3 Mart 1924 tarihli 429 sayılı birinci yasayla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını sağlamak üzere Şeriyye-Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaletleri kaldırılmış, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur. Kanunun 1. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti’nde halkın işleri ile ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız TBMM ile hükümet yetkilidir” denilerek milletin egemenlik hakkının sadece yetkili organlarca kullanılabileceği vurgulanmıştır.
3 Mart tarihli 2’nci kanun, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur. Bu kanun ile yurttaşlar arasında duygu, düşünce ve kültür birliğinin, dayanışmanın sağlanması amaçlanmıştır. İlkokuldan başlayarak ‘eğitim birliği’ ilkesine bağlı kalmak, kadın-erkek ayrımı yapmadan Cumhuriyetimizin temel niteliklerine bağlı kuşakların yetiştirilmesini sağlamak hedeflenmiştir.
Yurttaşların din bilgilerini doğru öğrenmesine özen gösterilmiş ve Tevhidi Tedrisat Kanunu 4. maddesinde “Milli Eğitim Bakanlığı dini bilgiler bakımından yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere Üniversitede bir İlahiyat Fakültesi kuracak, ayrıca imamlık ve hatiplik gibi dini görevlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi için de ayrı okullar açacaktır” hükmüne yer verilmiştir. Böylece dinin siyasete alet edilmesi önlenmek istenmiştir.
3 Mart tarihli 3’üncü kanunla hilafetin kaldırılması kabul edilmiştir. Bu nedenle, 3 Mart tarihli 3 Devrim Yasası “Türkiye’yi laikleştiren yasalar” diye anılmaktadır.
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği olarak, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkıyor; laik ve bilimsel eğitimden ödün verilmesine, kadını birey olarak görmeyen zihniyete, gerici, bölücü girişimlerle Türkiye’nin geleceğinin karartılmasına, kayıtsız şartsız millete ait olan ulusal egemenliğimizin her kim olursa olsun bir kişiye bırakılmasına karşı çıkıyoruz.
Nazan Moroğlu-İKKB Koordinatörü
GÜNÜN SÖZÜ
“Dünyada ülkesini savaşta zafere kavuşturan birçok komutan var. Milletini daha ileri bir toplum yapmak için çalışmış birçok önder de var. Ama yokluk, yoksulluk içinde ikisini birden başarmış bir kişi var;
“Siyasi ayak yoksa, bunlar o kurumlara nasıl sızdılar?” sorusu halâ muallakta. Yüzbinlerce insanın ailesi perişan.
Kimi işten atıldı, kiminin servetine el koyuldu.
Suçlulukları tespit edilip delile bağlanmışsa en ağır cezayı hak etmişler; çeksinler cezalarını... Ama çoluk çocuklarını açlığa mahkûm ederek cezalandırmak niye?
Bunu Deniz Baykal da söyledi:
Bundan dolayı dünyadaki yayılış alanı çok sınırlı olup, sadece ‘Kuzey Kafkasya’ ve ‘Doğu Karadeniz’de varlığını sürdürebilmiştir. Ladin ormanlarının yaşamında ve yayılmasında iklim değerleri o kadar belirleyici olmuştur ki, Doğu Karadeniz’de de sadece kuzeye bakan yamaçlarda yaşamını sürdürmüş, yağışın ve nispi nemin azaldığı güney yamaçlarda ise hiçbir zaman yaşayamamıştır. Batıda da Melet Irmağı’ndan öteye geçememiştir.
Elektrik ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynayan ‘HES Projeleri’ Doğu Karadeniz Bölgesi’nde de son yıllarda hızla artmıştır. Birçok havzada bilimsel ve teknik gerçeklere uyulmayarak olağanüstü çevre sorunlarına da neden olunmuştur. Çevrenin tahrip edilmesi ve akarsu debilerinin azalması gibi günümüzde yaşanan ve çıplak gözle de rahatlıkla fark edilebilen sorunlar tartışılarak gelecekte çevre faciasına neden olabilecek daha büyük sorunlar ne yazıktır ki göz ardı edilmiştir. Günlük yaşama ve düşünme alışkanlığımız HES projelerinde de yaşam bulmuştur.
Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki HES’lerin olağanüstü yoğunluğu iklim değerlerini de olumsuz etkileyebilecektir. Özellikle nispi nem oranında ve yıllık yağış miktarında ciddi azalmalar yaşanabilecektir. Bu da ibreli ormanların çoğunu oluşturan ladin ağaçlarının kitlesel kurumalarına neden olabilecektir. Sağlıklı yaşam koşullarını kaybetmiş ağaçlara arız olabilecek kabuklu böcekler de söz konusu kurumayı daha da hızlandırabilecektir. Doğu Karadeniz Bölgesi’ne hayat veren ‘ladin ormanlarının’ olağanüstü yoğunluktaki HES’lerin neden olabileceği iklim değişikliğinden dolayı tamamen yok olma riski asla göz ardı edilmemelidir. Çok büyük çevre facialarına da neden olabilecek söz konusu riskin bilimsel araştırmalarla tespit edilmesi ve şimdiden gerekli tedbirlerin alınması kaçınılmaz olmuştur. Bu vesileyle üniversitelerin konuyla ilgili tüm fakültelerine, ilgili tüm kurum ve kuruluşlara kamuoyu adına çağrıda bulunuyorum. Aksi halde yarın geç kalmış olabiliriz. / Faruk ÇEBİ - Orman Y. Mühendisi; Kürem - Der Genel Başkanı
Tekirdağ il sınırları içinde yaşayan nüfus oranı da yüzde 36.6 oranında yükselirken, 2015 yılında 937 bin 910 olan nüfus 2016 yılı sonunda 972 bin 875 kişiye yükseldi. Tekirdağ iline sadece bir yılda eklenen nüfus Hayrabolu, Şarköy, Muratlı ve Marmaraereğlisi ilçelerinin mevcut nüfuslarından daha fazla! Bu sayılara göre Çorlu’ya her üç yılda Marmaraereğlisi kadar daha nüfus ekleniyor!
Popüler kültürün ‘kentleşme’ yanılgıları idarecilerin duyularını köreltiyor. Kentlerin büyüklükleri altında ezilen kentsel endüstriler çığlıkları, kentli olamama travmasına bağlıyor. Sürekli büyüyen ve çoğalan olmanın içinde, gizli değişimi ‘dinamizm’ ile karıştırıyoruz. Bu yanılgı, teori ve pratik arasında kısılan idarecinin iradesinde yetersizliğe sebep oluyor. Sonuçta kent, olgunlaşmamış kentlinin kendini bulabildiği bir yere, köye dönüşüyor.
Bu topraklar insan medeniyetinin ilk filizlerinin yeşerdiği, ilk yerleşimlerin kurulduğu, mitoloji, bilim, sanat, felsefe ve edebiyatın ilk örnekleriyle yoğrulmuş büyük bir açık hava müzesi. Böylesine değerlerin üzerinde yaşamamıza rağmen kentleşme ile tanışmamız çok eski değil. Nüfusumuzun bir kısmı bugün bile yerleşik hayat ile tanışamamış. Halâ göçebe yaşamını sürdürenler var.
Aslında ülkemizin büyük bir bölümü durmak bilmez bir göç halinde. Ağır çekimde oynatılan bir filmin içindeyiz. Görüntünün hızını biraz artırınca büyük bir yayıkta çırpılan sütün içindeki yağ zerrelerinin tereyağı topakları haline gelmesi gibi kentleşiyoruz. Önce küçük kentlere, buralarda hayat şansı bulamayınca daha büyük kentlere ve sürekli batıya gidiyoruz. Bu yavaş süreçte, bir ömür süren uzun ve tek periyotlu göç akışı yaşanıyor.
Yetkililerin açıklamalarına öncelik verelim; Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, İstanbul’da olası bir depremde felaket yaşanabileceği uyarısında bulundu (20 Şubat 2017). İstanbul depremi uyarısı! İşte, depremin büyüklüğü ve tarihini, İstanbul depreminin ne zaman ve kaç büyüklüğünde olacağı sorusunun yanıtını, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki verdi. Özhaseki, beklenen şiddetli depremde etkilenecek bölgeleri de açıkladı (26 Ocak 2017). Melih Gökçek: İstanbul’da suni deprem planlıyorlar. Gökçek, dış güçlerin ve FETÖ’nün İstanbul’da suni bir deprem yapacağı iddiasını tekrarladı (10 Eylül 2016).
Ya şakayız ya da arızayız!
Doğal afetler için öncesi ve sonrası kalıcı önlem geliştirmeyip, laf olsun oy dolsun duruşu sergileniyor. İstanbul’un deprem toplanma alanları imara açıldı. Fatih’ten sonra en çok caminin olduğu Beyoğlu çevresi, deprem toplanma alanı Taksim’de cami temeli atıldı.
İstanbul, dünya finans merkezi yapılacak diye, adeta siyasi ve ekonomik rant kaotizmine sokuldu. Ülke ekonomisinin görece lokomotifi inşaat sektörü, yap-sat boyutuna indirgendi; binlerce yılda uygarlıkların oluşturduğu efsane İstanbul silueti yok edildi.
17 Ağustos 1999 depreminin
18. yılında ‘öncesi ve sonrası için’ kalıcı önlem geliştirilmedi.
1999’da çıkarılan deprem yönetmeliğini uygulamayanlar, hâlâ kiriş ve kolon kesitlerini eski yönetmeliklere göre ebatlandıranlar ve hâlâ eski yanal yük katsayısını esas alanlar denetlenmedi.
Yapı denetim olgusunu
Hükümetin TBMM’ye sevk ettiği torba yasa tasarısı içinde yer alan düzenlemeye göre, zorunlu aylık primler 53 liraya sabitlenecek.
Bakanlar Kurulu bu miktarı 4 kat artırmaya yetkili kılınacak.
Düzenleme prim borcundan ötürü sağlık hizmetinden yoksun kalan yurttaşları doğrudan ilgilendiriyor. Gelir testi yaptıramayan ya da GSS’den haberi olmayan, özellikle işsiz yüzbinlerce genç prim borcundan ötürü yıllardır hastane kapılarından dönüyor.
Yeni tasarıya göre, ailede kişi başı geliri asgari ücretin üçte birinden az olanların primleri yine devlet tarafından karşılanacak, bunun dışında kalanlar ayda 53 liralık zorunlu primi ödeyerek sağlık hizmetinden yararlanabilecek.
Emekli Mülkiye Müfettişi Mahmut Eren böyle diyor; istediğimiz çalışma üzerine şunları anlatıyor: “Ancak Anayasa Değişikliği Teklifi’nin TBMM Başkanlığı’na sunulmasından ve ‘2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nin kabul edilmesinden sonra, yaklaşık iki aylık süre içinde ‘Merkezi Yönetim Bütçesi’nin cari transferler bölümünden yapılacak harcamaları artırıcı nitelikte çok sayıda düzenlemenin gerçekleştirildiği; yasa, yönetmelik ve Bakanlar Kurulu kararları şeklindeki gider artırıcı bu tarz düzenlemelerin halen sürdürülmekte olduğu görülüyor. Referandum sürecinde ve bütçenin kabulünden sonra yapılmış olmaları nedeniyle dikkat çeken son iki ayda gerçekleştirilmiş bazı düzenlemeler özetle şöyledir:
1- 2017 yılındaki tarımsal üretime yönelik faaliyetlerde TCZB; esnaf ve sanatkârlar içinde Halk Bankası aracılığıyla faizsiz/düşük faizli kredi verilecek.
Mart ayında KOSGEB/TUBİTAK projeleri kapsamında 10.3 milyar TL sıcak paranın (can suyunun) piyasaya gireceği ifade ediliyor. Çiftçilerce tarımsal ürünlerin sigortalanması için ödenmesi gereken primlerinin yarısı devlet tarafından karşılanacak.
2- İŞKUR aracılığıyla 2017’de ilk kez işe alınacak olan işçiler için işverenlere yıl içinde; işçi başına toplam (ayda) 773.8 TL destek ödemesi yapılacak.
Azerbaycan, Afganistan, Bosna-Hersek, Fas, Karadağ, Kosova ve Romanya’dan da bakan düzeyinde katılım olacak. Ayrıca Avrupa Parlamentosu, Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı, EBRD, Viyana Ekonomik Forumu, Moldova Bilimler Akademisi, Bulgaristan Slavyani Vakfı, Slovenya Life Learning Academy de yüksek seviyede temsil edilecekler.
40 ülkeden politikacı, diplomat ve bilimadamlarının katılacağı zirve hakkında bilgi veren Marmara Grubu Vakfı Genel Başkanı Dr. Akkan Suver şunları söyledi:
“İstanbul’da gerçekleşecek bu yılkı zirvenin en önemli yanı AB’nin geleceğinin de tartışılması olacak.
Zira dünya büyük bir siyasal deprem yaşıyor. 1975-1985 arasında başlayan, Samuel P. Huntington’un 3. Dalga diye adlandırdığı demokratikleşme süreci sona ermişe benzemektedir. Onun yerine bir ters otoriterleşme dalgası dünyayı sarmaktadır. Popülist, nativist (yerlici), yabancı düşmanı (xenophobic) ulusalcılık temelinde seçmen desteği bulan hareket ve partiler adeta birer oy patlaması yaşamaktadır. Donald J. Trump’ın ABD’deki seçim başarısından sonra Fransa’da Marine Le Pen, Hollanda’da Geert Wilders’in, Almanya’da Alternatif Parti veya Avusturya’da Özgürlük Partisi gibi partilerin yakın zamanda gösterecekleri performans ister istemez endişe ile izlenmektedir. Acaba gelecekte hukuk devleti ile uyumlu liberal demokrasinin, sosyal adalet ve eşitliğin, özgürlükler ve insan haklarının ve liberal piyasa ekonomisi ile uyumlu serbest ticaretin yaşama şansı kalacak mıdır?
Şimdi gelişen milliyetçilik akımları gerçeğinden hareket ederek Avrupa kıtasının ve dünyanın bir 3. Dünya Savaşı’na gidip gitmeyeceğini sorgulamak zorundayız.
Şu bir gerçek ki AB için de yeni bir süreç başlamaktadır.
İngiltere’nin içinde yer almadığı bir birlik Avrupa’yı nereye götürür? Birlikten yeni kopmalar olur mu? AB’nin kurumsal yapısı değişir mi? Bunları ekonomik açıdan enerji noktasından ve yaşadığımız göç noktasından da ele alacağız.”
CAHİLCE KONUŞMA!