“BUNDAN 41 yıl önce, 8 Eylül 1966 günü Ankara’da işine gitmek için dolmuş bekleyen bir gazetecinin önünde Buick marka siyah bir araba durdu. Arabadan inen iki kişi, gazeteciyi ite kaka içeri soktu ve Buick hızla hareket etti. Kaçırılan gazeteci, Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi ve köşe yazarı İlhami Soysal’dı.
Siyah Buick, büyük bir süratle kent dışına doğru yöneldi. Ortalık tenhalaşınca arka koltukta İlhami Soysal’ı aralarına oturtan iki kişi, gazeteciyi yumruklamaya başladı. Saldırganlar bir yandan yumruklarını İlhami Soysal’ın suratına indirirken, bir yandan da “Büyüklerimiz aleyhine yazarsın ha! Sen komünist misin” diye bağırıyorlardı.
Kan revan içinde kalan gazeteci suratını korumaya çalışıyor ama bunu başaramıyordu.
Dakikalarca süren bu dayaktan sonra Buick marka siyah otomobil, kentin epeyce dışında durdu ve feci şekilde dayak yiyen İlhami Soysal yol kenarına bir çuval gibi fırlatıldı.
Siyah Buick hızla olay yerinden uzaklaştı ve kayıplara karıştı.
* *
DEMOKRASİ tarihimizin en ilginç seçimine doğru gidiyoruz, 14 Mayıs 1950 seçimleri ile 27 yıllık kurucu tek parti iktidarı, çağının çok ilerisinde bir demokratik olgunluk ile el değiştirirken, bugünün ‘rafine’ demokratları tarafından ‘despotluk’la suçlanan İsmet İnönü, ‘yayan’ yürüyerek ayrıldığı Çankaya Köşkü’nü iktidarın yeni sahiplerine terk etmiş ve iktidarı sandıkta demokratik yollardan kaybetmesini “En büyük yenilgim en büyük zaferimdir” sözleri ile tarihe örnek bir demokrasi manifestosu ile değerlendirmişti.
Çok partili siyasetimizin en uzun süreli tek parti iktidarında -ki, yine bugünün ‘özgün’ demokratları tarafından, ‘ileri demokrasi’ dönemi olarak anılıyor-, 1 Kasım günü tekrarlanacak olan (7 Haziran seçim sonuçları kifayet etmediği için olsa gerek!) seçim sonuçları da, Çankaya Köşkü’nden (yeni Başbakanlık) başlayarak, yeni bir döneme kapı açma potansiyeli taşıyor.
Cumhuriyet’in 65 yıllık demokrasi birikimini düne kadar, ‘sandık sandık’ diyerek -tozlanmış halıyı silkeler bir eda ile küçümseyenlerin,- 7 Haziran sandık sonuçlarını uygun bulmayıp, adeta bir sandık hummasına tutulmaları da ileri demokrasiye has bir ironi olsa gerek.
İman teslimiyetinde, ‘Mevlam neyler, neylerse güzel eyler’ düsturu, ilahi bir hakikate tekabül eder.
Demokrasilerde de sandık sonuçları, dönemin hakikatine tercüman olduğu için, milletin tercihi (feraseti) tartışılamaz, yok sayılamaz, en olağanüstü şartlarda bile, deniz fenerleri gibi, yön bulmaya yardımcı olur.
Adam gayet net!
SAYIN Yalçın Bayer,
Türkiye’nin yaşadığı terör olaylarını ve güvenlik kuvvetlerine yönelik saldırıları Azerbaycan’da büyük bir üzüntüyle takip ediyoruz. Kabul etmeliyiz ki terör bir insanlık suçudur ve her devletin ortak sorunudur. Yıllar boyunca toprakları Ermenistan tarafından işgal edilmiş bir ülkenin vatandaşı olarak diyebiliriz ki, meseleler elbirliği ile çözülebilir. Ancak bu konuda Türk devletler topluluğu olarak daha aktif çalışma içine girmeliyiz. Türk Konseyi’nin Birleşmiş Milletler nezdinde daha etkili olması gerekir. Aynı zamanda ekonomik ve kültürel anlamda adeta imkânlar denizi olan Türk dünyasına daha çok vakit ayırmalı, siyasi anlamda problemli, riskli alanlardan mümkün mertebe uzak durmalıyız. Ortadoğu üzerinden gelişen her siyasi hareket daha büyük bir problemi oluşturuyor. Ortadoğu kaynayan kazan ve Türkiye bu gerilimden yüksek düzeyde etkileniyor. Halbuki dikkatimizi Türk dünyasına çevirsek, burada oluşturacağımız kurumsal yapılarla BM’de daha etkili olabiliriz. Şunu açıkça söyleyebilirim ki Azerbaycan bu birlikteliğe her zaman yüksek bir dikkatle hazır olmuştur. ‘Türk Devletleri Birliği’ne sadece kurumsal destekle değil, yürekten bir azimle inanmıştır. Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in Prag’da Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Türkiye’ye ilişkin ileri geri konuştuğu vakit tavrını koymuş ve ‘Türkiye yoksa burada ben varım, bana konuşun’ diyerek kardeşliği devlet düzeyinde bir seviye ile sağlamlaştırmıştır. Elbette Türkiye büyük bir ülkedir. Bizler her zaman Türkiye’nin yanındayız. Ancak bütün Türk devletlerinin yüksek seviyede beraberlik arzusuyla birbirinin yarasına derman olacak kudrete ulaşması kaçınılmaz hale gelmiştir. Karabağ sorunu hâlâ devam etmektedir. Ermenistan Rusya’dan aldığı destekle işgalci kimliğini sürdürmektedir. Azerbaycan ekonomik gücü, kuvvetli savunma sanayi ve genç nüfusu ile Karabağ sorununu çözecek yeteneğe her zaman sahiptir ancak devletlerarası oyun birlikte hareket etmeyi gerektirmektedir. Türkiye’deki terör can aldıkça bizler gözyaşına boğuluyoruz. Devletlerarası oyunların bu problemlerin oluşmasındaki rolü herkesin malumudur. Biz de birlikte hareket etmeliyiz. Ortadoğu takıntısı hem enerji hem huzur hem zaman kaybıdır. Bunu muhterem şahsınız marifetiyle okuyucularınıza iletmek istedim.
