Aydın’da Haldun Haşmet Aysan adlı eski İçişleri Bakanlığı bürokratının Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nu FETÖ ile ilişkilendirmek için yerel gazete ve internet sitelerinde büyük gayret sarf ettiği ortaya çıktı. Ege’deki bir bölge gazetesi ile yerel internet sitelerinde 15 Temmuz’dan sonra bine yakın FETÖ tarzı haber yapılması dikkat çekti. Çercioğlu bunlara karşı da yüze yakın dava açtı.
Bu arada FETÖ karşıtı araştırmacı yazar Ergün Poyraz’ın bir yazısı gündeme düştü. Poyraz, FETÖ kumpası ile Ergenekon davasında Silivri’de 7 yıl cezaevinde yatmış, sonra da beraat etmişti. 8’i cezaevinde olmak üzere şimdiye kadar 35 kitap yazan ve bunların çoğu en az ortalama 8-10 baskı yapan Poyraz, Türkiye’de Gülen ve cemaatinin bütün oyunlarını ve tertiplerini en iyi bilen ‘uzman gazeteci’ olarak tanınıyor.
Halen Aydın’ın bir köyünde yaşayan Ergün Poyraz’ın ciddi bir iddiası var:
“FETÖ ile mücadele yalan!..”
Poyraz’la Facebook sayfasındaki yazısı üzerine görüştük:
“Burada FETÖ ile mücadele ediyoruz diye oyunlar oynanıyor. Bazı iddialara göre, Haldun Haşmet Aysan bir işadamından Özlem Çerçioğlu’nun FETÖ’cülerle irtibatlı olduğuna dair yalancı şahitlik yapmasını istiyor... Ve bu kişilerden o yönde ifade aldırılma girişiminde bulunuyor, ancak teklif edilen isimler buna yanaşmamışlar ve kabul etmemişler. ‘Özlem Çerçioğlu’nun FETÖ ile bir ilgisi yoktur demişler.’ Ben bunu yeni çıkacak ‘Tehlikeli İlişkiler’ adlı kitabımda gündeme getireceğim, 37’nci kitabım olarak yayınlayacağım.”
Facebook’taki bu yazı üzerine Belediye Başkanı Özlem Çercioğlu dün savcılığa suç duyurusunda bulundu ve tertibi bilen ve kabul etmeyen işadamlarının tanık olarak dinlenmesini istedi.
Özdemir, Siemens Şirketi’nin global ve yerel kimlikleri sebebiyle kitabı Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde kaleme almış. Osmanlı dönemi Türk-Alman ilişkileri üzerine uzmanlığı bilinen Tezçakar kitabında, Siemens Şirketi’nin Osmanlı ve erken Cumhuriyet topraklarında yürüttüğü faaliyetleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi ve Siemens Şirket Arşivi’nden çıkardığı 1856-1942 tarihli daha evvel ulaşılmamış, yayımlanmamış resmi belgeler üzerinden ele alıyor.
Yazar kitabında araştırması sırasında ulaştığı, Gazi Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kostaki Musurus Paşa, Charles William Siemens gibi önemli imzaları taşıyan içeriği ilk kez gün ışığına çıkan 58 adet arşiv evrakının tıpkıbasımlarına, Osmanlı alfabesinden Latin alfabesine transkripsiyonlarına, günümüz Türkçesine sadeleştirilmiş hallerine, İngilizce çevirilerine de yer veriyor.
Üç kıtaya yayılmış olan Osmanlı coğrafyasının ve erken Cumhuriyet topraklarının endüstriyel gelişimine Siemens üzerinden bir okuma yapıyor. Osmanlının ilk kara ve denizaltı telgraf hatlarından telefona, ilk demiryollarından, ilk elektrik santralından fabrikalara iletişim, ulaşım, enerji ve endüstri, şehir ve bina teknolojileri, insan kaynağı ve eğitim, savunma, sağlık olarak isimlendirip yedi başlık altında tasnif ettiği hizmetlerin geniş Osmanlı coğrafyasının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi bölgelerine hangi tarihlerde ulaştığını anlatıyor.
Tezçakar’ın ortaya çıkardığı yeni bilgiden bazı başlıklar: Basra Körfezi Telgraf hattı (1873), Trablusgarp Telgraf Hattı (1904), Dolmabahçe Elektrik Santralı (1906), Zeytinburnu Siemens Çelik Döküm Ocakları (1892). Meraklıları satışa sunulmayacak olan 430 sayfalık kaynak kitap mahiyetindeki bu önemli çalışmaya üniversite kütüphanelerinden ve araştırma enstitülerinden, dijital versiyonuna ise internet üzerinden ulaşabilecekler.
Nusaybin doğumlu, YTÜ mezunu, Şişli Belediyesi’nde şehir planlamacısı olarak çalışan, aynı zamanda lisanslı boks hakemi olan Emina Temel, o sözlerin peşine düşer ve ilginç bir yaşamla, yaşanmışlıkla karşılaşır. O hayatı bizlere romanında lirik bir üslupla nakleder.
Romanın adı ‘Garo Neredesin’ (ETON Yayıncılık). ‘6-7 Eylül Olayları’na bir başka pencereden bakan Zakaryan’ın ilköğrenimini bile tamamlayamadığını, beş dil bilen bir İtalyan kızı olan Ersilya ile arasındaki ölümsüz aşkı da öğreniyoruz.
Yazar Emina Temel, romanının kahramanı Garbis Zakaryan (87) huzurunda, ‘Garo Neredesin’ romanını bugün Pera Palas Jumeirah’ta konuklarına kısa pasajlar okuyarak tanıtacak.
Kitap, İmge Yayınları’ndan ‘Bir Eski Cumhuriyet İçin’ adıyla çıktı. Ali Sirmen’in anılarında ve Ümit Aslanbay’ın yazdığı geniş önsözde bunun bir açıklaması mevcut. Geldiğimiz noktada, ‘Cumhuriyet’ ve adını taşıyan gazetesini savunma hattı ‘eski’ sözcüğü üzerine kurulabiliyor. 27 Mayıs 1960’dan bu yana gelen çalkantılı yılları ve gazeteyi anlatmak için, yine 27 Mayıs düşünsel kuşağının bir diğer ‘ünlüsü’ Yalçın Küçük’ün bir zamanlar attığı ‘Bir Yeni Cumhuriyet İçin’ başlığına da gönderme yapılıyor. Çünkü zaman değişti, bu nazire hepimize çok uyuyor.
Kitapta anlatılanlara gelince. Beyoğlu ve Kadıköy zemininde Galatasaray Lisesi ve Galatasaraylılıkla başlayarak, 27 Mayıs günleri, ilk mahkûmiyetler ve koğuş arkadaşları Doğan Avcıoğlu, Cemal Madanoğlu ile başlamak gerekiyor. Aynı koğuşta geçenler, konuşulanlar ilk kez açığa çıkıyor, sayfalara dökülüyor. İhtilalin ve her sonrakinin beyni olarak gösterilen Doğan Avcıoğlu ne düşünüyordu, askeri lider olarak görülen Madanoğlu ile konuşuyorlar mıydı, koğuşta günler nasıl geçiyordu? Sert bir asker olan Madanoğlu, koğuşta Genelkurmay Başkanı’na nasıl, neden küfretti? Denizleri astıran hâkim Ali Elverdi’ye ne dedi? Tahliye dilekçesi vermeyi neden reddetti? Madanoğlu, cezaevinden nakledilirken askerler nasıl ve kimlere selama durdu?
Barış Davası ve yine tutukluluk yılları. Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem’in ‘devlet adamı’ duruşu.
İlhan Selçuk, Uğur Mumcu... Dostlukları ne zaman, nerede başladı? Neden hiç ayrılmadılar? İlk kez gün yüzüne çıkan renkli ve hüzünlü anılar...
Elif Naci, Turhan Selçuk, Çetin Altan, Doğan Özgüden, Doğan Koloğlu, Hüseyin Baş, Oktay Akbal, Sami Karaören, Orhan Veli, Kemal Tahir, Sait Faik, Melih Cevdet Anday, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Aziz Nesin, Altan Öymen... Ve Cumhuriyet’ten geçenler; Mehmet Barlas, Emine Uşaklıgil, Hasan Cemal, Okay Gönensin, Şahin Alpay, Yalçın Doğan, Gencay Şaylan... Tadına doyulmaz iğnelemeler, espriler...
Yaşanılan, inanılması güç olaylar!...
Ve tabii Nadir Nadi ile özel anlar, konuşmalar...
Ali Sirmen
Bu onurlu direnişin önderi Mustafa Kemal’dir!
Bizler dilimizle yakın tarihin akışını birbirinden ayrı düşünemeyiz. Çünkü laik Cumhuriyetimizin özgürlük ve bağımsızlık savaşımı, aynı zamanda Türkçenin özgürleşme savaşımıdır. Bu savaşım, görkemli bir Kurtuluş Savaşı’yla sonuçlanmıştır. Bu Kurtuluş Savaşı’nı, umutsuz ve umarsız sanılan bir ulus canını dişine takarak, elinde avucunda ne varsa Kuvayımilliyecilerle paylaşarak kazanmıştır.
Bağımsızlık savaşını kazanan Kuvayımilliye ruhu, birbiri ardına devrimler yaparak ulusu çağdaş dünyayla yarışa hazırlamıştır. Ölçüsü tartısı, kılık kıyafeti, yazısı dili, hukuk düzeni yenileşen, kadınları toplumsal yaşama katan, çocukların geleceğini aklın, bilimin ve sanatın aydınlatacağına inanan bu ulus Mustafa Kemal’lere savaşırken de savaş sonrasında da inanmıştır. Yüzyıllarca ‘ümmi ümmet kul’ olan ve acımasızca inancı kullanılan halka, laik Cumhuriyetimiz ‘aklı ve vicdanı özgür yurttaş’ kimliği vermiştir.
Bugün aynı ülkede yaşıyor; aynı havayı soluyor ama ortak çıkarlar için ortak akıl üretmeyi beceremiyoruz. Yönetenlerle yönetilenler aynı dili konuşuyor gibi yapıyor, anlaşamıyoruz. Çünkü laik Cumhuriyetimizin varlık nedeni olan ilke ve devrimlerle hesaplaşan anlayış, Kurtuluş Savaşı’nın niçin yapıldığını, işgal altında yıllarca inim inim inleyen halkın neler çektiğini, örneğin Antep’teki direnişi, bu kente niçin ‘gazi’ sanı verildiğini, padişahın niçin İngiliz gemisiyle kaçıp gittiğini, Kuvacıların yalnız yayılmacıyla değil, yobazla ve çetecilerle de savaştığını yok saymakta, kurtuluş için savaşanları sırtından vurmaya çalışanları, kahramanlaştırmayı yeğlemektedir.
TEMA Vakfı, bu durumun gıda güvencesine ve tarımsal üretime vereceği zararlara dikkat çekmek üzere Türkiye çapında ‘Kömür Üzer’ sloganıyla bir kampanya başlattı. Kampanya boyunca TEMA gönüllülerinin katılımıyla düzenlenen etkinliklerle Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na, tarım alanlarındaki kömür yatırımlarına izin vermemesi için çağrılar yapılıyor.
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde de Çayırhan B adıyla Nallıhan Kuş Cenneti’nin yanı başında yeni bir kömürlü santral projesi planlandığına dikkat çeken TEMA bölgeye bir gezi düzenledi. Ankara Temsilcisi Nevzat Özer, mevcut ÇED raporuna göre termik santral alanı ve kül deposunun 740.3 hektarlık bir alanı kapladığını, bu alanın % 65’inin verimli tarım alanı olduğunu ifade etti ve “Projeden tarım ve toprak ciddi bir şekilde etkilenecek. Sadece yatırım alanı değil, santral yılda 1 milyon ton kül üretecek. Külün savrulmasıyla çok daha geniş alanda toprak, su ve bütün canlılar etkilenecek. Kömür sahası susuzlaştırılacağından su dengesi bozulacak; suyun sahadan uzaklaştırılmasıyla sulu tarım yapma imkânı kalmayacak. Kömürün suyu asitleştireceğini de bilelim. Santral günde 40 bin ton su harcayacaktır. Santral toprağın sağlığını bozacak, üretimi ve verimi de azaltacaktır.
Nallıhan neden önemlidir? Türkiye’nin en çok anıt ağacının olduğu yerdir, 200’den fazla kuş türüne ev sahipliği yapar, İstanbul ve Çanakkale boğazlarından gelen kuş göç yolu üzerindedir, ilkbahar ve sonbaharda göç eden kuşların beslenmeleri, dinlenmeleri, barınmaları ve bazı türlerin de üremeleri için uğrak yeridir. İç Anadolu’nun en önemli sulak alanıdır. Jeolojik yapısı ile açık laboratuvar niteliği sunan saha, çökelme ortamının özelliklerini yansıtan sarı, kahve ve kırmızımsı tabakaların üst üste tekrarlanması ile görsel açıdan da üstün bir peyzaj güzelliğine sahiptir.
Nallıhan’ı kıymaya hâlâ niyetli misiniz?
Ve ekledi:
“Birdenbire üzerimize projektörler yönelttiler; biz apaçık ortada kaldık, onlar da karanlıkta kalıp dalavereler çevirdiler. Tam bir kumpastı...”
Kocamaz, 11 Mayıs’ta Mersin’deki FETÖ davasının 3. celsesinde tanık olarak dinlenmiş ve sözleri kentte büyük yankı uyandırmış.
15 Temmuz’daki darbe girişimi sonrasında ilk FETÖ/PDY operasyonu Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne yapılmış... Birçok belediye çalışanı gözaltına alınmış, bazıları tutuklanmış...
Burhanettin Kocamaz tanık olarak dinlenirken, olayı özetle şöyle anlatmış:
“Belediyeye ve şahsıma düşmanlık besleyen bir internet sitesinin yöneticileri Mustafa Göktaş ve Abdulvahap Şehitoğlu isimli kişiler ile birlikte hareket ettikleri emniyette görevli eski istihbarat şube müdürü Ufuk Faruk Solmaz ile eski Terörle Mücadele Şube Müdürü Yaşar Gidiş hayali olaylar yarattı. Gözaltı ve sorgu döneminde yaşananlar, olayların hepsi düzmece idi. Bize görev bakımından yakın olan kişilere sürekli sorular sordular; ‘Başkanı ver, sen git’ telkinlerinde bulunarak üzerinde çalışma yürüttüler. İfadeler sırasında bize zarf attılar ancak ‘Bizim korkumuz da yok, verilmeyecek hesabımız da yok’ diyerek teklifleri geri çevirdik. Bazı kişilere nasıl korku saldıklarını biz biliyoruz.”
Kocamaz ifadesinde, gözler onların üzerine çevrilip gerçek FETÖ’cülerin karanlıkta bırakılmaya çalışıldığını yinelerken, ‘belediye dışındaki kurumlara sorgulama yapılmamasına, böcek denilen cihazların kuruma nasıl yerleştirildiğine’ dikkat çekti.
Kocamaz,
İyi ki gitmişiz. Tarım deyince sadece buğday-ayçiçeği değil elbette. Katma değeri yüksek meyve ve sebze üretiminde yetmez ama epey bir mesafe alınmış. İki köyün ‘turfandacı’ üreticileriyle bir gün geçirdik. Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz ve Mersin Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Kemal Karaoğlu’nun konuşmalarından çok şey öğrendik. Mersin, açıkta ve serada turfanda meyve üretiminde Türkiye’nin tek istisna bölgesi; hatta kuzey yarımküresinde böyle bir coğrafya yok. Karaooğlu, ürünlerin tarifini şöyle yaptı; Mersin’in tropikal ve subtropikal ikliminde sert çekirdekli ve yumuk çekirdekli meyveler olmak üzere, üzüm, zeytin, çilek, keçiboynuzu ve yeni dünya gibi 65 ürün yetiştiriliyor. Anamur muzu, Silifke çileği, Tarsus beyaz üzümü, Tarsus Sarı Ulak zeytini, Mut kayısısı, Erdemli limonu diye özetleyelim bunları. Mersin, Türkiye’nin meyve ihtiyacının % 12-15’ini karşılıyor. Bunlar sert ve yumuşak çekirdekli, örtü altı ve açık diye sınıflandırılıyor.
Ziraat Mühendisi Karaoğlu, üretimde değil ama pazarlamada sorun yaşadıklarının altını çizdi. “Tarımsal sanayiyi güçlendirmeliyiz” dedi. MBB Başkanı Kocamaz da “Gerçekten, niye kooperatifçiliği gerçekleştiremiyoruz?” diye sordu. Geçmişle üretim örneklerini verirken, “Küçüklüğümde 20 dönüm portakal bahçesi olan zengindi; evi, arabası, traktörü vardı. Şimdi ise 200 dönüm portakal bahçesi olanların çocukları asgari ücretle belediyeden iş istiyor. Seyyar satıcılar, üç kilo portakalı 1 liraya satıyordu; girdiler o kadar arttı ki, şimdi de üç kilo 1 lira...”
İtalya ve İspanya kooperatif eliyle Avrupa pazarlarını ele geçirmişken, biz niye yapamıyoruz?
Ürünün kalitesini artırmak için, özen ve özel bahçe vurgusu yaparken, Türkiye’de ilk kez MBB olarak üreticiye ve köylüye destek olmak üzere Tarımsal Daire Başkanlığı kurduklarını açıklayan Burhanettin Kocamaz, örneğin köylüye kıl keçisi dağıtarak katkı sağladıklarını anlattı. Bu arada yanımıza gelen genç ziraat mühendislerinin “Toprak Koruma Kurulu, özerk bir yapıya kavuşmalı, siyasetçilerin müdahalesinden bıktık” diye şikâyet ettiklerini Ankara’ya iletelim. Bu gençlerin üretimde çok emekleri var, biliniz. Bize, büyüklerine atfen “Bir meyveye kurt düşmüşse, yeme zamanı gelmiştir” dediler. Nektarin toplayan Suriyeli bir kız işçi “50 lira günlük alıyorum, 7 kardeş çalışıyoruz” deyiverdi bu arada. Zam mı istedi, yoksa çok para aldıklarını mı göstermek istedi? Siz karar verin.
TARIM ALANLARINI KORUYAMIYORUZ
TÜRKİYE Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör de Tarsus’un Çakırlı köyündeki etkinliğe gelmişti. “Tarım nasıl” dedik, bakın neler söyledi:
“Tarım bitti. Tarım arazilerini koruyamıyoruz. Son 15 yılda 26.5 milyon hektar alanımız 23 milyon hektara düştü. Bu bir Belçika büyüklüğündedir. Bu alanları betonlaştırdık; sanayi fabrikaları, yollar yaptık üzerine... Çok acıdır bu; Avrupa’da böyle bir şey göremezsiniz. İktidarın ve siyasetçilerin bu tür yağma girişimlerine karşı iki yılda 144 dava açtık. Nüfus arttıkça biz lastik mi, cam mı yiyeceğiz? Ne yazık ki, bizim örgütümüz hak aramak için hukuk bürosu haline geldi. Bunları takipten başımız dönüyor.”