse onu yapmaktadır. Petrolü de yok; aman kendisini dışarıdan yönettiren bu rejim bana bulaştırılmasın!”
Aslında pratiğe bakarsanız yüz bin camisiyle, din sektörüne harcanan 2 katrilyon YTL ile Türkiye İran’dan daha fazla bir din devleti yapılıvermiştir. Sadece adı konmamış. TBMM’ye bakın, maşallah, ‘tarikatlar konfedarasyonu’ manzarası arz ediyor. Türkiye’deki ‘din üzerinden siyasal kadrolaşma’, Hıristiyanlık'taki ruhban sistemine dönüştü. Molla rejiminde bile böyle bir parayla beslenen böyle bir din sınıfı yok.
Bu gayretin motor gücü, anti-emperyalist İslam’ın iman çocukları olan Müdafaa-i Hukukçuların, Gazi Mustafa Kemal’in ve Türk halkının zulme karşı direnci ve mücadele azmiydi.Dine, Kur’an’ın isteği yönünde akılcı bir yaklaşım, toplumsal dirayet, bir tek Atatürk döneminde gerçekleşti. Ölümsüz Gazi, İslam dinini Elmalılı’nın tefsiri olarak önümüze koydu. TBMM’nin kararı ile yayınlanan o büyük tefsirin yayın harcamalarını da kendi kesesinden yaptı. Böylece dünyaya ve milletine gösterdi ki, o tefsirin vücut bulmasında onun gönlünün hasreti de pay sahibidir.
Bütün bunlar unutuldu, bütün bunları yapan lider ‘dine muhalif’ gösterilmeye başlandı. Halk, Haçlı emperyalistlerin fesat propagandalarıyla aldatıldı. Esas bağrına basması gereken önderine kuşku ile bakmaya zorlandı. Tarihin en büyük vicdansızlıklarından biri tam bu noktada işlendi.
Türk halkı, Haçlı emperyalizm tarafından kurulan tuzağa ne yazık ki düştü. Türkiye’de bugün halk, besmeleyi çekip bir çuval kömür verene teslim oluyor. Ciddî bir yozlaşma var. Türkiye’de toplumun temel mutsuzluk ve umutsuzluk sebebi işte bu sosyal kokuşmuşluk, bu nankörlük, bu vurdumduymazlıktır.
Ben, Türk halkının yıllardan beri ilk defa bu kadar mutsuz, umutsuz ve karamsar olduğunu görüyorum; araştırmalar da bunu doğruluyor. Ekonomi yine duraklamaya girdi. Firavun, Karun ruhlu kadrolar Atatürk’ün kurduğu demiryollarını yaymak yerine, çıkar ve oy uğruna, demiryollarını felce uğratıp karayollarına oluk gibi paralar akıttılar. Bütçemizin büyük kısmı işte bu yüzden petrol alımı için dışarı gidiyor.
Allah ile Aldatmak kitabının yarattığı sarsıntı artarak devam ediyor. Ve yüzlerce insan, günlerdir soruyor:
“Allah ile Aldatmak kitabını niçin yazdın? Bizleri ‘Allah’ adına kimler, nasıl aldatıyorlar?”
Bir kere daha cevap vereyim:
‘Türkiye’yi Kemiren İhanet: Allah ile Aldatmak’; asırlarca sürmüş olan ve bugün hâlâ devam eden bir tahribe karşı yazıldı. Başka bir deyimle, Batı’nın, İslam dinini emperyalist bir siyaset aracı olarak kullanmasına ve bu kullanımın Türkiye’de yarattığı tahribata karşı bir uyarı ve bir çıkış yolu olarak yazıldı. Dinimizin adını değiştirerek, Türkiye ve din üzerinde oynanmak istenen oyunları deşifre etmek için yazıldı.
İngilizler İstanbul'u işgal ettiklerinde ilk istedikleri, Cuma selamlığındaki askerlerimizin oradan uzaklaştırılması olmuştur. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 8/138)
Türkiye, benzeri bir rahatsızlığa, AKP iktidarı döneminde tanık oldu. Anımsayalım, bir AKP 'milletvekili'nin TBMM'deki 'Mareşal Atatürk' tablosuyla, TBMM'de güvenlik görevi yapan askerlerin yürüyüşleri sırasında çıkardıkları seslerden şikâyeti üzerine, 2000'li yıllarda tartışılmıştı.
