*
Bir taraf; bu saldırıyı yılbaşı kutlamalarıyla ilgili yapılan açıklamaların tetiklediğini savunuyor. Ve katliamın sebebi olarak toplumdaki laik-muhafazakar ayırımını görüyor. Böylelikle –farkında olmadan da olsa- bu kutuplaşmayı daha da körüklüyor.
Diğer taraf ise bu saldırının yaşam biçimleriyle ilgisi olmadığını düşünüyor. Ve zaten “seküler” yaşam biçimine karşı bir tehdit de olmadığını savunuyor.
Bir de bu iki cephenin uçları var. Birinde “saldırıda ölenler kafirdi” diyenler. Diğer uçta da kendi yaşam biçiminin tüm topluma sirayet etmesini isteyenler.
Tam bir devekuşu gibi başımızı bu kuma gömmüşken, aslında bu tartışmanın dünyada çok daha geniş bir ölçekte yapıldığını kaçırıyoruz. Okumayı çok dar bir pencereden yaparak, büyük resmi ıskalıyoruz.
Dünya da tartışıyor
HER ŞEYDEN önce; DEAŞ yılbaşı/Noel saldırılarını sadece bizde yapmadı. Örgütün geçmişte yılbaşı ile bağlantılı yaptığı 15 saldırısı daha var. Evvelki hafta Berlin’de bir Noel pazarında yaptığı katliam, bunun son örneği.
Ancak DEAŞ ve benzerlerinin yaşam biçimlerine,
Bu sözler, DEAŞ’ın Paris’te Kasım 2015’te 130 kişiyi öldürdüğü toplu katliamdan kurtulan bir Fransız’ın. Bu cümleleri saldırı sonrasında New York Times gazetesine söylemiş. Yılbaşı gecesi yaşadığımız korkunç katliamı yaşayan bir Türk de o gece ekranda birebir aynı sözleri söylüyordu.
Aynı korkuyu geçtiğimiz haziran ayında Amerikalılar da yaşadı. Bu kez olay mahali Florida eyaletinde eşcinsellerin gittiği bir gece kulübüydü. 50 kişinin öldüğü, ABD tarihinin en çok can kaybının yaşandığı saldırıyı DEAŞ üstlendi.
Evvelki hafta ise sıra Almanlardaydı. Berlin’de bir Noel pazarına bir DEAŞ’lı kamyonla dalıp 13 kişinin canını aldı.
Bunlar sadece Batı’dan örnekler. DEAŞ Ortadoğu’da da sık sık katliam yapıyor. Geçtiğimiz mayıs ayında İslam dünyasının kalbinde, Mekke’de dahi büyük bir saldırı düzenledi. Irak ve Suriye’de ise insanlar bu korkuyu, bu acıyı her an yaşıyor.
*
Bu tablonun bize ne gösterdiği ise gün gibi aşikar: Biz daha hâlâ laik-muhafazakâr, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, iktidar-muhalefet diye ayırım yapaduralım.... Kendi oluşturduğumuz afaki ve izafi fay hatları üzerinden birbirimizi vuralım... Bugün terör bırakın Türkiye’yi, yerkürede bile ayırım yapmıyor. Millet, din, ırk ayırımı yapmadan hepimizi aynı hedef tahtasına koyuyor. Yani aslında bizi aynı acıda, korkuda birleştiriyor.
*
İşte bu gün gibi ortadayken, yine de kendi aramızda bölünüp parçalanıyoruz. Ve böylelikle kendimize teröristlerden çok daha büyük bir kötülük yapıyoruz. Ondan sonra da kalkıp dünyayla ilişkilerimizi idame etmekten bahsediyoruz.
Ama ben bu yıl bu köşede bunu yapmayacağım. Birçok sebeple...
*
Herşeyden önce, bir yılın başlangıç ve sonu tamamen izafi. Bizim kültürümüzde bir yıl 31 Aralık’ta bitiyor. Ve yeni yıl 1 Ocak’ta başlıyor. Ama mesela Çin’de yeni yılın başlangıç tarihi 28 Ocak. Ya da İran’da 21 Mart. Buradan bakınca, “yeni yıl” ve “eski yıl” kavramları anlamını yitiriyor. Çünkü herkes bir yılı farklı noktalarda başlatıp bitiriyor. O zaman da 2016’yı 2017’den ayıran çizgi yok oluyor.