Tenzile RÜSTEMHANLI
Azeri Türk Kadınlar
Cemiyeti Başkanı Azerbaycan Türkiye Evi Başkanı
TRT-Türk’ün Osmanlıca dayatması
NEDENSE iktidar erkinin hiç bitmeyeceği gibi bir olgu Türkiye’de yaşanıyor. Bu da demokrasimizin tam olarak oturmadığı olgusunu güçlendiriyor.
Siz hiç Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da, İsveç’te, Norveç’te böyle bir şeyin olduğunu duydunuz mu veya haberlerde hiç rastladınız mı?
Yaşam tarzını demokratiklikle kurmuş kişiler, özellikle siyasiler bizim ülkemizde yok. Çünkü demokrat insan özür dilemeyi bilir, yanlıştan döner, aynı hatayı bir kez daha yaparsa işi istifaya götürür.
Şimdi son 13 senenin liderlerine bakalım. Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli siyasi hayatları boyunca bir tek kez özür dilemedikleri gibi aynı hataları da sürekli yapma alışkanlığı elde ettiler. Bunun için de Oslo görüşmelerinin, Habur rezaletinin, Soma faciasının sorumluları asla öğrenilemedi.
Anlı şanlı cumhuriyet savcıları Habur olaylarını soruşturmadı bile, bırakın soruşturmayı Habur’a PKK’lıların ayaklarına mahkeme götürdüler. Hürriyet gazetesini iki kere basanlara kimse tek laf edemedi. YSK’nın verdiği karar eski AKP’li Adalet Bakanı tarafından yok sayıldı. Atatürk’e her türlü hakaretin yapıldığı yerlerde cumhuriyet savcıları mışıl mışıl uyuyor.
Gelelim sonuca; şüphesiz bu iş hep böyle gitmeyecek. 1 Kasım seçimi sonuçları herkesin beklediğinden çok daha farklı olacak. İşte o zaman savcılar ortaya çıkacak, peş peşe soruşturmalar başlayacak. Bundan kaçış yok. Bu seçimlerin sonucu ülkenin gerçek demokrasiye ulaşmasının başlangıcı olacak. Ben yaptım oldu devri bitiyor. Yalakaların taraf değiştirmesi için son bir ay...
Abidin AYDOĞDU
İki bin yılında Goleman ‘Duygusal Zekâ’, ‘İş Başında Duygusal Zekâ’, ‘Yeni Liderler’ kitaplarında ‘Çağdaş Politik Görüş’ başlığı altında politikacının nitelikleri, özellikleri üzerinde durmuştur.
Birçok ülkede, başta güvenlik, politika, siyaset, yönetim, işletme, insan kaynakları olmak üzere, eğitim, öğretim, sağlık alanlarında ‘duygusal zekâ’ eğitimi yapılmaktadır.
Çağdaş politikacıların duygusal zekânın beş yeterlilik çerçevesinde yer alan yirmi beş ögesi dışında ‘Çağdaş Politik Görüş’ü olması belirtilmiştir.
Çağdaş politik görüşü olan politikacı, bir amaca ulaşmak, bir sorunu çözmek için:
Amacı doğru saptar. Önem ve ivediliğine göre sıralar.
Toplumun ekonomik, politik, siyasal görüşlerini anlar, değerlendirir.
Toplumun yaşamsal değeri olan davranış kalıplarını anlamaya çalışır.
Önce, depremlerimizi ve sel felaketlerimizi ilahi uyarı olarak görenler, nedense, Kâbe’deki vinç ve izdiham felaketlerini ilahi uyarı olarak görmüyorlar tespitini yapıyor ve soruyor:
“Doğal felaketleri; İslami kuralsızlıkların, inançsızlığın ve tesettürsüzlüğün neden olduğu ahlak çöküntüsüne bağlayan dinden geçinenler, İslam’ın yüreği Kâbe’ye düşen vinç ve izdiham facialarını neye bağlayacaklar?”
Başat tehlike, insan olanın doğal felaketleri dinden geçinme adına siyasi ve ekonomik rant boyutunda kullanabilmesidir. Kâbe’deki facia sonrası, AKP’li M. Ali Şahin; “Bize versinler, Türkiye oradaki organizasyonu kimsenin burnu kanamadan hac vazifesini yaptırır
Allah’ın izniyle” sözleriyle ortaya çıktı.
Ve diyor ki:
“Türk toplumu tepeden gelen çoğu şeye boyun eğmiş, iyi ya da kötü diye genellikle direnmemiştir. Avrupa’daki hiçbir devrim Osmanlı tarihinde olmadı. Savaşlarda ölen halk, Kurtuluş Savaşı’nı yapan halk, Cumhuriyet devrimlerine katılan halk, bunlarla beslenen halk, bunlara sahip çıktığına ilişkin hiçbir işaret vermeden 1950’de iktidarı Bayar-Menderes ikilisine oy vermiştir. Kulluktan daha yeni kurtulmuş olan halkın kendi tarihinin bilincinde olmadığının bundan daha açık kanıtı olamaz. Kore’ye asker olarak gönderilmesi de doğru yorumlanması gereken garip bir olgudur. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki bu gelişmelerin sadece bir iç karar sonucu olduğunu kabul etmek olanaksızdır.
1950 sonrasındaki 50 yıllık toplumsal gelişme bugünkü durumu yaratmıştır. Bu gelişmeler analizi zor ekonomik, politik ve kentleşmeye bağlı sayısız kültürel komplikasyon içeren olgulardır. Ve bunlarda Ortadoğu politikasını uygulamaya koyan ABD etkisi kesindir.”
Yani, zorbalık tepeden başlar!
‘Büyük’ hukuk adamları neler söylüyorlar!
Haydi bismillah...
ESKİ müftü ve milletvekili Gani Aşık ‘siyasetçilere’ yine dersler veriyor:
RİZE’de Atatürk Heykeli’nin kaldırılması yolundaki meydan düzenleme girişimi yanında, CHP’li eski vekil ve bakan Ali Topuz’un ‘Değişimi Yaşamak’ (Doğan Kitap) adlı kitabından, ‘Şapka Devrimi’ne Rizelilerin karşı çıkışına dair hatırlatmalar yapmıştık. Atatürk Büstünün yerine çay bardağı koymayı düşünen kafalar bunları öğrenmeliydi; geçmişte Rize’de neler olduğuna dair...
Topuz, dedesi ve babasından ve bu konudaki araştırma yapanlardan bir çok gerçeği aktarıyor kitabında.
Atatürk’ün ‘Şapka devrimi’ en zor olan değişimlerin ilk sıralarında yer alıyordu. Topuz ‘Gericilik’ girişimleri nedeniyle Atatürk’ün “Hocaları çok olan bu muhitte, ilm ü irfan teşkilatlarımızın süratle faliyete başlaması pek lüzumludur” diyor, okul yapımına ‘fazla alaka’ gösterilmesini istediğini aktarıyor.
“Mustafa Kemal’in medreselerin açılmayacağını kesin bir ifadeyle söylemesi, Rize’de ve özellikle Potomya’daki (Güneysu) hocaları ve tarikatçıları kızdırmıştı. Onlar etkinliklerini ve itibarlarını medreselerden alıyorlardı. Askerlik hizmetinden muaf sayılan ve geçimlerini medreselerden sağlayan bu kişiler, imtiyazlarını kaybetmiş olmayı içlerinde sindiremiyorlardı” diyen Ali Topuz, Rize dışından gelen kışkırtmalara da dikkat çekiyor ve şunları söylüyor:
“Din elden gidiyor” iddiaları ve istismarcılığıyla Mustafa Kemal’e ve onun getirdiği yeni rejime, devrimlere karşı örgütlenerek tavır koymaya yönelenler, Şapka Devrimi’ni bahane ederek isyan hareketini camilerden ve imamların öncülüğünde başlatarak yürümüştür.
‘Peçeli Mehmet’in “M. Kemal Paşa üç yerinden yaralı olarak doktorlar elindedir. İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır” sözleri bu kalkışmanın yalanlara dayandırılan bir tertip olduğunu kanıtlamaktadır. (...)Hiç şüphe yok ki, bir avuç kendini bilmez, Potomya’ya, Rize’ye ve bölge halkına büyük bir kötülük yapmıştı. Tarihimize acı bir sayfa eklemişlerdi. Cehalete ve kışkırtmalara yenik düşmüşlerdi. Keşke bu olay hiç olmasaydı, hiç yaşanmasaydı. Bu olay dolayısıyla Potomyalılara haksızlık edilmemelidir. Bu olayların asıl suçluları, belki de bu cezasını hayatıyla ödeyenlerden çok perde arkasında kalıp da teşvik ve kışkırtma yapan kişilerdir.”
Topuz şöyle devam ediyor: