Yeni bilirkişilik dönemi ile bilirkişilik temel işlevinden saptırılarak bir meslek haline getirilmiş ve TMMOB alandan tamamen dışlanmış, Bilirkişilik Danışma Kurulu’nda bir temsilci bulundurma dışında bir rol verilmemiştir.
Ülkemizin en önemli anayasal kuruluşlarından biri olan TMMOB ve bağlı odaları ülke kalkınmasında ve ekonomisinde yaşamsal işleve sahip meslekleri bünyesinde barındırmaktadır. Ancak 6754 sayılı yasa ile mesleki uzmanlık alanlarımızın, bilirkişilik hizmeti veren/verecek olan üyelerimizin mesleki yeterliliklerinin belirlenmesi ve sicillerinin tutulması gibi süreçlerdeki etkinliğimiz kısıtlanmış ve mümkün olan en doğru biçimde yerine getirilmesi yönündeki çabalarımızın önü kesilmiştir.
Hal böyleyken ve TMMOB olarak bilirkişilik heyetlerinde ancak ve ancak SPK lisanslı mühendis ve mimarların görevlendirilmesi gerektiğini savunurken, bu alanın bir de gayrimenkul değerleme şirketlerine açılması adalet terazisinin dengesini onarılmaz şekilde bozacaktır.
Bu değerlendirmelerimiz kapsamında bir kez daha tekrar ediyoruz; özel hukuk tüzel kişilerin yani şirketlerin bilirkişilik yapmasına olanak tanıyacak düzenlemelerden kaçınılması ve Bilirkişilik Kanunu’nun bu düzenlemelere cevaz veren hükümlerinin de acilen kaldırılması gerekmektedir. Emin KORAMAZ-TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
‘KARİA’NIN MOZAİKLERİ’ KONULU SEMPOZYUMDA 28 BİLDİRİ YAYINLANACAK
ARKEOLOGLAR MİLAS’TA BULUŞUYOR
Her yıl Milas’ta yapılan ve bu yıla kadar 15 farklı ülkeden en seçkin arkeoloji uzmanlarının katıldığı ‘Karia, Karialılar ve Mylasa Sempozyumu’nu 1-2 Eylül Cuma ve Cumartesi günleri Milas’ta yapılıyor. Bu yılki sempozyum, ABD’nin Kalifornia Üniversitesi’nden (Distinguished Professor/Ordinaryüs) Prof. Dr. Fikret Yegül ve İngiltere’den Oxford Üniversitesi’nden Afrodisias Kazısı Başkanı Prof. Dr. R.R.R. Smith’in onuruna düzenleniyor.
Sempozyumun bu yılki ana teması
Artarak devam eden iç göçe dış göçün de eklendiği şu günlerde sanayi kuruluşları da ekonomik kaygılarla ucuza kaçma eğilimine girebiliyor. Bu sanayi kuruluşlardan birkaç tanesi, zaten atık kaynakları ile çevrili şehrimizin kuzeyinde yaz aylarıyla birlikte dayanılmaz hale gelen bir kokuya neden olmaya başladı. Bölgemizdeki sanayi yerleşiminin en yoğun olduğu Çorlu-Çerkezköy yolu çevresindeki fabrikalar aynı bölgedeki yerleşim alanları ile de iç içe.
Edirne-İstanbul otoyolu bölgesinden doğarak Çerkezköy-Çorlu yolunun doğusundan güneye doğru inen dere bölgenin en kirli ‘atık kanallarından’ biri. Çorlu Mühendislik Fakültesi önünden geçerek Çorlu şehir yerleşimine ulaşan bu atık kanalı yaşam alanımızın da bir parçası ve ölüm kusuyor.
İşte bu derenin adını aldığı Velimeşe Mahallesi’ndeki Hacışeremet mevkiinde birkaç kilometrelik bölgede deşarj edilen kimyasal zehirler bu kokunun kaynağı. Yan yana dizilmiş birçok fabrikanın arka cephelerinin yakınından geçen bu atık kanalı büyük bir suç kanalına da dönüşmüş durumda. Evet, ‘suç kanalı’. Atıkları kanala deşarj etmek, Çevre Kanunu kapsamında bir suç ama bu kadarla da kalmıyor. Bu deşarj işlemi özellikle cuma ve cumartesi geceleri, 22.00 ve sonrasında yapılıyor ve salınan kimyasal zehir kuru dere yatağındaki posayı da reaksiyona sokarak Çorlu yönündeki akışını sürdürerek dere boyunca oluşmuş küçük su birikintilerinde çözülüyor.
HALK TEPKİLİ AMA...
Bu kanaldan yayılan pis koku ile birleşen kimyasal zehir, gece hafif şiddetteki rüzgâr ile Çorlu şehir merkezine ulaştı. Nemli havanın da etkisi ile çökerek cadde ve sokakları sabah gün ağarana kadar ölümcül bir zehir kaynağı olarak evlerin içlerine doluyor. Son iki hafta Çorlulluar isyan ettiler. Halkın tepkisi, Alo181, 112, 155, belediye, bakanlık, CİMER şikâyetleri ile geçen ve bölgenin tek gündemine dönüşen bu rezalete rağmen 25-26 Ağustos geceleri de yaşanan zehirli kimyasal deşarjının hedefinde (rüzgârın da etkisiyle) bu sefer Ergene ilçesinin kokuyla özdeşleşmiş olan mahalleleri: Cumhuriyet, Yeş iltepe ve Sağlık vardı.
DİLOVASI VE ÇAYIROVA GİBİ OLDUK
Çorlu Belediyesi’nin çağrısıyla bir çevre danışma toplantısı yapıldı. Oradaydık. Kim yaptı, yapanı nasıl buluruz, ne ceza uygulanacak, olmaması için ne yapmalı gibi sorulara cevap aramamız gerekiyordu...
Kesin olan şu ki bu tür sorunları denetlemek, önlemek, bulmak, ceza kesmek ve benzeri her türlü yaptırım Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yetkisinde. Cumhurbaşkanı
İşte bunlardan biri daha. ‘Su sorununu gündemde tutmak lazım’ diye başlayan yazı şöyle:
“İklim modellerinde, Türkiye önümüzdeki yıllarda sıcaklık artışlarından ve yağış azalmasından en fazla etkilenecek bölgenin (Doğu Akdeniz) ortasında yer alıyor. Bu demektir ki önümüzdeki yıllarda kuraklık sorununu artan sıklıkta yaşayacağız. Derelerimiz kuruyacak, nehirlerimiz cılızlaşacak. Türkiye genelinde kentlerimizin su gereksinmesini planlarken yüzeysel su dışındaki kaynaklara da çok ciddi bir şekilde bakmamız lazım. Bunlar neler? En başta yeraltı suları ve deniz suyu. Günümüz teknolojileri ile az tuzlu yeraltı sularını ve özellikle Karadeniz suyunu, kullanma suyuna dönüştürecek tesislere yatırım yapmamız gerekli. Bugün kuraklık sorunu yaşayan ve denize kıyısı olan birçok kentte deniz suyunu tuzdan arındırma (İngilizcesi ile desalination) tesislerine muazzam yatırımlar yapılıyor. ABD’den Çin’e örnek çok ama en çarpıcısı İsrail’den...
Günde 624 bin metreküp (İstanbul’a günde verilen 3 milyon metreküp suyun yaklaşık yüzde 20’si) deniz suyu arıtma kapasiteli Sorek deniz suyu tuzsuzlaştırma tesisi Ekim 2013’ten bu yana işletmede. Dünyanın en büyüğü. Üstelik Akdeniz’in binde 30’un üzerindeki tuzlu sularını arıtıyor. Ben Karadeniz’in binde 18 civarındaki tuzlu suyunu arıtmaktan bahsediyorum. İstanbul’un su güvenliği için birkaç ayrı lokasyonda deniz suyu arıtma tesisi gerekli.
DEPREM DEPOLARI VE SIĞINAKLARI İNŞA EDELİM
Ağustos 2023’te yerbilimcilerin İstanbul için kritik uyarıları ‘sık-sık’ yer almaya başladı: Raflar proje dolu. Dünyada en fazla deprem hazırlık projesi yapan Türkiye’dir eminim.
