Yapısal ilkeleri gereği CHP kurultayları sancılı da geçse, heyecan ve coşku hiç eksik olmamıştır. Ne yazık ki bu kez durum çok farklı. Halk bıkkın, öfkeli, umutsuz... Ve içine düştüğü açmaza sebep arıyor. Dolandırmadan koyalım ortaya. Müsebbip siz görülmektesiniz Sayın Kılıçdaroğlu. Bu nedenle de ta baştan açık edelim sözümüzün özünü: Aday olmayın.
Ben kim miyim? Siyaseten huzura ermiş bir ülke dışında hiçbir kişisel ikbal kaygısı taşımayan, ODTÜ ‘68 kuşağı’ndan bir neferim. 80’in üstüne merdiven dayamış olsam da ununu eleyip eleğini asmışlardan değilim. Eğitimciyim. Okuyan, yazan, düşünen, konuşan birisi olarak da bilinirim. CHP üyesiyim. Parti kademelerinde görevler de aldım.
Şayet, düşündüğünü söylemede, laik, demokratik sosyal hukuk devletini savunmada, yurtseverlikte, Ata’nın Gençliğe Hitabesi’ni ‘sefer görev emri’ bilmekte, haksızlıklar karşısında direnmede ‘senden-ondan-bundan geri kalır değilsem’ ülkemin yararına inandığım konularda taraf olmayı salt hak değil görev de bilirim.
Bir aydın olarak şunu açık yüreklilikle söylemek isterim ki; saplanıp kaldığımız bıkkınlık, öfke ve umutsuzluk bataklığından tazelenmiş bir umutla çıkışa bir fırsat tanımak adına yoldan çekilmenizi doğrudan talep ediyorum.
Vatandaş ise daha yüzlercesinin sayılabileceği hata, olumsuzluk, duyarsızlık, güvensizlik -dilim varıp da aymazlık diyemiyorum- karşısında bile gereğini yaptı. Ama halkın içine sinmedi.
Mehmet Halil ARIK-Emekli eğitimci
BİLİYOR MUSUNUZ?
- İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
Bundan dolayı hava kirliliği, kuraklık, sel ve su baskınları gibi doğal afetler İstanbul’un yaşamsal sorunu oldu. Nüfusla birlikte şehirleşmenin de hızla büyümesi su havzaları ile askeri alanların üzerindeki imar baskısını olağanüstü artırdı. ‘Çevre Düzeni Planları’ ile ‘İmar Yasaları’ söz konusu baskının bertaraf edilebilmesinde bugüne kadar yeterli olamadı. Korunması gerekli su havzalarında yapılaşma mantar gibi çoğaldı.
İstanbul’a yıllardır nefes olmuş alanlarda yapılaşma yasağının ‘anayasal güvenceye’ye alınması artık kaçınılmazdır. Bu sahaların mülkiyetine bakılmaksızın tamamen ağaçlandırılarak ormana dönüştürülmesi ve orman vasfıyla tapuya tescil edilmesi gerekmektedir. İstanbul’da bıçak kemiğe dayanmıştır. Başta askeri alanlar olmak üzere bugüne kadar imara açılmamış sahalar İstanbul için son şanstır. Söz konusu sahalar halkın rekreasyon ihtiyacını da karşılayacak gerçek Central Park’a benzeyen devasa yeşil alanlara (Millet Bahçeleri) dönüştürülmelidir. Ranta boyun eğerek yapılaşmaya açılması İstanbul’a ve İstanbulluya yapılabilecek en büyük kötülüktür. Havzaların ve askeri sahaların imara karşı anayasal güvenceye alınmasıyla İstanbul’un ekosisteminde kayda değer pozitif değişiklikler olacaktır. Kuzeye hapsedilmiş ormanlık alanlar ilin tamamına yayılacaktır. Yeni tesis edilecek ormanlarla birlikte kişi başına düşen ‘aktif yeşil alan’ miktarı da önemli ölçüde artacaktır. Söz konusu sahalarda imar rantına yönelik beklentiler ve baskılar da tamamen son bulacaktır. Doğal çevrenin tahribinden kaynaklanan felaketlerde de büyük ölçüde azalma görülecektir.
