Uygar milletler 18. yy’dan itibaren tarih eğitimine önem vermişlerdir. Ülkemizin bu anlamda tarih bilgisi ve bilgi edinme toplumu olması, toplumun tarih bilincine ulaşma çabaları Cumhuriyetimizin ürünüdür.
Türkiye 1923’te kurulan Cumhuriyet’in ürünüdür. Bunu hiçbir güç değiştiremez. Türk ulusu yeni bir devlet yeni bir vatan kurmuştur. Bu bizim tarihimizin olsa olsa son sahifesidir.
Türk ulusunun tarihi gerçekten çok uzun, acı, tatlı, gururlu ve bazen utandırıcı olaylardan oluşan büyük bir tarih kitabıdır. Ülkemizi hiçbir güç yeni bir utandırıcı devreye sokamaz, sokmamalıdır.
Tarih nostalji demek değildir.
Tarihi tanımama, çarpıtma bugünün önemli bir sorunudur.
Dolayısıyla bilgisizlikten ileri gelen bir itme var; bilgisizliği meşrulaştırma çabası var.
Tarih, aslında değişmeyi gösteren fakat değişmeye çok da fazla müdahale edemeyeceğini ifade eden bir bilimdir.
Atatürk
Peki, ne oldu da Sayın Cumhurbaşkanı aşırı güçlenmesine rağmen kimin yazdığı bile belli olmayan bir referandum içinde kendini buldu? Bu olayı tek başına Devlet Bahçeli’ye bağlamak mümkün değildir. Devlet Bahçeli’nin öyle bir gücü de yoktur! Anayasa tartışmaları içerisinde evet-hayır dalgalanmaları hiç şüphe yoktur ki Sayın Cumhurbaşkanı’nı çok zor durumda bırakacaktır.
Referandumun 51-49, 52-48 veya 53-47 sonuçları Sayın Cumhurbaşkanı’nın hanesine artı yazdırmaz! Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı sıfatıyla referanduma gitmektedir. Eğer sıfatı başbakan olsaydı durum çok daha farklı olurdu.
Bir ülkenin ortak mutabakatı olması gereken anayasa % 70’lerin üzerinde oy oranını içerir.
Kaldı ki 1982 Anayasa referandumunda o dönemde yapılan anayasa halktan % 92 kabul görmüş, en az 60 maddesi de değiştirilmiştir!
Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendisini rizikoya atarak bu referandum kararını desteklemesi doğal olarak AK Parti’yi devre dışı bırakmış, iş Sayın Cumhurbaşkanı’nı halk karşısında tartışılır hale getirmiştir.
Bu işin tabii ki perde arkasında bilmediğimiz, bilemediğimiz, çözemediğimiz olguları vardır! Evet çıkması bile tartışılan referandumda hayır sonucunun çıkması ister istemez Sayın Cumhurbaşkanı’nı çok daha fazla tartışılır konuma getirecektir.
Referandum çalışmalarının sonu yaklaşırken AK Parti kurmaylarından değişik ve tehlikeli açıklamalar gelmeye başladı. Güneydoğu’daki yaşayan Kürt kardeşlerimize çok açık olmasa da eyaletler konusu empoze edilmeye başlandı! Bunlar gerçek anlamda çok tehlikeli söylemler.
Hiç kimse şunu unutmasın ki
Tesisler çok temiz olacakmış! Ortalığı kirletmeyeceklermiş! Havamız daha temiz olacakmış! 20 bin kişiye iş bulunacakmış! 7.8 milyar dolar para kazanılacakmış! 30 yıl sonra da her yanı güllük gülistanlık olarak bırakıp, gideceklermiş! Sevinmemek elde değil. Epeyce düşünüp, değerlendirdim.
Trakya’nın ürettiği enerji yetmiyormuş! Trakya’daki elektrik enerjisi santralları boşuna doğalgaz yakıyorlar herhalde. Oysa; Hamitabat termik santralı Trakya’nın ve İstanbul’un ihtiyacını karşılıyor. Fazlasını da ihraç ediyor. Kömür ocakları açılınca her yer güllük gülistanlık olacakmış! Bulgaristan’daki kömür ocaklarının tarım alanlarını nasıl yok ettiklerini bütün dünya görüyor da biz görmüyoruz.
Vize, Saray, Çerkezköy ile tüm İç Trakya’da da soğuyan hava alçak araziye çökelir. Kırcılık yapmadığınız için bilemezsiniz beyler. Yaz aylarında bile İç Trakya’da çiğ düşer. Hani şu Frenkçe ‘inversion’ dediğiniz, Türkçesi ‘soğuk hava çökelmesi’ olayı. Bu olayı bilmiyorsanız, Trakya’yı ve insanını tanımıyorsanız, ‘bağa destursuz girmeyin’. Trakyalılar kibar insanlardır. Bir şey demezler. Gülümserler.
Yatağan termik santralının baca gazları Bencik Dağı’ndaki kızılçam ormanını kuruttu. Orman alanı yeniden ağaçlandırıldı. Kül yığınındaki ağır metaller sulama, yağış ve sızıntı suları ile çevreye karışıyor.
1919’da yenilmiş, çökmüş bir imparatorluktan yepyeni bir devlet kurmak için Mustafa Kemal’in arkasına düşenler, ona verilmeyen yönetim gücünün bir başkasına teslim edilmesini kabul edemeyenler...
Dünyada örneği görülmeyen bir başarı öyküsü olan 94 yıllık Cumhuriyet’in kazanımlarını göremeyen ve 200 yıldır yanlış yoldayız diyerek, ucu görülmeyen bir maceraya bizi sürükleyenlere...
Değişik siyasi görüşlere sahip anayasa uzmanlarının, kuvvetler ayrılığına uyulmadığı, yasama, yürütme ve yargının bir kişinin keyfine bırakıldığı endişesi ile sakıncalı gördükleri ve bu görüşlerini açıkladıkları için engellendikleri hatta işlerinden oldukları bir ortamda, anayasa gibi temel bir belgenin kamuoyunun bilgisine sunulmadan referanduma gidilmesine... 14 yıldır tek başına, mutlak hâkim bir şekilde iktidarda olanların, bunca yıl biriktirdikleri hatalarını temizleme yolu olarak rejim değişikliğine sarılmalarına...
Tarihi çarpıtmak isteyenlere belgeleriyle, tanıklarıyla karşı çıkacağız, gerçekleri paylaşacağız, 1950’de başlayan demokrasi mücadelemizin kesilmesine ve bir zamanlar örnek olduğumuz Ortadoğu ülkelerinin makus kaderini paylaşmaya... Hayır diyeceğiz.
Türkiye’yi çok par-
tili demokratik parlamenter sisteme geçiren, 1947’den itibaren Milli Şef sıfatını bırakan, 12 Temmuz beyannamesi ile ilk serbest seçimlere tarafsız cumhurbaşkanı olarak giren ve 1950 seçimlerini kaybettiğinde, “Bu bir yenilgi değil, benim en büyük zaferimdir” diyerek koltuğunu bırakan ve “Önemli olan iktidarda değil, itibarda kalmaktır” diyen büyük Atatürk’ün silah ve dava arkadaşı İsmet İnönü’nün sözlerini unutmayacağız.
5 Mayıs 1950, İnönü’nün Balıkesir konuşması: “Demokratik rejim, vatandaşları tamamıyla birbirinden ayırmış olan bir mücadele zehri değildir. Bu, bir hürriyet rejimidir ki, kabiliyetleri her gün birbirinden ileri götürmeye çalışarak, vatanın meselelerini daha isabetli bir şekilde hal için yarış etmek rejimidir.”
İstibdattan demokrasiye geçmiş Türk halkı, geriye gitmeyecektir.
Bu son derece mekanik bakış açısı, istatistik derslerinde öğretilen bir temel kurala aykırıydı: İki değişken arasında zaman açısından bir bağlantı olması, örneğin bir olayın başka bir olayın ardından gerçekleşmesi, aralarında mutlaka sebep-sonuç ilişkisi olduğu anlamına gelmez. Kore’nin hızlı büyümesini başkanlık sistemine geçişine bağlamak da hayli yüzeysel ve zorlama bir yorumdur. Nitekim Kore’yle ilgili istatistikler şunu gösteriyor: Başkanlık sistemine geçmeden önce de Kore’nin büyüme performansı Türkiye’nin açık biçimde önündeydi. GSYH’nin yıllık ortalama büyüme hızı 1965-80 dönemi için Türkiye’de % 6.3 iken Kore’de % 9.5 idi. 1980-1986 döneminde de Türkiye’de % 4.9, Kore’de % 8.2 idi. Eğer kişi başına GSYH artış hızlarına bakarsak, aradaki fark Kore lehine daha da açılır, çünkü Kore’nin nüfus artış hızı Türkiye’den daha düşüktür. Yani iki ülkede milli gelir aynı hızla artıyor olsa, Kore’nin nüfus artışı daha yavaş olduğu için kişi başına geliri daha hızlı yükselir. 1965-80 döneminde ortalama yıllık nüfus artış hızı Türkiye’de % 2.4 iken Kore’de % 1.9 idi. 1980-86 döneminde de Türkiye’de % 2.5, Kore’de % 1.4 idi (Kaynak: Dünya Bankası raporları).
İşin ilginç tarafı, Yıldırım’ın gösterdiği bu tabloda Türkiye’nin kişi başına milli geliri 2007 için 9.309 dolar, 2015 için de 9.125 dolardı. Tablonun kendisi AKP’nin 2007 sonrası başarısızlığını ortaya koyuyordu. Gelelim Kore’nin başkanlık sistemine. Güney Kore anayasasına göre, Kore’nin 1987’de kabul edilen başkanlık sisteminde başkan beş yıl için seçiliyor ve yeniden seçilmesi olanağı yok. Daha ilginci, başkanın yardımcısı yok. Sistemde başbakan var ve başbakanı başkan atıyor, ama meclisin onayı şart. Meclis başbakanın görevden alınmasını salt çoğunlukla başkana önerebiliyor. Yürütmenin tepesinde başkan, altında başbakan, bir diğer organ da devlet konseyi, onun üyelerini de başbakan öneriyor, başkan atıyor.
Meclis seçimleri dört yılda bir, dolayısıyla başkan seçiminden tamamen ayrı. Yüksek mahkemenin üyeleri başkan tarafından atanıyor, ama meclisin onayıyla. Diğer ayrıntılara da baktığımızda, Türkiye’de önerilen sistemden hayli farklı olduğu ve en azından başkanın yetkilerinin daha az, meclisin yetkilerinin de daha fazla olduğunu görüyoruz. Özetle, başbakanın Kore örneği kendisinin görüşlerini hiç de desteklemiyor.
Prof. Dr. Burhan ŞENATALAR
DEVLET BİR ELİYLE VERİP DİĞER ELİYLE GERİ ALIYOR: KOBİ KREDİSİ FİYASKOSU
Proje alanlarında çevre ve ekosistem üzerinde yarattıkları ‘görünmeyen’ maliyetleri hesapladı.
Buna göre; 5 termik santralda gizli maliyet: 15.6 milyon TL. Bu maliyetler, ilgili termik santralların kurulacağı bölgelerdeki ormanlık, tarım ve deniz/kıyısal alanlarının barındırdığı doğal varlıklar üzerinden ekosistem hizmet değerlerini kapsıyor. İlgili termik santrallara kömür teşvikleri üzerinden yılda yaklaşık 725.3 milyon TL de kamu desteği sağlanıyor. Kamu tarafından teşvik edilen bu termik santralların yarattığı hasarlar doğa, yerel halk ve kamu tarafından yükleniliyor.
ÇED RAPORLARI
İlgili 5 termik santralın sunduğu Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) süreçlerinin de incelendiği çalışmada, sunulan ÇED raporları, başta ekosistem hizmetleri ve kamu teşvikleri olmak üzere birçok sosyal, çevresel etkinin, bu etkilerin yarattığı ekonomik maliyetlerin yansıtılmadığını da ortaya çıkarıyor.
Geçen perşembe günü Başbakan Binali Yıldırım gelmiş ama umduğunu bulamamış. İlginç bir sözü var; “Edirne muhalefet partilerine oy veriyor ama biz hizmette ayrım yapmıyoruz” derken, Kırklareli’nde ise 1999’lara gitti. Erdoğan’ın Pınarhisar’daki cezaevinde yattığını hatırlatarak “Kırklareli o yüzden önemli, biz nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi onun için bir an olsun aklımızdan çıkarmıyoruz.” Lozan Anlaşması’yla Türk topraklarına katılan Meriç’in ötesindeki Karaağaç bölgesini Edirne kent merkezine bağlayan ve Türkiye’nin ikinci büyük viyadüğünün açılışını yaparken, “Bu köprü Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden daha uzun” (943 metre) dedi. Daha önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da Saraçlar Caddesi’nde konuşmuş. Aynı yerde pazar günü de Meral Akşener konuştu, biz de izledik kendisini. Bostancı Gösteri Merkezi’nde de izlemiştik. Kentin ‘tarafsız gözlemcilerine’ göre Akşener daha kalabalıkmış. Akşener değişik bir tempoda konuşuyor; AKP’den fazla MHP’ye çatıyor, “İki partinin oyları % 62’yi buluyor, sandıktan hayır çıkacak. O zaman Bahçeli koltuğu bırakacak mı?” diyor. Kendisinin FETÖ ile ilişkilendirilmesine de ağır bir yanıt verdi: “Hiçbir akrabam FETÖ’den gözaltına alınmadı. Sorular çalındı, öğrendik ki FETÖ’cüler çalmış, Allah onların belasını versin.”
Bir CHP’li “Meydandaki kalabalığın % 40’ı CHP’lilerden oluşuyor” dedi. Tekirdağ’da CHP’li Belediye Bakanı Kadir Albayrak’ın, Edirne’de Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’ın karşılamaları ilginçti. Meral Akşener’in Edirne gezisinde kabul edilen CHP’li Belediye Başkanı Recep Gürkan, “Edirne’de hayır oylarını yüzde 70’in üzerinde bekliyoruz” diyor. Trakya’da CHP’den çok Meral Akşener’in ilçe ilçe gezerek yoğun bir kampanya yürüttüğünü de söylemek gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sadece Tekirdağ’a geldi; Binali Yıldırım Edirne ve Kırklareli’ne gitti. Baykal, 9 Nisan Pazar günü Edirne’de olacak. Kılıçdaroğlu Trakya programı yerine ‘evet’lerin önde olduğu yerleri tercih ediyor.
GÜNÜN SÖZÜ
“Aklın buyruğuna girmeden, yaşamın kötülüklerine karşı başarı kazanılamaz.”
Arthur Schopenhauer
KANUN YAPMA, YÖNETMELİK ÇIKARMA
ANAYASA
Bir önceki seçimlere göre, bu seçimde iki Türk partisi AKP’nin açık desteğine karşın başarılı olamadı. Barajı aşan Halk ve Özgürlükler Hareketi’nin, oyların bölünmesi nedeniyle 38 olan vekil sayısı 26’ya düştü.
HÖH’ün başında, -onursal başkan- Ahmet Doğan var; partinin resmi genel başkanı ise Mustafa Karadayı görünüyor. Doğan muhalifleri, kendisini ‘Türklere eziyet çektiren Jivkov’un ajanı’ olarak kabul ediyor. Şimdiye kadar hiçbir Türk liderle görüşmemiş olması hayli ilginç.
HÖH’ten Kasım Dal’ın ayrılmasıyla oluşturulan Hürriyet, Hak ve Şeref Partisi, geçen seçimde yaklaşık % 1 oy alınca, bu kez yine HÖH’ten istifa ettirilen Lütfi Mestan’ın önderliğinde Dost Partisi’ni kurdurdu AKP... Ünlü olay hatırlanır... Doğan kıvrak bir siyasi oyunla parti kongresinde ‘silahlı saldırıya’ uğradığı olaydan sonra genel başkanlıktan ayrıldı ancak ‘onursal başkanlık’la dizginleri yine elinde tutmayı başardı.
Mestan, doğallıkla Türkiye (AKP) ile daha çok yakınlaştı. Amacı HÖH’te dizginleri ele geçirmekti. Türkiye’de özellikle ilahiyat okumuş beş kişiyi listeye koydu ve bunlar HÖH’ün 38 milletvekilinin içinde yer aldı. Genel Başkan yardımcısı Ruşen Rıza da Türkiye’ye yakın bir isimdi. Bunlar Türkiye ile ilişkilerini hiç koparmadılar. Türklere biraz daha çok özgürlük ister görünüyorlardı. Ama bir yandan da Türklerin, Türkçe konuşmasına karşıydılar.
Son üç yılda dizginleri daha sıkı tutan Mestan, halkın içine daha sık girmeye başlamasından Ahmet Doğan hiç hoşnut değildi. Türkiye-Rusya arasındaki uçak krizinde, Meclis’te Türkiye lehine konuşunca Doğan tarafından partiden aforoz edildi. Mestan’ın parlamentoda bu konuşması 38 milletvekili tarafından alkışlanmasından dört-beş saat sonra partiden ihraç edildiği duyurulunca Türkler şok geçirdi.
Geçen aralık ayında Lütfü Mestan’ın korumaları elinden alınıyor; o da can güvenliği olmadığı gerekçesiyle Sofya’da Türk Büyükelçiliği’ne sığınarak iki gece kalıyordu. Daha sonra Dost Partisi’nin yapılanmasını sağlıyor. Ancak partinin adının ‘Türkçe’ olduğu gerekçesiyle kabul edilmiyor, altı ay önce de Yargıtay Dost’a izni veriyordu.
HÖH’ten getirilen 5 artı 2 toplam 7 milletvekili de kurucular arasında yer alıyordu. 26 Mart’taki yenilenen seçim kararı üzerine Dost, Türkiye ve AKP ile bağlarını daha güçlü bir şekilde güçlendirmeye başlıyor. Burada iki ülkenin Türkleri arasındaki ilişkilerde, Türkiye ile Bulgaristan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Aziz Babuşçu ve Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe’nin isimleri öne çıkıyor. Türkiye ve Bulgaristan’taki müftüler eliyle Türkler üzerinde yoğun bir ‘baskı’ yapılıyor. Türkiye’deki gibi erzak paketleri ile Dost’un bütün seçim malzemeleri Türkiye’den getiriliyor. Büyükelçilik araçları da bu işlerde rol alıyordu. Bu arada Büyükelçi Süleyman Gökçe’nin, seçim kampanyasında Dost’un bir klibinde yer alması bardağı taşırıyor. İlişkiler 1979’dan beri olmadık şekilde geriliyor; Bulgaristan’ın Ankara Büyükelçisi Nadya Nenski geri çekiliyor. Dost’a Türkiye’deki gibi parti otobüsünün gönderilmesi, garip parasal ilişkiler, buna bağlı medyada ‘yandaş’lık hizmetleri ve HÖH’ün yok sayılması... Ve sınır kapısının kapatılması, Edirne Valilik Özel Kalem Müdürü İbrahim Tarancı’nın ülkeden çıkarılması, Din Ateşesi Ulvi Ata ile Milletvekili Aziz Babupçu’nun Bulgaristan’a sokulmaması iki ülke arasında gerginliği had safhaya getiriyor.
Ve