Ben de yazılarımda projeler-çözümler için karantinaya alınsın demiştim, deprem manifestosu hazırlamıştım. Kimse dikkate bile almadı. İşte deprem manifestomdaki son önerim:
Kıyamet tohum depoları inşasından esinlenerek, ‘deprem depoları ve sığınakları ve deprem toplama alanları’ inşa edilebilir. Deprem büyüklüğüne dayanıklı sığınaklar inşa edilebilir. Sığınakları yerüstünde kalan tabliyeleri de deprem toplama alanlarına dönüştürülebilir. Sığınak tünellerin katlı olarak inşası olasıdır.
Veya... Deprem toplanma alanları çoğaltılmalı, asla imara açılmamalı. Açılanlar da kamulaştırılıp buradaki yapılar deprem sığınma evlerine dönüştürülmeli. Ayrıca her hastane, üniversite, büyük kamu ve de özel yapıları deprem toplanma alanları olmalı.
Prof. Dr. Tolga Yarman’ın önceki gün Aydınlık’ta yayınladığı yukarıdaki başlıklı yazısını gördük. 25.07.2014 yılında aynı konuda hocamızın sözünü ettiği bir projeydi.
Şimdi sorunu daha da açmış, gayet ilginç unsurlar taşıyordu. Sözü Sayın Yarman’ın yazısına bırakalım:
* Yıllar önce (1990), hazırlayıp İSKİ’ye sunduğum Terkos Gölü’müze, bunun önündeki Karadeniz’in berisindeki, Sazlıklı Dere’nin suyu ile karışınca daha da az tuzlu olacak Karadeniz suyunun basılmasına...
Keza, Darlık Barajı’mıza, zaten Şile Ovası’nın neredeyse bir karış altı, tatlı su olup sahildeki kumsalın altından alınınca, tuzluluk derecesi iyice düşecek, ayrıca bir nevi arıtılmış olacak, demek ki yine Karadeniz suyunun basılmasına...
DENİZE KAÇAN SULAR
Aynı bağlamda, Darlık Barajı’nı yalayarak Karadeniz’e kaçan Yeşilvadi Deresi gibi, baraj göllerimize katılmadan, denize kaçan sularımızın, bu göllerimize kazandırılmasına yönelik projem, daha o vakit gerçekleştirilmiş olup İstanbul’un, hani ‘vurgulamak’ üzere ‘hafiften abartarak’ söyleyecek olursak:
Karadeniz tükenmedikçe, su sorunu yoktur!
Anlattıklarımı 30 yıldan fazla bir süre önce, projeyi gerçekleştirmiş uygulayıcıların tarafıma yazdıkları ekli, vefa dolu,
Bu vesileyle Atatürk’ün daima hatırlanacak olan anıları ve yaşam hikâyesi bir kez daha canlandı gözlerimizde. Atatürk’ün ve arkadaşlarının değerini bir kez daha anladık. Kamuoyu, onların kendi toplum tarihindeki yerleri, gene bu tarihin fermanlarıyla tahsis edilmiş, kendi mülkleri gibi değil midir? Zaten Atatürk ve silah arkadaşları bu tarihte toplumların kaderine kendi kanları, gayretleri, fikirleri ve alın terleriyle çok şeyler katmışlardır. Toplumların hamuru ile yoğrulmuş, direğiyle dikilmişlerdir
Mustafa Kemal Paşa, başka bir şeydir. O gerçek bir kahramandır.
Nutuk’u unutmayalım... Yurdumuzun parçalanıp işgal edildiği günlerden başlayarak Türk tarihinin dönüm noktasını açan Kurtuluş Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve inkılaplarının yapılmasını... Kısaca siyasi ve milli tarihimizi birinci elden anlatan kaynak bir eser Nutuk... Bir daha okuyun, okutunuz.
Yakın Türk tarihini yakından inceleyen hocamız Serhan Güngör bir saptama yapıyor: “Atatürk’ün Nutuk’una karşın, 19 Mayıs 1919’la başlayan Erzurum ve Sivas Kongreleri ile devam eden hareket, siyasi hayatımızı yeterince incelenmiş değildir” diyor. Bu nedenle çok kafa yormuş, inceleme ve araştırmaları neredeyse 30 yıl sürmüş. O yüzden kendi tez çalışmasının dikkatlice ve süzülerek okunması gerekiyor bizce.
Bir siyasetçinin saptamasıyla şunu gördük:
Atatürk hiçbir zaman helal, haram nedir bilmedi. Mehmetçik’in temelini attı. Bu nedenle bölgede Yunan hücumu başlayınca Afyon’u kale gibi koruması, askeriye tarihlerinde ders oldu.
Bir yüzyıl öncesinde bazı şeyleri kavramak pek mümkün değil. Ama daha bilinçli hale geldikçe, olgunlaştıkça, tarihimizin muazzamlığının büyük bir destan olduğunu kavrıyoruz. Güçlü tarihimizin antik çağlardaki gibi geride kalmadığını, öyküler içerdiğini yaşadıkça görüyoruz, hatta değerini de...
Ordu ve bürokrasiye bakarsak... Uzun bir akış var. Bu yolculuk bize ilham kaynağı oluyor ve yol gösteriyor.
DÜN 23 Ağustos Çarşamba idi. 101 yıl önce Ağustos 1921’de 22 gün sürecek, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası Sakarya Muharebesi başladı. Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan Kurtuluş Savaşı’nı zafere götüren Büyük Taarruz emrinin verildiği Kocatepe’de, şanlı zaferin ilk adımının atıldığı tepede gözyaşlarımızı tutamadık. Önce Sakarya’daki başarının öyküsüne dönelim.
ATATÜRK BAŞKOMUTAN ATANDI
Eskişehir-Kütahya muharebelerinde yenilen Türk Ordusu’nun Sakarya Nehri doğusuna gayet hızla bir biçimde çekilmesiyle başlamıştı. 27 Temmuz’da tamamlanan çekilmenin ardından cepheden dönen milletvekillerinin hazırladıkları raporun 2 Ağustos’ta Meclis’te okunmasıyla başlayan görüşmeler, iki gün sonra Mustafa Kemal Paşa’nın ‘başkomutan’ atanmasını gündeme getirmişti. 5 Ağustos’ta bir kanunla da Mustafa Kemal Paşa üç aylığına ‘başkomutan’ olarak atanmıştı.
DÜŞMAN ANKARA’YA 50 KİLOMETRE YAKLAŞTI
Anıt çevresine yerleştirilmiş olan ve ‘hurdalık’ izlenimi veren iki uçağın çok sonraki döneme ait olduğu belirtiliyor. Orman Bakanlığı’nın Milli Parklar yönetimindeki bu yeri ziyaret edenler, uçakların burada bulunma sebebini anlayamadığı gibi bu halleriyle görüntü kirliliği yarattığını da savunuyorlar.
TURİZM ŞEHİRLERİ ALARM VERİYOR
Türkiye’nin çok değerli turizm bölgeleri sağlıksız, çarpık ve kaçak yapılaşma dahil altyapı yokluğuyla boğuşarak, hem tatilcileri ve hem de kent sakinlerini canından bezdiriyor. Buna bir de yönetimlerin becereksizliğini, işbilmezliğini, acemiliğini de eklemek gerek.
Her şeyin kabahatini Ankara’ya yükleme yanlışlığından vazgeçmeliyiz.
Turizm bölgesi belediyeleri iyi, akıllı, planlı programlı yönetilmiyor. Günlük yerel politikalarla geçiştiriyorlar işi. Yanlış üstüne yanlış yapıyorlar.
KUŞADASI’NDA DAĞ TAŞ BETON
Şu Kuşadası’nın haline bakın. Geçmişin en önemli, en görkemli turizm merkeziydi. Bugün tanınamayacak hale geldi. Dağı taşı betona buladılar. Çeşme-Alaçatı-Ayvalık, Foça ve çevresi felakete gidiyor. Didim, Bodrum, Akyaka, Marmaris, Göcek perişan durumda. Hele Kaş’ı, Kalkan’ı ve Antalya’ya kadar uzanan o güzelim sahilleri hiç sormayın. Tüm tarım bölgelerini bile altyapısı olmayan yapılarla heder etmişiz.
Koton gönüllüleriyle birlikte iki günlük Afyon turundayız yani. Koton firması ilginç bir proje yürütüyormuş. Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılına özel bir logo tasarlamış; bir “100. Yıl Manifestosu” yayınlamış, 245 mağazasını kırmızı-beyaz giydirmiş, müşterilerine Cumhuriyet için özel koleksiyon hazırlamış; personeli rozetler takmaya başlamış... Koton Radyosu, Cumhuriyet marşları çalıyor; 29 Ekim törenleri için Cumhuriyet Korosu hazırlanıyor. Ata’mızın sevdiği şarkıları hep birlikte söylemek için sabırsızlanıyorlar bugünden...
Meğer bu etkinlik 2023’ün başından beri sürüyormuş. Adım adım Cumhuriyet’e hayat veren şehirlere; önce ocak ayında Selanik’e, daha sonra şubatta İzmir’e (İktisat Kongresi), 18 Mart’ta Çanakkale’ye, 23 Nisan’da Ankara’ya, 19 Mayıs’ta Samsun’a, 21 Haziran’da Amasya’ya (genelge), 23 Temmuz’da Erzurum’a (kongre) gitmişler. Ziyaretlerde konuklara İstiklal Harbi ve muharebe alanları uzmanı olan, Türkiye’nin tek rehberi Doç. Dr. Serhan Güngör eşlik ediyor... Ağustos ayı ziyareti için de Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz!un yıldönümünde Afyon Kocatepe’deydik dün... Cumhuriyet’imizin 100 kuruluş yıldönümünde anlamlı bir tur...
ATATÜRK, SAVAŞ EMRİNİ VERİRKEN ‘ÇALIKUŞU’NU OKUYORDU
Başkomutan Atatürk, 20 Ağustos öğleden sonra cephe komutanına 26 Ağustos sabahı düşmana taarruz edilmesini emrediyor. 20-21 Ağustos gecesi komutanlarla bir toplantı yapıyor. Başkomutan, mareşal üniformasıyla katıldığı bu toplantıda 1. Ve 2. Ordu Komutanlarına harita üzerinde taarruzun nasıl yapılacağını anlattı. Müzakere sırasında müşkülat çıkaranlara Atatürk kısaca ve sert bir cevap veriyor. “Harekete inancı olmayanlar istifa etsin. Ben bütün mesuliyeti üzerime alıyorum” diyor. Sinan Meydan’ın ‘Kurtuluştan Kuruluşa Cumhuriyet’ kitabında, karargâh subayı Mahmut Soydan’ın notlarına göre: “İki gündür Paşa, Çalıkuşu romanını okuyor. Öyle beğendi ve sevdi ki!” (Aydemir, s.474)
Büyük Taarruz 1922’de başladı. Türk Ordusu İzmir’e doğru ilerledi, 9 Eylül sabahı şanlı Ordu, İzmir‘e girdi, ardından bayrak çekildi Kadifekale’ye, resmen ilan edildi şanlı zafer İzmirliye...
İlber Ortaylı, “Tanzimat’tan başlayarak Cumhuriyet’in 100’üncü yılı olan 2023’e doğru safha safha geldik. Büyük bir tarihi yolculuktur bu. Bu nedenle dikkatle gözden geçirilmelidir” diyor. Cumhuriyet tarihini yeni baştan anlamadan 1924’e ve 1982 için bu turun bugün daha iyi anlaşılması için, Cumhuriyet’i içtenlikle seven Yılmaz ailesinin bu etkinliği kitaplaştırması inanılmaz bir değer katacaktır Cumhuriyet’e dönük yayınlara... Cumhuriyet’imizi bir sorumluluk duygusu ile sahiplenen Yılmaz ailesinin bu girişimini kutlamak gerekiyor.
(1876’dan 1924’e ve 1960’a, 1982’ye ve 2023’e ulaşan Anayasa metninin, yeni bir Anayasa yapma girişiminin çağdaşlığı, hak ve hukuku daha sağlıklı bir metne dönüştürmesi dileğini de iletiyoruz.)
BÜYÜK ZAFER’/ BÜYÜK TAARRUZ