HAZİNE-ORMAN ARAZİLERİ
Bu doğal iklim ortamında kalan toprakların kısıtlı bir alanı şahıslara aittir. Bölgede büyük oranda Hazine ve orman arazileri mevcuttur. Bu araziler, tropik meyve ve sebze yetiştiriciliği için uygun topraklardır. Öncelikle bu alanlar kesinlikle imara açılmamalı ve tarımsal üretim için tahsis edilmelidir.
Tüm Türkiye’de, Hazine ve orman arazileri tarımsal üretim amaçlı 49 yıllığına kiralamalar yapılıyor. Ülkemizin üretim-tüketim dengesine bakılarak planlamalar yapılmalıdır. Kiralamalar yapılırken her bölgenin iklimine ve üretilebilecek bitkilere göre fizibilite çalışmaları önceden yapılmalıdır. Bitkinin yetişmesi için ideal ortamlar araştırılarak, çiftçi katma değeri yüksek ürünlere yönlendirilmelidir. Kiralama şartı olarak ‘O ürün yetiştirilecektir’ gibi bir şerh konularak kiralama yapılmalıdır. Bölgemiz için ise bu üretim şerhi ‘tropik bitki üretim şartı’ olabilir.”
Antalya’dan ziraat mühendisi Hidayet Bilgiç’in Gazipaşa’daki imar yağmacılığı üzerine görüşlerine de yarın yer vereceğiz.
GÜNÜN SÖZÜ
“PAPA ile Diyanet İşleri Başkanı aynı kefeye konulamaz... Diyanet İşleri Başkanı sadece bir bürokrattır, halife veya şeyhülislam olmadığı unutulmamalıdır.” Erol ATALIK
İŞÇİ VE MEMURDAN AİDAT ALINMASIN
Bu yazımıza sendikacılar ne der? Maddi durumu güçlü olan işçi ve memur sendikaları salgın atlatılana kadar üyelerinden üç ay aidat almamalıdır. Bunu bir okurumuz öneriyor:
Turizm dünyada Marco Polo, bizde Evliya Çelebi ve diğerlerinin keşif amaçlı gezileriyle başlayıp günümüzdeki geniş tanımlı hali ile seyahat endüstrisine dönüştü. 1950’lerden sonra sosyal devlet anlayışıyla büyümeye başladı, işsizlerin bile kullanabileceği bir alan haline gelerek kitleselleşti.
TEHLİKE KORKUTUYOR
Koronavirüs salgını bu süreci tersine çevirecek gelişmelere neden olacak. Dünya turizminde kitleselleşmenin tersine döneceği gelişmelerin ipuçları daha şimdiden görünüyor.
Konaklamadan başlayarak birçok alana bir dizi yeni düzenleme getirilecek. Maliyetler artacak, başka bir ülkeye tatile çıkabilenlerin sayısı azalacak. Fiyatların yükselmesiyle seyahate çıkma, tatil yapma, turizme katılım, bunları karşılayabilecek elit kesimin yapabileceği şeyler olacak. Bu da ulaşım, konaklama ve ağırlamada birçok şeyi değiştirecek. Yeni dönem turizm ürünlerinde bağımsız hizmetler öne çıkacak. Bunlar turizmde ‘mass’ kitle hareketi yerine ‘individual’, yani bireysel seyahatlerin öne çıkacağı bir sürece girileceğinin ilk işaretleridir.
Bu durumda Avrupa’dan başlayarak dünyaya yayılan, 1.4 milyar kişiye ulaşan dünya turizminde, satın alma gücü azalan ve milyonlarla ifade edilen kitle ne olacak?
GÜNÜN SÖZÜ
“İsyanları oynuyoruz. Hepimiz böyle bir salgın ortamında vatandaşlarımızın ‘siparişleri’ ile meşgulüz. Kargoculuk pazarında eskiden taşıdıklarımızın yüzde 35’i evlere giderken, şimdi bu oran rekor şekilde artarak yüzde 85’e çıktı. Vatandaş büyüğü küçüğü olsun kampanyalardan yararlanmak istiyor. ‘Ucuz’ diye yoğun alışveriş yapıyor.
Soruyorum: Dağıtımda öncelik gıda veya sağlıkla ilgili ürünlerde mi olmalı, yoksa masa-sandalye, spor aletleri, tencere-tava ve ruj-parfümde mi?
Bize göre canıyla uğraşan insanların ihtiyaçlarının dağıtımı öne geçmeli. Tabii ki hizmetimiz haklı olarak gecikiyor. Antalya yöresinden ayın 17’sinde verilen meyve-sebze kargosu 20’sinde İstanbul’a geldi ama o günden beri dağıtıma çıkamadı. Ürün sahibi ‘Malım bozuldu’ diye feryat ediyor.
İşin bir planlaması var ama aşırı ‘yükten’ öncelikli olan paketi sevk edemiyoruz.
Çare mi? Ticaret ve İçişleri bakanlıkları firmaları çağırıp işin prensiplerini, uygulamanın nasıl olacağını ortaya koymalıdır. Hem de acilen.
Kısıtlama gerekiyorsa, onu da getirsinler lütfen!
Aksi halde çocuk, kedi maması gibi ürünler 2-3 gün yerine 6 günde sahibine ulaşmaz!”
GÜNÜN SÖZÜ
“Bu Meclis’in aslında 100 yıldır yazılı olan ‘Egemenlik Kısıtsız Ve Koşulsuz Olarak Ulusundur!’ ilkesinin anlamını, bu ilkeyi Türk siyasal kültürüne ‘Varlığımızın ve geleceğimizin tek temeli ve en değerli kaynağımız’ olarak mal etmiş olan Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünceleriyle değerlendiriyor ve korunmasını ‘birinci ödevimiz’ saydığımızı haykırıyoruz...
“Ulusun geleceğini, yine ulusun istenç ve kararı kurtaracaktır! (Amasya Genelgesi, 22 Haziran 1919)
“Ulusal güçler etken ve ulusal istenç egemen olacaktır!” (Erzurum Kongresi kararı, 2-3 Temmuz 1919)
“Ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirlediği bu tarihsel çağda, bizim merkezi hükümetimizin de ulusal iradeye bağımlı olması zorunludur.” (Sivas Kongresi kararı, 4 Eylül 1919)
“TBMM’de beliren ulusal irade, yurdun yazgısına doğrudan doğruya el koymuş olup, onun üzerinde hiçbir güç yoktur.” (TBMM’nin açış konuşması, 24 Nisan 1920)
1) Egemenlik kayıtsız, şartsız ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın kendi yazgısını eylemli olarak kendisinin yönetmesi ilkesine dayanır.
2) Yürütme yetkisi TBMM’nindir.
3) Türkiye Devleti, BMM’nce yönetilir ve hükümeti TBMM Hükümeti adını taşır.” (20 Ocak 1921 Anayasası)”
Başkan diyor ki: “Cadde ve sokakları bugüne kadar 15’nci kez dezenfekte ve sirkeli suyla yıkadık. Devlet daireleri ve işyerlerini tek tek ilaçlıyoruz hâlâ. İlaçlamaya hiç ara vermiyoruz. ATM, PTT ve pazaryerlerinin girişlerine dezenfekte makineleri koyduk. 2 metre aralıkla şerit çektik. Şehrin içinde üzerinde ‘Evde kal Anamur’ yazılı büyük balonlar uçurduk. Okullar tatil edilir edilmez öğrencileri ‘karantina’ya aldık. Ankara, Konya, Antep ve Adana’dan, yazlıkları olan 340 ‘misafirimize’ göz açtırmadık, onların başına polis ve zabıta olmak üzere 14 gün süreyle gözetim altında tuttuk. Şoförlerimiz çok titizdiler. Hayatı muz tarlalarında geçen bütün vatandaşlarımızı kutluyoruz. İnşallah bu dönemi vakasız geçireceğimizi umuyorum.”
GÜNÜN SÖZÜ
“HERKES biliyor, geminin su aldığını/Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini/Ve herkes biliyor, zarların hileli olduğunu.” Leonard COHEN
90 BİN POMPACI NASIL İŞ BULACAK?
‘VATANDAŞLIK temel geliri nedir?’ (15 Nisan) başlıklı yazımız üzerine çok sayıda okurumuzdan mesajlar geldi. ‘teknolojik gelişmeler ile bağlantılı kitlesel işsizlik, kitlesel işlevsizlik ve kitlesel olarak hayatı idame ettirememe’ ifadelerine takılmışlar. Bunun üzerinde, ifadenin sahibi Ali Mutlu Köylüoğlu ile görüştük.
Diyor ki:
“Bir örnek üzerinden hareket edelim: Türkiye’de yaklaşık 12 bin benzin istasyonu var ve buralarda yaklaşık 90 bin vatandaşımız çalışıyor. Hızla gelişen ve yayılmakta olan self-servis teknolojik pompalarla pompacılara gerek kalmadan ve istasyon binasına girmeden, kısaca kimse ile temas etmeden ödeme yapılıp yakıt ve ödeme fişi alınabilir hale zaten gelmişti. Bir de litre başına fiyat indirimi yapılarak self-servis pompalar bir anlamda teşvik ediliyor. Bunlar hızla yaygınlaştıkça, bu kadar çalışan ne yapacak? Bu vatandaşlarımız hangi yeni beceriler kazanıp hangi yeni iş pozisyonlarında iş bulabilirler? Çok ama çok zor. Hele hele, otomasyon ile bağlantılı olarak tüm sektörlerde (sanayi, tarım, hizmet, savaşlar vb) insanlar devre dışı kalırken neredeyse imkânsız.”
Köylüoğlu
Bu silahlı saldırı ne için yapıldı? Ne istiyorlar? Kimlerden güvence umuyorlar?
CHP Burdur Milletvekili Dr. Mehmet Göker ekranların önünde çok şey anlatıyor:
“Ben Hipokrat yemini ettim, her şeyi açık ve net bilmemiz gerekiyor. Bunun sorumlusu siyasettir. Maalesef gelinen nokta budur” diyor yüreklice.
Doktor olan eşiyle birlikte Burdur Yeşilova’da koronavirüs salgınıyla nasıl uğraştıklarını, sayılarla nasıl oynandığını anlatıyor. Çok kızgın ama korkusuz. Saldırıya uğrayan başkan ve eşinin yardımına koşuyor.
Manzarayı dinlediğinizde CHP’liler öksüz müdür, sahipsiz midir diye düşünüyor insan. Hayır, aksine gelişmelerin üzerine korkusuzca gidiyorlar.
Ne diyelim, Allah korumuş... CHP’li belediyelerin işlerinin ne kadar zor olduğunu anlıyoruz.
“Aynı gemideyiz” sözü havada kalıyor. Şefkat duygusu yitirilmiş midir? Siyaset bu mudur? Sonsuz bir iktidar anlayışı mı egemen oluyor Türkiye’de?
Soralım, iktidar kanadından hastaneye bir telefon edilmiş, “Geçmiş olsun” denilmiş midir?
Türkiye’de küçük ölçekli esnaftan tutun, en büyüğüne kadar yaşanan bir çek krizi var. Esnaf da borçlarını ödeyemeyince olanlar oldu! Dolar kurunun 3’den 7’ye çıkması, darbe girişimi, yüksek banka faizleri ve konkordato ilan eden şirketler derken, esnaf allak-bullak oldu. 20-30 yıllık esnaf her şeyini kaybetti, iflas etti. Bu da yetmedi, ellerinden özgürlükleri alındı, ödeyemediği çekinden dolayı icra ceza mahkemesine çıktı. Mahkeme kanun gereğince ‘en az çek tutarından az olmamak kaydıyla çek tutarı kadar adli para cezası’ verdi. Yani esnafın hem çek borcu var, hem de devlete adli para cezası... Örnek mi? 1 milyon çek borcu artık 2 milyon oldu. Devlet diyor ki “Adli para cezasını bana 24 ay taksitle ödersen seni hapse atmam ama bir taksit kaçırırsan, taksit uygulamasını bozar, seni 5 yıl hapse atarım.” “Peki alacaklı ne olacak?” diyorsunuz, “Onu ben bilemem, onun alacağı devam edecek” diyor. Demek ki burada alacaklı değil, devlet kendine kaynak yaratıyor. Rakam büyük. 850 bin adet karşılıksız çek ve bu çeklerden sorumlu 250 bin tekil kişi mevcut.
2018 Eylül öncesini de dahil ettiğimizde bu sayı 2 katını buluyor. Dolandırıcı ve hırsızlar nasıl dışarı çıkarıldı? “Cezaevleri boşaltılıyor” diyenlere bakmayın, aslında üç ay sonra 250-300 bin yeni çek mağduru oraları yine doldurmaya başlayacaklar; piyasa koşulları nedeniyle çekini ödeyememiş olanlar çok. Böyle bir eşitsizlik dünyanın hiçbir tarafında yoktur. Çek mağdurlarının temsilcisi Haydar Zirek böyle konuşuyor. Kimse “Af çıkardık” diye sevinmesin, manzara budur.
KÖY ENSTİTÜLERİ 80 YAŞINDA
DÜNYAYA eğitim alanında örnek olan, ‘Cumhuriyet’in sabah güneşi’ olarak adlandırılan ‘Köy Enstitüleri’nin 80. yılı’, Hasanoğlan yerleşkesinin müze olması dileğiyle kutlu olsun!
‘ATAMIZ GİDERSE ÜLKE GİDER’
BAĞIMSIZ Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, kompleksiz bir siyasetçi idi, her liderle dostluğu vardı. En önemlisi “Atatürk etrafında tek bilek, tek yürek olmaktan başka çaremiz yok” derdi: “Atatürk’ü istemeyen Yunan ve İngiliz ajanları bu iftiraları atan kişilerdir. Türk milletinin birçok ortak paydası var. Bu ortak paydaları görmeden Atatürk’ü inkâr ediyorlar. Annesi inkâr edildi, namusuna dil uzatıldı. Bu manada Atatürk, Ehli Beyt gibi tertemiz bir soydan gelmektedir. Atatürk’ün soyu gibi temiz bir soya sahip başka bir lider yoktur.”
SALGIN YAZILARI
SALGINLAR
Bu tesisin altyapısı için eski göl tabanı tahrip edildi. Göl ve çevresindeki kıyı kuşağı ve eski göl tabanının dünya çapında değeri bir jeoloji harikası olduğunu Türkiye’de hiç bilen yok mu?
Her yağmaya orman profesörü Doğan Kantarcı mı müdahale edecek? Bizi idare edenlerin hiçbir özeni olmayacak mı? Yıllarını bu işe adamış, coğrafyamızı kurtarmak için çırpınan hocamız “Bir turistik tesis adına böyle bir yağma yapılamaz” diyor. Bunun başka örneği var mıdır diye soruyoruz hocamıza... Hoca ağlayacak gibi, “Dünyada sadece Meksika ve Kanada’da vardır bu gölün benzeri. Krater ve volkanik göl deriz bunlara. Dünya mirasıdır. Emin olun oradakilerin yanından değil araç insan dahi geçemez. Bizde ise kepçe ve dozeri dayıyor ‘müteahhit’ denen adam... Akıl yok, bilgi yok... Kafalar hep yağmaya, ranta çalışıyor” diyor!
Salda’da 140 bin 496 metrekare (14 bin 496 hektar) alana ‘millet bahçesi’ yapmak hangi ihtiyacı karşılayacaktır?
Millet bahçesi veya benzeri park ve yeşil alanlar betonlaşmış kentlerde yaşayan halkın ihtiyaçlarını karşılamak için düşünülebilir. Bu gölün suyu ile ‘gölet’ yapılır mı? Salda Gölü’nün dışa akışının olmadığını biliyor musunuz?
Salda Gölü’nün ve çevresinin bir ‘doğal sit alanı’ olduğunun Ramsar Sözleşmesi, Bern Sözleşmesi ve diğer uluslararası sözleşmelerde de konu edildiğini bizim çevreciler, turizmciler neden bilmezler? Yarın bunlardan başımızın belaya gireceği bilinmelidir.
Avukat Mustafa Şahin’in “Özürleri kabahatlerinden büyük” derken, Doğan Kantarcı’dan bir aferin alacağını söyleyelim.
İNSANLIK SALGINLARDAN NE ÖĞRENDİ?
NÖROLOG