Birleşmiş Milletler 2021 yılını ‘Uluslararası Meyve ve Sebze Yılı’ ilan etti. Bu yıl beslenmede meyve ve sebzenin öneminden, üretimden tüketime çalışmalar yapılacak, etkinlikler düzenlenecek. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre insanların günlük ortalama en az 400 gram meyve, sebze tüketmesi öneriliyor. Ocak ayı istatistiğine bakıyoruz, işlenmemiş gıda yani yaş meyve ve sebze fiyatları yıllık bazda yüzde 10.22 yükselmiş görünüyor. Gerçekte bunun da daha yüksek olduğu muhakkak.
Yine verilere bakarsak Türkiye, dünya sebze üretiminde 4. sırada, meyve üretiminde 5. sırada görünüyor. Buna göre, ülkemiz ‘sebze ve meyve ambarı’ olmalı. Ama bu fiyatlarla ne doğru dürüst alıp tüketebiliyoruz, ne de bu potansiyeli ülke olarak yeterince değerlendiriyoruz. Bu sütunlarda tarım ve gıda konularına sıkça yer veriyoruz. Üreticiden, tüketiciden aldığımız mesajlara bakılırsa hem üreten, hem de tüketen şikâyetçi.
TARLA İLE MARKET FARKI
Hangisinin penceresinden bakarsanız bakın, herkes kendine göre haklı. Kimse bu durumdan memnun değil. Çünkü tarla ile market arasındaki fiyat farkı, ekonominin kurallarıyla izah edilemeyecek derecede yüksek. Halk, haklı olarak sebze ve meyve fiyatlarındaki ‘hızlı artışı’ sorguluyor. Üreticiler de haklı olarak sattıkları ürünlerin marketlerdeki yüksek fiyatlarına aynen tüketiciler gibi anlam veremiyor. Üretici, örneğin 1 liraya sattığı domatesin İstanbul’a gelinceye dek 7-8 lira olmasına şaşırıyor.
Kurulan ‘Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları Analiz Müdürlüğü’ bu konuda çalışacak. 8 Şubat’ta faaliyete geçen bu müdürlük bakalım ne rapor verecek, göreceğiz. Biz de takipçisi olacağız. Üreticinin daha çok kazanacağı ama tüketicinin de daha makul fiyata satın alabileceği bir sistem bulunmalı. Yoksa tek bir ürünü alıp kamu aracılığıyla veya belediyeler aracılığıyla satmak çözüm getirmez. Makul fiyata bir litre ayçiçeği veya bir adet ekmek almakla sorun çözülmüyor. Ne üretici, ne tüketici bu durumdan memnun değil. Ekonomi yönetimi de hoşnut değil, çünkü enflasyon sepetinde gıda fiyatları ve özellikle yaş meyve ve sebze fiyatlarındaki artış enflasyon artışına da yol açıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da konuya bizzat el atması boşuna değil.
GÜNÜN SÖZÜ
“AKP’yi sorguladık diye terk edildik. Siyaset doyma ve doyurma yeri değildir. Tüm kurumlara zarar verildi, dış politikada kimliğimizi unuttuk.” Kemal ALBAYRAK - AKP kurucusu
CİNAYETE YASAL KORUMA SAĞLANAMAZ
“Sigara bağımlılığını artık bir hastalık olarak kabul ediyoruz” diyen Prof. Kılınç, “Sigara bağımlılığı, istendiği zaman terk edilen bir durum, basit bir alışkanlık ya da sosyal bir davranış değildir. Yüksek tansiyon, şeker hastalığı, verem gibi tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Sigara bağımlılığı sağlık çalışanları tarafından müdahale edilirse, bilimselliği kanıtlanmış etkili ilaçların yardımıyla kolayca tedavi edilebiliyor. Tüm tütün mamulleri, elektronik sigara ve diğer ısıtılmış tütün ürünleri de dahil, güçlü bir bağımlılığa yol açan nikotin içerir. Maalesef nikotin bağımlılığı, diğer eroin, kokain gibi madde bağımlılıkları ile eşdeğer bir bağımlılıktır” dedi.
ALO 171’İ ARA
Prof. Dr. Oğuz Kılınç “10 sigara içene sorduğunuzda 7’si ‘Sigarayı bırakmak istiyorum’ diyor. Ancak bu 7 kişiden sadece 3’ü sigara bırakmak için herhangi bir girişimde bulunuyor. Hastaların kendi kendilerini bağımlılıktan kurtarması 100 kişiden 3-4’ünde mümkün olabiliyor. Gerekli etkili tedaviler uygulanırsa tütünden kalıcı olarak kurtulma oranı yüzde 30’a kadar çıkabiliyor” diyor.
ALO 171’i arayarak en yakın sigara bırakma polikliniğinden randevu alın ve sigaradan elinizi çekin!
GÜNÜN SÖZÜ
“CHP’li arkadaşlarla yolumu ayırıyorum. FETÖ’cülerle, Soros’çularla yolumu ayırıyorum. Henüz bıyıklarım terlememişti, o zaman dağlara taşlara CHP ve Karaoğlan yazan bir gençtim. O zamandan beri Atatürkçüyüm, Cumhuriyetçiyim ve kurucu değerlere sahibim. Türkiye sahipsiz değildir. Girin koluma.” Muharrem İNCE
PANDEMİ BAKLİYATIN ÖNEMİNİ ORTAYA ÇIKARDI
Türkiye’de santral bazında sağlık etkilerini ve buna bağlı maliyetleri hesaplayan ilk çalışma olan rapor, kömür santrallarının yarattığı kirliliğin her yıl 53.6 milyar TL’ye yakın sağlık maliyetinin olduğunu ortaya koyuyor. Bu ise toplam sağlık harcamalarının yüzde 27’sini oluşturuyor. Rapor aynı zamanda kömürlü termik santralların yarattığı hava kirliliğine bağlı olarak her gün 13 kişinin hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor ve aralarında filtreli santralların de bulunduğu en kirli 10 termik santralı açıklıyor.
- 2019’da Türkiye’de işletmede olan linyit, taş kömürü veya asfaltit kullanan 28 adet büyük elektrik santralını (100 MW ve üzeri kurulu güce sahip) inceleyen raporun başyazarı, HEAL Türkiye Sağlık ve Enerji Politikaları Kıdemli Danışmanı Funda Gacal, “2019’da Türkiye’nin sağlık harcamaları 201 milyar TL olarak açıklandı. Bu meblağının yüzde 27’si ise kömür kaynaklı sağlık sorunlarına harcandı” diyor.
KRONİK VE AKUT
Kömürlü termik santrallar, pek çok kronik ve akut hastalığın nedeni. 2019’da bu santrallar Türkiye’de 26 bin 500 çocuk bronşit vakası, 3 bin erken doğum, 3 bin 230 yetişkin bronşit vakası, bununla birlikte 11 milyon 300 bin hasta geçirilen güne ve hastalık nedeniyle 1.4 milyon iş günü kaybına neden oldu.
Kömürlü termik santralların yol açtığı erken ölümler de raporun temel bulguları arasında yer alıyor. Buna göre, 2019 yılında bu santrallar yaklaşık 5 bin erken ölüme neden oldu, yani günde ortalama 13 kişi kömürün yarattığı kirlilik nedeniyle hayatını kaybetti. 19 GW’lık mevcut kurulu kömür gücüne ek olarak toplam 33 GW’lık 30 yeni kömürlü termik santral projesi bulunuyor.
FİLTRE TAM ÇÖZÜM DEĞİL
Raporun başyazarı Gacal, kömürlü santrallarda en iyi filtre sistemlerinin dahi bacalardan yayılan hava kirleticilerini yalnızca bir noktaya kadar azaltabildikleri için kronik hava kirliliğine çözüm olmuyor. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nden (HASUDER) Yrd. Doç. Dr. Melike Yavuz, kömürlü termik santrallar başta olmak üzere tesis bazında hava ve suyu kirleten tüm emisyon verilerinin kamuya açılması gerekiyor. Bazı öneriler de şöyle:
“Mevcut ve eskimiş kömürlü termik santralların en kısa sürede kapatılması ve yenilerinin inşa edilmemesi. Sağlık ve çevre etki değerlendirmeleri ile bilinçli enerji seçimleri yapılması. Enerji sektöründe şeffaf bir raporlama sistemine geçilmeli, sağlık istatistikleri kamuya açılmalı. Enerji, iklim ve temiz hava konularının görüşülüp, karara bağlandığı yerlerde sağlık aktörlerin yer almalı.”
Ancak engel olmak yerine İstanbul, Ankara, İzmir örgütlerine dayatmalı il başkanları atandı. Yetmedi, kurultay alelacele yapılarak sağlıklı bir değişimin önü kapatıldı. Ve yok hükmünde bir kurultay yapıldı.
Arkasından eski MYK yapısı neredeyse aynen korundu. Seçilemeyen MYK üyeleri “danışman” adı altında yeniden atandı. Adeta kurultay sonuçları yok sayıldı.
Daha önemlisi, tepki çeken Oğuz Kaan Salıcı ve Seyit Torun gibi isimlerle eski MYK üyeleri yeniden atandı. Yalnızca Canan Kaftancıoğlu ve Oğuz Kaan Salıcı isimlerinde ısrar edilmeseydi belki CHP’de bu kadar tepki olmazdı. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun desteğine rağmen Kaftancıoğlu il kongre delegelerinin yarısının bile oyunu alamadı.
Ne Kaftancıoğlu’nun ne Salıcı’nın ne de söylendiği gibi ‘10 Aralık Hareketi’nin CHP’de bir gücü ve karşılığı yok. Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı çabalarıyla varlar. Bugün yönetimden alınsalar, yarın selam verenleri olmaz. Peki, Kılıçdaroğlu bu isimler üzerinden kriz yaratacağını bile bile bu isimleri neden yönetimde tuttu?
Yoksa Kılıçdaroğlu CHP’de bir ayrışma için durumu fırsata mı cevirdi?
GÜNÜN SÖZÜ
“ZAMAN
Aşı merkezleri şimdilik kapandı. Almanya’da dün itibarıyla 57 bin kişi virüs kurbanı oldu. Virüs bulaşan sayısı 2.2 milyon civarında. Alman Sağlık Bakanı Jen Spahn, aynen şöyle demiş: “Temelde Almanya’da Rus ve Çin korona aşılarının kullanımına açığız. Bir aşının üretildiği ülkeden bağımsız olarak güvenli ve etkili olduğu tespit edilirse, pandemiyle başa çıkmaya yardımcı olur.” Bavyera Eyaleti Başbakanı da “Rus ve Çin aşıları da Avrupa’da test edilmeli. Güvenli ve verimli ise bunları da kullanalım” demiş... Bu haberleri duyan Rusya da AB’ye ikinci çeyrekte 100 milyon doz ‘Sputnik V’ aşısı sağlayabileceğini, aşının onaylanması için Avrupa İlaç Ajansı’na başvuru yapıldığını duyurdu. Merkel eyalet başbakanları, sağlık bakanları ile ‘aşı zirvesi’ yapıyor. Ancak açıklamalara göre, zirveden pek bir şey çıkmayacağı söyleniyor.
Manzaraya göre, galiba biz Avrupa’ya göre daha iyiyiz diyebilir miyiz?
GÜNÜN SÖZÜ
“KEMALİZM milli ve evrensel bir ideolojinin adıdır. ‘Sosyal demokrasi’ ise beynelmilel ve gayrimilli bir doktrinin adıdır.”
Tahir ÇALGÜNER
‘MİTOLOJİNİN OĞLU’NU UĞURLADIK
“ŞADAN Gökovalı’ya arkadaşım, oğlum desem azdır. Çünkü mevcut insanlar arasında beni temadi ettirecek, daha doğrusu temadi ettirmeye en müsait insan odur. Ölürsem ölüm bana galebe çalmamış olacak. Çünkü Şadan var.” (Cevat Şakir)
Balıkçı’nın gözünde ölümsüzlük idi Gökovalı
Ülkemizde gıda fiyatları da halkın canına tak etti. Her kafadan bir ses çıkıyor. Halbuki üniversitelerin görevi, öncelikle bunu çoktan bilimsel araştırıp halka duyurmak ama nedense yapmıyorlar. Fahiş artışın sebebi nedir? Üretici mi, aracı mı, zincir marketler mi? Tarladan sofraya uzanan zincirde fiyatların artmasının nedeni ne? Nihayet devlet konuya el attı. Takip ve kontrol mekanizması kurdu. Anormal fiyat artışları takip edilecek. Almanya’daki dostlarla telefonla konuşurken gıda fiyatlarını sorduk. Salgına rağmen yüzde 2-3’ü geçmemiş. Mesela zeytinyağı. Nakliyatı da dikkate alırsak zeytinyağı fiyatı neredeyse aynı. Biz en fazla zeytini, yağını üreten ülkeyiz. Almanya’da zeytin ağacı mı var?