Kısacası; İstanbul kurtulacaktır.
Başta ilgili kamu kurumları olmak üzere İstanbul’daki tüm belediye başkanlıklarını ve sivil toplum örgütlerini İstanbul’u kurtaracak çevre projesine destek olmaya ve söz konusu projeyi sahiplenmeye çağırıyorum.
Yarın çok geç olmadan!
Faruk ÇEBİ-Orman Yük. Müh., KÜREM-DER Genel Başkanı
‘ALTI OK BÜTÜN YOLLARI AÇAR’
CHP
Türk Borçlar Kanunu’nun 347. Maddesi’ne göre; 10 yılı dolduran konut ve işyeri kiralarında, kira sözleşmesinin sebepsiz olarak feshedilmesi, insan haklarına aykırıdır. Hiçbir sözleşme; sebepsiz yok etme hakkı ile sona eremez! İnsanlığı yok sayan bir kanundur; hukuki ve vicdani değildir.
Mülk sahibi-kiracı faciası artarak devam ediyor. Mazlum çoğunluğun feryadı vicdanları dağlıyor. Kiracı faciası; olaylar ve cinayetlerle daha ne kadar devam edebilir! Türk milletinin vicdanı kanamaktadır.
Mazlumu sebepsiz olarak yok eden, güçlüyü ise sebepsiz olarak canavar yapan bir kanundur. Ülkemizin yüzde 46’sı konut ve ticarethane olarak kiracıdır!
Bu kanun, sözleşme hürriyetine haksız müdahaledir!
Hukuk devleti ilkesi ve kamu yararı korunmalı ve toplumsal barış sağlanmalıdır.
Hedefimiz adalet meşalesi olsun.
Yavuz KAYA
TÜRK-İŞ’TE SEÇİM ZAMANI
Sonra davaya ilişkin beyanları alındı. Mahkemeye Av. Murat Hazinedar ve yardımcısı Hüseyin Avni Sipahi başta olmak üzere diğer tanık ve sanıklar katıldı.
Mahkeme heyetinin önünde ilginç ifadeler verildi; Hüseyin Avni Sipahi’nin önemli bir tespiti vardı: Tanıklar ilk verdikleri ifadelerinin hepsini unutmuştu. Heyete hitaben Sipahi şöyle dedi:
“Siz soruyorsunuz ancak hiçbiri hatırlamıyor, neredeyse tamamı alzaymır hastası olmuş. Biz bu ifadeler neticesinde tutuklandık. Tek bir şikâyetçi burada değil, niye hapis yattık! Ben beraatimi istiyorum.”
Eski Başkan Av. Murat Hazinedar sert bir savunma yaptı; anlaşılan elindeki belgeler sağlam. “Benimle ilgili tek bir suçlama yok, vâkıfa bağış yapanlar içinde tek bir şikâyetçi yok, ben Beşiktaş ilçesinde imar rantına karşı durduğum için başıma bu geldi” derken, -eski bir vekili adını vermeden bir arsa spekülatöründen bahsetti- salondakiler arasında fısıldadı. Ancak biz adını yazmayalım. (Biz de hakkındaki yolsuzluk ve usulsüzlükleri gündeme getirince Belediye Meclisi’nde dediklerini unutmuyoruz)
Şöyle devam etti: “Beşiktaş Belediyesi’nde şu an benim dönemimin on misli inşaat ruhsatı veriliyor, rantın önünde kimse duramaz.” (Şimdiki başkan Rıza Akpolat döneminde, verilen ruhsat sayısının talep edilmesini istedi) “Benim yıktığım yer şu anda restoran olarak hizmet veriyor” diyerek isim vermeden Rıza Akpolat’ı eleştirdi.
Sipahi’ye dönerek “Kendisi beni ‘Böyle gidersen toslarız, toslarsın’ diye defalarca uyardı” dedi. Son olarak kendisi tarafından özellikle Beşiktaş Belediyesi’ne getirilen, başkan yardımcısı yapılan Rıfat Örnek’e dönerek dolaylı kendisine ihanet ettiğini, kendisinin ifadesi yüzünden tutuklandığını söyledi.
Örnek ise ilk ifadesini hatırlamadığını, baskı altında olduğunu söyledi. Duruşma 14 Şubat 2024 tarihine ertelendi.
BOMBACI OĞUZ DEMİR NEREDE
Hangi dine mensup olursak olalım hepimiz birer hazret-i insan olduğumuzu unutmayalım. Yüce Kudret, Kuran-ı Kerim’de “Bir insan öldürmek bütün insanlığı öldürmektir. Keza bir insanı yaşatmak bütün insanlığı yaşamaktır” buyururken Hz. Muhammed’in Medine İslam devletinde bir gün bir sahabenin dükkanını ziyareti esnasında caddeden bir cenaze konvoyu geçmektedir.
Peygamberimiz hemen tazimle cenazenin önünden ayağa kalkar kalmaz Müslüman işyeri sahibi Peygamberimize “Ya Resulallah kalkmanıza gerek yok; çünkü o bir Yahudinin cenazesidir” deyince Efendimizin cevabı çok calib-i dikkattir.
“Ama O bir hazret-i insandır.”
Onun için diyorum ki hiçbir sebep; çocuk, insan, canlı öldürmek için meşru olamaz, kimse yanlışına kılıf aramasın. Aslında benim ne demek istediğimi, iyi bir Müslüman, iyi bir Yahudi iyi bir Hıristiyan ve hatta iyi bir ateist bile anlamakta güçlük çekmez. Ömür kısa, hayat anlamlı, kimsenin dünyamızı zehir etmeye hakkı yoktur. Ayakların baş, başların ayak olduğu dünyamızı curufata çevirmeye gayret edenlere uymayalım. Yunus Emre’mizin buyurdukları gibi “Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz” dedikten sonra, Kasım Kaplan hocamızın şu rubaisiyle bitirelim.
Prof. Dr. Mehmet Sait DOĞAN
ESENYURT NEYDİ NE OLDU
SORUNLARI BÜYÜK
ESENYURT Belediye Başkanı Kemal Deniz Bozkurt,
SAYGIDEĞER Mustafa Çağrıcı Hocam... İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımı anlattığınız bu haftaki yazınızda, Nobel Ödüllü Prof. Aziz Sancar’ın, dünya nüfusunun 1000’de 2’sini oluşturdukları halde bilim Nobel’lerinin yüzde 20’sini alan Yahudiler hakkındaki sözüne yer vermişsiniz: “Onlar bütün insanlardan daha üstün zekâlı mı? Yok, değiller. Onların kültüründe eğitime, bilime önem veriliyor. Bu asırlarca öyle gelmiştir.”
Bir Yahudi olan Albert Einstein da aynı şeyi söylemişti: “Benim özel bir yeteneğim yok. Sadece aşırı meraklıyım.”
İdrak ettiği çok ama çok önemli bir şeyi de çağın en önemli biliminsanı kimliğiyle dile getirmişti: “Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür.”
Ayırdığımızda engellidir!
Batı’nın zulmü, İslam ülkelerinin hali, bu engelli halin ürünüdür. Bu mükemmel birliği ihtiva eden din İslam’dır.
“Kuşkusuz, Allah katında din, İslam’dır.” (Ali İmran/19)
Bu mükemmel birliği içerdiği için tamdır, mükemmeldir. Maide mükemmel (ekmel) olduğu, hakkı, hakikati tam olarak ortaya koyduğu için, İslam’dan başka din arayanın dini kabul edilmeyecek, hüsranda olacaktır. (Ali İmran/85)
Dolayısıyla yapmamız gereken gayet açık: Dinle bilimi ayırmamak.
Sivil, silahsız ve savunmasız çocuklarını, gençlerini, kadınlarını hep katliamla kaybetmek.
Yine bundan tam 40 yıl önce; 16 Eylül 1982 tarihinde Lübnan’da bulunan Sabra ve Şatilla kamplarında, emperyalist ve siyonist güçlerin desteklediği, ırkçı ve dinci Falanjistler, savunmasız 2000 Filistinli kadın ve çocuğu bir günde katletmişlerdi.
Daha önce yurdundan eden emperyalist ve siyonist güçler, şimdi ulus olarak ortadan kaldırmak istiyorlar seni... Çünkü bağımsızlık özlemi ve özgürlük tutkusu tarihinden; Ortadoğu’da gerici ve kaderci düşünceyi yıkan, ilerici yaşam dolu kültüründen; bu kültürün, bu inancın Arap dünyasını yeniden sarmasından korkuyorlar. İşte bunun için Filistin halkı. Bunun için katliam.
Biliyorlar ki sen, ilerici tarihinle, gerçekleri gösteren göz oldun; Arap dünyasına. Güzeli, doğruyu üreten beyin... Gösterdin Arap’a kendisini ve petrolü. Umut oldun; çöl umutsuzluğunda. Bayrak bunun için Filistin halkı... Bunun için katliam...
Katlediliyor çocuklar, katlediliyor kadınlar, katlediliyor insanlık, ey insanoğlu. Sen ise oturmuşsun televizyonunun başına Filistinlilerin katlini herhangi bir dizi seyreder gibi, tam bir aymazlık ve umursamazlık içerisinde seyrediyorsun.
Halbuki o kurşunlar, doğruya, güzele, bağımsızlığa, özgürlüğe, kısaca insanlığın yarattığı en saygın değerlere sıkılmaktadır; Filistinlilerin şahsında. Ki Filistin halkı siper oldu bizlere. Can verdi yiğitçe. Bizim korkaklığımızda. Tek başına.
İleriki yıllarda, bu korkaklık ve umursamazlığa karşı, tüm dünya çocuklarının utanç dolu bakışlarını görür gibiyim şimdiden. Ve de duyar gibiyim nefret dolu haykırışlarını; sanık ayağa kalk... Ayağa kalk insanlık...
Av. Sedat VURAL-ANKARA
- Randevu alamama, güncel tedavi ilaçlarından SGK onayı yoksa yararlanmama, ücretsiz psikolojik destek alamama, kanser hastası ve ailesinin yaşadığı büyük maddi ve manevi güçlükler...
Bunlar hakkında sizleri ister birey, ister STK olarak toplantımızda söz almaya davet ediyoruz. Gelemiyorsanız bize 3 dakikayı aşmayan bir video yollayın yayınlayalım. Sevgi ve dert paylaşıldıkça önem kazanır, gelecek tüm kanser hasta ve yakınlarına sevgi sembolü kalp yastığımızı armağan edeceğiz.
(Bakırköy Belediyesi’nin servis araçları 10.00’da Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’nda sizi toplantı salonuna götürmek üzere bekliyor olacak.)
21 Ekim Cumartesi 10.30 Bakırköy Belediyesi Sağlık Eğitim Müdürlüğü.
‘EV ALMA KOMŞU AL’ DEVRİ KAPANDIESKİDEN atalarımızın tarihi bir deyimleri vardı; “Ev alma komşu al”, heyhat ki bu söylem tarihin tozlu rafları arasında yerini almış bulunuyor. Düğüne, derneğe beraber gidilir, hafta sonları piknik programları hazırlanır, herkes kendince yemekler pişirir, sofralar kurulur, oyunlar oynanırdı. Hatta çocuklar okuldan geldiğinde, ailesi evde yoksa çocukları komşu evine alır, karnını doyurur, dersine yardımcı olurdu. Eh ne diyelim: “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana değer.”
1118 kişi taramasında, ev alan kişilerin bir tanesi bile “Aldığım apartmanda kimler oturuyor?” sorusuna muhatap olamamıştır.
‘Neden sormuyorsunuz?’ soruma verilen cevap: