Türkiye’nin Musul üzerinde uluslararası hukuka dayanan ve bağlayıcılığı olan hakları var. Bugüne kadar kullanmadığımız bu hakları, şimdi kullanmanın tam zamanı. Ancak bundan kastım ne askeri güç kullanmak, ne de toprak peşine düşmek.
Masada Olmak
Önce çok kısa bir özgeçmiş: Musul meselesi Lozan’da çözülemeyince, zamanın Birleşmiş Milletleri (BM) olan Milletler Cemiyeti bir rapor yayınlamıştı. Rapor; Musul’u Irak’a bırakıyordu. Ancak burada yaşayanların kültürel ve özel mülkiyet haklarını gözetmesi şartıyla. Ve de Türkiye ve İngiltere arasında “tartışmalı bölge” ilan ederek.
Bunu da
Bu da, Musul operasyonuyla birlikte ayyuka çıkan soruyu gündemin en tepesine taşıdı: Türkiye neden “Musul” deyip duruyor? Hangi temele dayanarak burada sözsahibi olmak istiyor?
*
Ankara’nın Musul’a hangi siyasi sebeplerle müdahil olmak istediğini iki haftadır yazıyorum. Ve aslında derdimizin, Irak’ta kartlar yeniden dağıtılırken sözsahibi olmak olduğunu anlatıyorum. Bunu ise aslında Musul operasyonuna asker göndererek değil, orada eğittiğimiz yerel güçleri destekleyerek yapmak istiyoruz.
Ancak Ankara’nın bu isteğinin arkasında sadece siyasi gerekçeler yok. Aynı zamanda tarihi ve hukuki sebepler de var.
Aslında bu, sanıyorum bu günlerde çoğumuzun aklındaki soru. Soruya sebep olan da elbette Ankara’nın Fırat Kalkanı operasyonundan sonra Musul’a yönelik söylemi. Akabinde de Bağdat hükümeti ve ABD’yle yükselen gerilim.
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta basına yansıyan sözleri de bu soruyu iyice pekiştirdi. Erdoğan, Bakanlar Kurulu'nun açılışında şöyle demişti:
“Türkiye artık bu noktada kalamaz. Statüko (mevcut durum) bir şekilde değişecek. Ya ileri hamlelerle atılım yapıp kazanacağız. Ya da küçülmeye mahkum kalacağız. Ben ileri hamleler yapmaya kararlıyım.”
Bu replik Cuma günü izlediğim “Bizim Markamız Kriz” (Our Brand is Crisis) filminden. Söyleyen ise baş roldeki Sandra Bullock. Yani filmde, Bolivya’daki 2002 başkanlık seçimlerinde Castillo adlı adayın kampanyasını yöneten Amerikalı danışman.
Tamamen gerçeklere dayanan filmde Bullock, başkan adayını olumsuz bir kampanya yürütmeye ikna ediyor. Yani ülkenin büyük bir kriz içinde olduğunu ve halkı ancak kendisinin kurtarabileceğini sürekli tekrarlamasını istiyor. Castillo da bu yöntemle seçimi kazanıyor.
KORKULARIN TANRISI
Filmi izlediğim gecenin sabahına, Başkan adayı Donald Trump’ın basına sızan son ses kaydıyla uyandım. Ve sayesinde güne çakı gibi başladım! Bir gün önce Bullock’tan duyduğum bu sözler de tam yerine oturdu.
Yani Irak bugün sayısız terör örgütü barındıran ve bunların komşularına sızmasını engelleyemeyen bir ülke olmasaydı... Sınırları içinde İran ve ABD gibi başka güçler cirit atmasaydı... “Ne yapıyoruz oralarda” derdik biz de.
Ama diyemiyoruz.
*
Malum, DAEŞ’in Irak’taki başkenti Musul’a yapılacak büyük operasyon yaklaşıyor. Bu harekat çok kritik. Çünkü Musul’u kurtarmak demek, DAEŞ’i Irak’ta bitirmek demek. Ancak asıl önemi bunun çok ötesinde: Musul operasyonu Irak’taki hem mezhepsel, yani Şii-Sünni dengesini; hem de etnik, yani Kürt-Arap-Türkmen dengesini belirleyecek önemli bir dönemeç.
Dolayısıyla gözümüz kulağımız güneyde. Oysaki hemen yanı başımızda, bizim izimizi ve birçoğumuzun kökenini taşıyan Bosna’da korkutucu şeyler oluyor. Ülke gitgide 90’ların savaş havasına bürünüyor. Ancak bizim nabzımız şu anda güneyde attığı için, olan biten gözümüzden kaçıyor.
Sırp Liderden Tahrik
Malum 1995’te savaşı bitiren Dayton Anlaşması, Bosna-Hersek’i iki devletçiğe bölmüştü. Biri Hırvat ve Boşnaklardan oluşan Bosna-Hersek Federasyonu. Diğeri de Sırplardan oluşan Sırp Cumhuriyeti.
İşte Sırp Cumhuriyeti, geçtiğimiz hafta savaş çanlarını çalan birşey yaptı: 92’de savaşı başlatan günü, “Sırp Cumhuriyeti Günü” ilan etmek üzere referanduma gitti.
ABD kuzey Suriye’de bir Kürt devleti kurulmasını mı destekliyor? Hem de ezeli müttefiki Türkiye’yi kaybetmek pahasına? Yoksa tek derdi DEAŞ’la mücadele mi?
PYD’YE DESTEK
MALUM, ABD zaten yaklaşık iki yıldır Suriye’de IŞİD’e karşı savaşta kara gücü olarak PYD/YPG güçlerini destekliyor. Son zamanlarda bu desteği Türkiye’nin itirazına rağmen iyice ayyuka çıktı. Son 2 haftadır ise aleniyeti tavan yaptı.
Geçtiğimiz hafta önce PYD kontrolündeki Tel Abyad’da ABD bayrakları dalgalandı. Sonra yine PYD kontrolündeki bazı kentlerde Amerikan üssü kurulduğu ortaya çıktı. Bu da Türkiye’ye “PYD’yi vurursan karşında beni bulursun” mesajı olarak yorumlandı. Washington’dan üstüste gelen “Rakka operasyonunu YPG ile yapacağız” mesajları da buna eşlik etti.
ABD yanlışlıkla Halep yakınlarında Esad’ın askerlerini vurduğunu söylüyor. Moskova buna hiddetleniyor. Derken ne tesadüf ki, hemen akabinde bu sefer Rusya’nın ya da Esad’ın Birlemiş Milletler’in yardım konvoyunu bombaladığı haberi geliyor. Bu kez de Washington efeleniyor. Bir haftalık, çiçeği burnunda ateşkes de sona eriyor.
İşte bu yüzden herkesi aldı bir telaş: “İki küresel gücün Suriye’de kapışması biz ‘fanileri’ nasıl etkileyecek?” diye. Ama korkuya mahal yok. Çünkü bu iki gücün çatışma ihtimali sözkonusu değil.
BATI SURİYE’DE YOK
ABD