AKIL OYUNLARI
Almanya’daki dostumuz telefonda ‘Akıl Oyunları’nı hatırlattı. Baktık, fiyat artışları bize 2015’te üzücü bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden, Nobel ödüllü matematikçi John Nash’i hatırlattı. Nash’in hayatını anlatan ‘Akıl Oyunları’ filmine de konu olan ünlü ‘oyun teorisi’ ile sadece matematikte değil hayatın birçok noktasında çığır açmıştı. Detaya girmeye gerek yok. Klasik ekonomide rekabet her zaman tüketici lehinedir, rekabet artıkça fiyatlar düşer. Ama rekabetin yönetilmesi oyun teorisinin iyi okunmasına bağlıdır. “Herkes kendisi için en iyi olanı yaparsa en iyi sonuca ulaşır” denilir. Ancak Nash durumun hiç de öyle olmadığını anlatır. Nash “En iyi sonuca ulaşmak için bireylerin hem kendisi hem de herkes için en iyiyi yapması gereklidir” der, ‘denge’nin böyle bulunacağını gösterir.
Bu bize neyi gösteriyor? Tüketiciler uygun fiyat peşinde koşsa bile diğer oyuncular, yani zincir marketlerin stratejileri sabit kaldığında denge değişmez. Strateji değiştiren oyuncu, kendi durumunu tek taraflı olarak iyileştiremez. Adam Smith’in “Gruptaki herkes kendisi için en iyi olanı yaparsa en iyi sonuca ulaşılacaktır” teorisi çoktan geçerliliğini kaybetti. Yani halk uygun fiyatlı gıda peşinde koşarken, zincirlerin kârlarını artırmak istemeleri “Bir oyuncunun kaybı diğerinin kazancıdır” fikrine hizmet eder ki bu sorunu çözmez. Bizden söylemesi...
GÜNÜN SÖZÜ
“‘BÜTÜN renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler’ diyor şair. Son dönemlerde demokrasinin bütün renkleri siliniyor ama birincilik ‘milli irade’nin!” Hayati ÖZKAN
CHP’DE KADRO HAREKETİ
CHP
Denizkartali.com sitesindeki ‘Trakya’da gelişme neden yavaş’ başlıklı yazısında Papanikolopoulos, Asyaport’un Dedeağaç Limanı’nı tehdit ettiğini vurgularken, Türkiye’deki yeni gelişmelerin de Yunanistan açısından tehdit kabul edileceğini dile getiriyor. Saros Körfezi’nde kurularak Rus doğalgazını Avrupa’ya ulaştıracak FSRU Limanı için de “Bölgemizdeki ünlü gelişmenin neden hâlâ yakalanması zor bir rüya olduğunu merak ediyorum” diyor. Yunan komutan şöyle devam ediyor:
KOMŞUMUZ TEKİRDAĞ
“2010’de ekonomik kriz ve muhtıra başlarken, İstanbul-Dedeağaç karayolu arasında, Marmara Denizi’nin ortasında yer alan komşumuz Tekirdağ’da Asyaport, sıfırdan yeni bir modern konteyner terminalinin kurulması için çalışmalara başlamıştı. Proje, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından dört kredi ile 100 milyon doları aşan bir tutarla finanse edildi.”
Bir başka makalesinde de Asyaport’un, Dedeağaç Limanı’nı da tehdit ettiğini yazıyor.
Asyaport’un MSC ile yıllık 500 bin TEU’yu işlemek için anlaşma yaptığının altını çizen Papanikolopoulos, Cenevre merkezli Mediterranean Shipping Company’nin (MSC) dünyanın en büyük ikinci konteyner taşımacılığı şirketi olduğunu da ekliyor.
ASYAPORT, AMİRALİN YÜREĞİNİ PARÇALIYOR
“Asyaport, Çorlu Avrupa Serbest Bölgesi’nin yanında yer almaktadır. Çorlu A.S.B., bazı durumlarda özel gümrük ve vergi rejimine sahip, büyük çokuluslu şirketlerin üretim hatları ve üretim hacmi olan 170 küçük, orta ve büyük işletmesi ile 2 milyon metrekarelik bir sanayi parkıdır. Türkiye dışına yüzde 85’ten fazla ihraç edilen ürünler tamamen vergiden muaftır. Çorlu A.S.B., karayolu ve demiryolu ağına bağlıdır ve aynı zamanda toplam bin 200 kişiye istihdam sağlayan bir lojistik merkez olarak işlev görmektedir. Limanda kullanılan elektriğin bir kısmı güneş panelleri ile üretilirken yakıt tüketimini yaklaşık yüzde 95 oranında azaltan elektrikli vinçlere (E-RTG) sahiptir” diyen Papanikolopoulos “son haberlerin Yunanistan için yürek parçalayıcı olduğunu” söylüyor ve “Asyaport’un tehlike çanlarını çaldırmasının üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hâlâ kendi limanımızın gelişimine uyanamadık. Başa döndük. Rekabette yeni bir gecikmeden bahsederken son haberler yürek parçalayıcı” diyor. Temmuz 2020’de, devlete ait petrol ve gaz şirketi BOTAŞ’ın Saros Körfezi’nde yeni bir yüzer depolama-yeniden gazlaştırma birimi (FSRU) inşaatı ile Türkiye’nin çok öne çıktığına dikkat çekiyor.
ÇEK OLAYININ ARKASINDA FETÖ OLDUĞUNA ESNAF ARTIK İNANDI
CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, TBMM’ye, üreticinin tarım kredi kooperatifleri ve başta Ziraat Bankası olmak üzere tüm kamu bankalarına olan kredi borçlarının faizlerinin silinmesi ve kalan anapara tutarının taksitlendirilmesine ilişkin kanun teklifi sundu. Sındır, “Gıda krizi kapıda, gelin üreticilerimizi koruyalım, faizlerini silelim” açıklamasını yaptı. Sındır, çiftçinin başta traktör olmak üzere hiçbir üretim aracının haciz edilmemesini de istedi.
ÇEK olayının arkasında FETÖ olduğuna esnaf artık inandı
24 MART KÂBUSU!
ÇEK Yasası mağdurlarının temsilcisi Haydar Zirek, FETÖ’nun esnaf tarafındaki görünmeyen oyununu anlattı. Hain darbe girişimi takvimi olan 2016 yılında yasalaşan Çek Kanunu, iş dünyasının üzerinde her zaman Demokles’in kılıcı oldu. Bu yasa neden çıktı, kime fayda sağlıyor? Bunu hiç kimse bilmiyor ama bu yasa nice işinsanlarının iş yaşamının yok olmasına, ailelerini kaybetmelerine ve hatta işlemedikleri bir suç yüzünden 5 yıl hapse gitmelerine neden oluyor.
Devreye kaos teorisi sokuluyor. Kim tarafından mı? FETÖ’cüler tarafından. Bu yasa ile esnaf zor duruma düşürülecek ve Cumhurbaşkanı ile esnaf karşı karşıya getirilecekti. Amaçlanan “Bu sıkıntı Cumhurbaşkanımız yüzünden oldu” denmesiydi ancak esnaf bu tuzağa düşmedi, Cumhurbaşkanı’nın yanında yer aldı. Belki de Türkiye yeni bir yazar kasa olayı yaşayacaktı. İnfaz düzenlemesinde ise iktidar esnafı isyan ettirdi. İnfaz düzenlemesinde 6 yıla kadar ceza alan dolandırıcılar, hırsızlar, ihaleye fesat karıştıranlar affedilirken, Çek Yasası’nın üst sınırı 5 yıl olmasına rağmen esnaf bu düzenlenmede kapsam dışı bırakıldı ve bir yıllık şartlı tahliye yapılarak para mağdurların ‘para bulması’ istendi. Aksi takdirde “24 Mart’tan sonra hapse girersin” denildi.
Şimdi soru şu: Türkiye’de hiçbir borca hapis cezası yok iken, çeke niye var? Esnaf, affedilen dolandırıcıdan, hırsızdan daha büyük ne suç işledi?
Beklenen iktidarın çeke hapis cezasının şartsız olarak kaldırılması ve esnafa sahip çıkmasıdır. Erteleme çözüm getirmeyecektir. Çünkü esnafımız suçlu değil, borçludur.