Ama illa “eski”yle “yeni”yi karşılaştıracaksak; mesela 20 Ocak tarihini baz almak çok daha anlamlı. Çünkü o gün ABD’nin yeni başkanı göreve başlıyor. Ki bu da hem dünya, hem bölgemiz, hem de bizim için birçok değişkeni beraberinde getirecek. İlla birtakım tarihler üzerinden kıyaslama yapacaksak, bunun gibi değişimi tetikleyecek daha birçok tarih var.
Döngüsel Zaman
2.si; öncesi ve sonrası diye ayırıp kıyaslama yapmaya, kıyaslayarak düşünmeye çok alışkınız. Çünkü böyle kurgulandık. Böyle eğitildik, böyle yetiştirildik. Böyle baktık, böyle gördük. Oysaki değişim her an oluyor. O yüzden değişimi belli bir tarihe sabitleyerek düşünmek doğru değil.
Çünkü zaman kavramı aslında linear (çizgisel) değil. Bunu özellikle geçtiğimiz ay Güney Amerika’da eski Maya Uygarlığı’nı keşfederken daha iyi anladım. Ve zaten bu köşede de paylaştım: Tarihte birçok medeniyet, “zaman”a bizim gibi bakmıyordu. Mesela Mayalara göre zaman döngüseldi. Başlangıçlar ve sonlar yoktu. Sadece birbirini takip eden olaylar zinciri vardı. Ve her 52 yılda bir, yeni bir çağın başladığına inanıyorlardı. Çünkü her 52 yılda bir gezegenlerin aynı şekilde, aynı açıyla dizildiğini keşfetmişlerdi.
İşte zamana böyle bakınca, “eski-yeni” diye birşey kalmıyor. Sadece an’ların birbiri ardına dizildiği bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Yani hiç birşey başlayıp bitmiyor. Herşey her an devam ediyor, sadece dönüşüyor... Dolayısıyla 2016 ve 2017 karşılaştırması da anlamını yitiriyor.
Evet Suriye politikamız değişti. Ama bu, sadece Rusya ve İran’la uyumlanmak için değil.
*
ABD’nin başkanlık koltuğuna oturmak üzere olan Donald Trump’ın Suriye politikası da Rusya’nınkiyle hemen hemen aynı. Trump hem seçim kampanyasında hem de seçildikten sonraki demeçlerinde kaç kez söyledi: Mealen; “DAEŞ yok edilmeli. Esad ve Rusya DAEŞ’a karşı savaşıyor. Öyleyse Esad ve Moskova’yla işbirliği yapalım” dedi. Dolayısıyla aslında Washington da Suriye politikasında ciddi bir kırılmaya gidiyor.
Diğer yandan Rus ve İran desteğiyle ayakta kalmayı başarmış olan Esad, en son Halep’i de muhaliflerden aldı. İşte tüm bunlar da Ankara’yı yeni dengelere göre dümen kırmaya itiyor.
*
Buradaki tek faktör ise Esad değil. Şu an Ankara için hayat memat meselesi olan konu, Suriye sınırlarında oluşacak bir PYD/YPG koridoru. Suriye politikasının belkemiğini de işte asıl bu endişe oluşturuyor. Hakeza Fırat Kalkanı operasyonunun arkasındaki ana motivasyon da bu.
Obama yönetiminin YPG güçlerine desteğinden taviz vermemesi de, ister istemez Ankara ve Washington’ın arasını açtı. İşte tüm bu denklem de Türkiye’yi Rusya’yla yakınlaştırıyor.
*
Bu yılki törenin bir teması vardı: “Birlik Vakti”. Türkiye’nin her yerinden buraya akın eden on binlerce insan, 3 gün boyunca sürekli bunun için dua etti. Bu yüzden Konya belki de bugüne kadar görmediği mahşeri bir kalabalığın evsahibiydi.
*
Dolayısıyla Konya bize unuttuğumuz, hatırlamamız gereken birşeyi hatırlattı. O da; bu milletin bu vatana karşı hissettiği muazzam aidiyet duygusu. Çevremizde bizi sınayan zorluklar arttıkça, sanki içeride birliğin, beraberliğin yolu aranıyor. Türk milletinin birlik ruhu daha da pekişiyor.
Zaten hem Kurtuluş Savaşı zaferini, hem de bugüne kadar karşılaştığımız sınamalar karşısında hiçbir şekilde iç savaşa meyletmemiş olmamızı, bu ruha borçluyuz. İşte bu duyguyu, ruhu aşılayan da Mevlana’nın, hocası Şems’in ve bu topraklarda yaşamış daha birçok evliyanın öğretileri. Mesnevi’de geçen “Biz birleşmek için geldik, ayrılmak için gelmedik. O zaman neden ayrı gibi davranıyoruz?” deyişi de bu hakikate işaret ediyor.
Yani kısacası PKK yaptı. Ama hem bu katliama, hem sebeplerine, hem de sonuçlarına sadece PKK üzerinden bakmak artık mümkün değil. Çünkü bugün mesele onun çok ötesinde, aslında Suriye meselesi de.
*
Obama yönetimi iki yıldır PKK’nın Suriye kolu olan YPG’yi DEAŞ’la mücadelesinde kara gücü olarak kullanıyor. İşte aynı YPG’yi artık PKK’dan ayrı düşünmek mümkün değil. Zira iki örgüt iç içe geçmiş durumda. PKK’nın hem silahını, hem de eylem yapacak elemanlarını YPG karşılıyor. Bu yüzden Ankara, PKK ve YPG’yi artık iki ayrı terör örgütü olarak tanımlamıyor.
Ancak mesele burada bitmiyor. YPG meselesini daha da zorlaştıran ve dikkatimizden kaçan çok önemli bir faktör var. O da YPG’nin dönüşümü.
YPG’nin ABD’den ve bazı Avrupa ülkelerinden gördüğü destek, sahadaki birçok grubu bu örgüte çekiyor. Daha önce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çatısı altında ya da ÖSO’ya yakın olan birçok İslamcı grup, bazı aşiretler ve Şii milisler hızla YPG’ye katılıyor. Tabii ki sunduğu maddi imkanlar ve koruma kalkanı nedeniyle. Dolayısıyla son zamanlarda YPG’nin içindeki Arapların sayısı muazzam artmış durumda.
TRUMP GELMEDEN
Zamanlama tabii ki en belirleyici faktör. Bu açıdan en önemli etkenlerden biri ise ABD’deki geçiş süreci.
Obama yönetimi PKK’nın Suriye kolu olan YPG’yi, özellikle son 2 yıldır DAEŞ’le mücadelesinde kara gücü olarak kullanıyor. Ve YPG, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altında Washington’dan güçlü destek alıyor.
YPG’yi ise artık PKK’dan ayrı düşünmek mümkün değil. Zira Suriye savaşı başladığından beri iki örgüt giderek içiçe geçti. PKK artık silah almak için bile para harcamıyor. Bu ihtiyacını YPG gideriyor. Eylem yapacak PKK’lıların da kuzey Suriye’deki YPG kamplarında yetişip Türkiye’ye geldiği belirtiliyor. Bu yüzden Ankara, PKK ve YPG’yi artık iki ayrı terör örgütü olarak tanımlamıyor.
Bunu en son iki hafta geçirdiğim Meksika ve Guatemala’da deneyimledim. Bu topraklara eski Maya uygarlığını biraz daha iyi anlamak için gitmiştim. Ve sonunda eski Mayaların da, bugün Meksika ve Guatemala halklarının da, bizimle benzer süreçlerden geçtiğini farkettim. Yani ne mekan, ne zaman aslında hiç farketmiyor. İnsanoğlu hep aynı döngünün içinde yaşıyor.
EN KANLI SAVAŞ
Meksika Devrimi, Batı Yarımküre’nin bugüne kadarki en kanlı olayı. 1876-1910 arasında 30 küsur yıl sürmüş olan iç savaşta, her 8 Meksikalı’dan 1’i ölmüş. Toplamda 1,5 milyon kişi hayatını kaybetmiş. Ve bu devrim, 35 yıllık kaskatı Diaz diktatörlüğünü bitirmiş. Bizim tarihimiz boyunca yaşadığımız sarmalları, kırımları birebir andırıyor.
Meksikalı Nobel ödüllü yazar Octavio Paz “Yalnızlık Dolambacı” kitabında bu devrim için, “Ne bir zafer, ne bir yenilgiydi. Sadece Meksika ulusunun doğuşuydu. Ve Meksikalılar kendini devrimde buldu” der. Bu da bizim kurtuluş ve kuruluş hikayemize fazlasıyla benziyor.