Paylaş
Fransa'da halkın terörle iç içe yaşamak zorunda kalması nedeniyle ülke uzun süredir olağanüstü hal koşullarında yönetiliyor. Bu durumun nedeni IŞİD tarafından ülkede yapılan terör eylemleri ve bunların sonunda birçok Fransız vatandaşının yaşamlarını yitirmesi. Ülke Mayıs ayı başında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bu koşullarda yaşadı, muhtemelen Haziran ayında yapılacak olan parlamento seçimlerini de aynı durumda yaşayacak.
Bununla beraber, yeni seçilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ilk yurt dışı ziyaretini olabildiğince olumlu bir gündemle Berlin'e yapıyor. Aslında bunda pek de şaşılacak bir durum yok. Fransa Cumhurbaşkanlarının seçildikten sonra ilk ziyaretlerini Almanya'ya yapmaları neredeyse bir gelenek haline geldi.
Bu gelenekselleşmenin başlıca sebebi iki ülkenin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa kıtasının bir daha savaş görmemesi hedefine yönelmeleri ve bu maksatla 20. Yüzyılın en büyük barış projesi olarak adlandırılan Avrupa Birliği'nin temelini birlikte atmış olmaları. Bizim coğrafyamızda Türkiye ile Yunanistan'ın böyle bir gelenek edinebilmeleri için kim bilir daha kaç onlarca yıl geçmesi gerekecek...
Macron en kısa zamanda Angela Merkel ile görüşmek ve son zamanlarda Avrupa Birliği etrafında oluştuğu gözlemlenen olumsuz gündemi ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atmak istiyor. Avrupa Birliği şu sırada Birleşik Krallık'ın birlikten çıkmasıyla ilgili olumsuz gündemin etkisinde. Bununla beraber, bu durum Macron'un AB'nin geleceğine yönelik olumlu planlar yapmasına ve bunları Merkel ile konuşarak AB'nin yeniden kendine güven kazanmasını sağlayacak bir atılım başlatmasına engel değil.
Macron-Merkel görüşmesinin temel gündem maddelerini elbette terörle mücadele, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan, özellikle de Suriye ve Libya'dan kaynaklanan Avrupa'ya yönelik mülteci sorunu, birliğin bütünlüğünü tehdit edebileceğinden endişe duyulan Brexit kararı ve bu sürecin yönetilmesi ile benzer davranışların engellenmesi oluşturuyor.
Bu gündemin çok olumlu olduğunu ileri sürmek güç. Ancak Macron'un AB'nin geleceği ile ilgili vizyonu ve şu sırada yaşamakta oldukları sorunların ileriye dönük olarak nasıl çözümlenebileceği hakkındaki görüşleri ziyaretin pozitif enerjiyle yüklenmesi olanağını hazırlıyor. Bu açıdan bakıldığında, Paris-Berlin ekseninin yeniden güçlendirilmesi, AB'nin yeniden küresel rekabete kendini hissettiren biçimde geri dönmesi, bir yandan iç sorun ve sıkıntıların aşılmasının yöntemleri konuşulurken, bir yandan da küreselleşmenin doğurduğu olumsuzlukların nasıl giderilebileceğinin konuşulması planlanıyor.
Macron bunları Merkel ile ABD'nin yeni başkanı Trump'ın tüm dünyayı rahatsız eden küreselleşme karşıtı söylemine rağmen ve küreselleşmeden vazgeçmeksizin konuşmayı planlıyor. Merkel de bu gündemden haberdar ve Eylül ayında ülkesinde önemli bir parlamento seçimi yaşayacak olmasına rağmen, seçim öncesi bu konuları konuşmamak gibi bir oyun bozanlık yapmıyor.
Türkiye, 2015 yılında iki seçim yaşadı. Bu iki seçim arasında görülmedik derecede terör olaylarıyla sarsıldı, yüzlerce yurttaşımız yaşamlarını yitirdi. Bununla beraber, ne seçimler öncesinde, ne seçimler ertesinde hükümetler olağanüstü hal ilan etmeyi gerekli görmediler. Seçimler de olağanüstü hal koşullarında gerçekleşmedi.
2016 yılında yaşanan ve püskürtülen darbe teşebbüsü ise Türkiye'nin bioritmini, DNA'sını ve sosyo-psikolojik dengesini alt üst etti. Bu travmanın ertesinde ilan edilen olağanüstü hal koşulları terörü neredeyse sıfırladı, ama Türkiye'nin gündemi olumlu bir dönüşüm geçireceğine daha da gerginleşti. Bir yandan Suriye'ye yönelik Fırat Kalkanı harekatı, bir yandan bu harekatın bitmiş olmasına rağmen Türkiye'nin Suriye macerasına devam etme hevesi, bir yandan darbe teşebbüsü ertesinde bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen temizlik harekatı derken, bu koşullarda bir de referandum yaşandı.
Her gün "artık bitti" diye umutlanılıyor, ama gündem bir türlü olumluya dönemiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Vaşington'da ABD Başkanı Trump ile yapacağı görüşmede de Macron'unkine benzer olumlu bir vizyonun işareti görülmüyor. Sebep ne diye bakınca hemen Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafya ve bu coğrafyanın içindeki sorunlar gösteriliyor. Coğrafyayı değiştirmek mümkün olmadığına göre galiba düşünsel parametreleri değiştirmekten başka çare kalmıyor.
Paylaş