Aynı AKP'nin kurmay isimleri Türk Ordusu'ndan rahatsızlıklarını değişik vesilelerle ve değişik tavırlar sergileyerek ortaya koymaktadırlar. Bir milletvekilinin,Türk Ordusu'na mensup birliklerin ve okulların Ankara dışına çıkarılmasını ve başkentin 'askerî bir kent' görünümünden kurtarılmasını istemesi ayrı bir örnektir.
Ayrı ve talihsiz bir örnek...
Bugünkü dünya şeytanın cenderesinde kıvranıyor. Şeytan, şerrin sembolü. Bu demektir ki, bugünkü dünya şerrin cenderesinde kıvranıyor.
Bugünkü dünyayı şeytan yönetiyor.
Sebep, elbette ki insanın tembellikleri, şehvetleri, suçları, gafletleri, dalaletleri, hıyanetleri, nankörlükleridir. Şimdi, Tanrı, insanlığın ne yapıp nasıl bir tavır sergileyeceğine bakıyor. Sergilenecek tavra göre, yarınlar ya daha kahırlı olacak yahut da mutlu. Ama bu şekilde asla devam etmeyecek.
Evet, yeni yüzyıl iki ihtimalden birine gebe: Ya daha kahırlı bir dünya yahut da mutluluk, rahmet ve berekete açılmış bir dünya. Üçüncü ihtimal yok.
Yaratıcı, yeryüzüne gönderdiği her canlının, özellikle insanın rızkını çok önceden yeryüzü sofrasına göndermiştir. Hem de cömertçe, bol bol. Ancak birilerinin israf ve tasallutu büyük kitlelerin normal ihtiyaçlarını karşılanmaz hale getirmekte ve dengeler altüst olmaktadır. Konunun büyük otoriteleri şu hesabı önümüze koymaktadır:
“Aşırı harcamalara ilişkin rakamlar, dünyadaki yoksul kesimin ihtiyaçlarını karşılamanın çok masraflı olacağı iddiasını çürütmektedir. Yoksulların yeterli gıda, temiz su ve temel eğitim ihtiyaçlarının karşılanması için gereken para, insanların bir yıl içinde makyaj malzemelerine, dondurmaya ve evde beslenen hayvanların mamasına harcadığından daha azdır.” (World Watch Institute’ün ‘Dünyanın Durumu’ adıyla yayınlanan raporu, TEMA VAKFI yayınları, İstanbul 2004, 5-6)
Tabiatın dünya sofrasına gönderilen nimetlerin, mesela yüz kişiye yetecek bir kısmına, zalim ve doymaz üç-beş el musallat olduğunda diğer doksan küsur kişi aç kalabilmektedir. World Watch Institute’ün raporlarından alınan şu satırlara bakın:
“Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da yaşayan % 12’lik kesim, dünya genelindeki kişisel tüketim harcamalarının % 60’ını yapmakta, Güney Asya, Orta ve Güney Afrika ülkelerinde yaşayan ve dünya nüfusunun üçte birini oluşturan insanların harcama oranı ancak % 3.2’ye ulaşabilmektedir.” (Bir önceki yayın, s. 5-6)
Kur’an, insanın, kendisine anlatılanı anlayacak donanımla dünyaya gönderildiğini defalarca ifade eder.
Bütün peygamberler ‘mübîn’ insanlardır. ‘Mübîn’; apaçık anlatan, ayrıntılarıyla anlatan kişi demektir. Kutsal metinlerin ortak niteliklerinden biri de onların ‘mübîn’ olmasıdır. Yani, tanrısal anlayış ve yönteme göre, hem anlatan mübîndir hem de anlatma konusu yapılan. Başka bir deyişle, hem peygamber mübîndir hem de getirdiği kutsal metinler.
Yaratıcı Kudret şunda ısrarlıdır: Zahmete katlanmayı göze alanlar, anlatmayı er-geç başarırlar. Ve bu başarı hayatın ve insanın başarısı olur. Bu başarı mutluluk ve rahatlık getirir.
Yaratıcı Kudret, yaratıp donattığı insanın anlama gücünden emindir. İnsana iyi niyet ve sabırla hitap edildiğinde, yani anlatıldığında, insan, anlatılanı anlayacaktır. Anlatacak bir şeyiniz yoksa veya anlatılacak olanı anlatamıyorsanız bunun suçu anlatıcınındır, dinleyenin değil.