Ortadoğu'da kazananlar ve kaybedenler

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki halk ayaklanmalarının başlamasından bu yana beş yıl geçti. Demokratik olmayan, otoriter hatta totaliter nitelikli diktatörlük rejimlerinin yıkılmasının bölgeye demokrasi getirmesi beklenirken geride kalan bir dizi başarısız devlet var.

Haberin Devamı

Libya hala kendine gelebilmiş değil. Mısır'da seçimle işbaşına gelen bir yönetim, kendi iktidarını halk ayaklanmasına borçlu olduğu halde, bu defa kendine karşı başlayan bir halk ayaklanmasının sonucunda askeri müdahale ile iktidardan ayrıldı. Yemen'de durum karmakarışık.

Bölgenin en büyük problemini Suriye oluşturdu. Bu ülkede iç savaş beş yılı geride bırakırken henüz tam anlamıyla barış ortamının sağlanabileceğine dair bir işaret görülmüyor.

Bütün bu kargaşanın elbette kaybedenleri ve kazananları var. Kaybedenlerin başında bölge halkları geliyor. Milyonlarca yerlerinden edilmiş insan mülteci olarak ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Yaşamlarını yitirenlerin sayısı da neredeyse milyonlarla ifade edilecek kadar çok.

Kaybedenlerin arasında ABD ve diğer Batı ülkelerini de sıralamak gerekiyor. ABD esasen Afganistan ve Irak müdahaleleriyle başlayan bir süreç sonunda Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında yerleşik Arap ve İslam alemi gözünde büyük bir imaj kaybına uğradı.

Haberin Devamı

Her ne kadar bu imaj kaybı Obama yönetimi öncesi iktidarda olan Cumhuriyetçi Parti'nin izlediği dış politikaya bağlanıyorsa da, Obama ve Demokrat Parti'nin son sekiz yılda bölgede yıpranan ABD algısına olumlu bir  dönüşüm sağlayabildiğini söylemek zor.

Batı ülkeleri ise Ortadoğu ile ilgili politikalarını bir türlü netleştiremiyorlar. Avrupa Birliği'nin Ortadoğu politikasından söz etmek yerine, Fransa'nın, Birleşik Krallık'ın, Almanya'nın ya da İtalya'nın Ortadoğu politikalarından söz ediliyor. Bu da Batı'nın kazanç hanesine yazılan bir sonuç yaratmıyor.

Peki kazananlar kim? Neresinden bakılırsa bakılsın, öncelikle bölge ülkelerinden ve halklarından başlayacak olursak akla Tunus geliyor. Arap ayaklanmalarının bu ülkeden başlayan bir kıvılcımla yayılmış olduğu düşünüldüğünde, bölge bu denli karışmış ve istikrar bu denli bozulmuşken Tunus'un kazananlar arasında olmasının basit bir nedeni var: Demokrasiye olan saygı.

Tunus halkı hem diktatörlükten kurtuldu, hem seçimle siyasi islamı iktidar yaptı, hem de yeniden seçimle daha ılımlı bir siyasi tercih yaparak bir önceki iktidarı yeniden değiştirebildi. Tunus'un deneyimi bölge halkları için bir çok siyasi gözlemci tarafından örnek olarak gösteriliyor.

Haberin Devamı

İkinci önemli kazananın Rusya olduğu artık inkar edilemeyecek bir gerçek halini aldı. Rusya, bekledi bekledi, sonunda turnayı gözünden vurdu. Suriye keşmekeşi Rusya için önemli bir sınamaydı. ABD'nin ve Batı'nın Suriye'de yeterince basiretli politikalar izleyememesinin de yarattığı boşluğu iyi değerlendiren Rusya, Ekim 2015'ten itibaren elini taşın altına soktuğu Suriye'de bugün sahadaki en önemli aktör olarak kontrolü sağlıyor.

Rusya'nın basit bir bölgesel aktör olmadığı, oyunu büyük oynadığı ve Suriye'deki kazanımlarını küresel aktör gözüyle  kurguladığı düşünüldüğünde, mesele Suriye'nin de ötesinde Doğu Akdeniz'deki dengeleri etkileyen bir boyut kazanıyor.

Haberin Devamı

Rusya Suriye'de Hmeymim ve Tartus üslerindeki askeri varlığını daha da muhkem kılmak için nicelikten çok nitelik üzerinde duruyor ve teknolojik olanaklarını da kullanmak suretiyle Suriye'yi küresel hedeflerinin önemli bir parçası haline getiriyor.

Konuya sadece askeri, jeopolitik ve stratejik kavramlar üzerinden bakmak yerine işi bir de enerji perspektifinden değerlendirdiğinizde Rusya'nın büyük oyunda Doğu Akdeniz kozunu nasıl kullanabileceğinin işaretlerini almak mümkün.

Örneğin, bazı gözlemciler, Cenevre'de süren ve büyük beklentiler yaratıldığı halde henüz çözüme yönelik önemli bir açılım kaydedilemediği görülen Kıbrıs müzakerelerinin dahi Rusya'nın etkisinden muaf olmadığını ileri sürüyorlar.

Haberin Devamı

Bölgenin kazananlarından biri de İran. İran'ı henüz küresel düzeyde büyük oyunda pay kapabilmeye aday bir ülke olarak görmek mümkün olmasa da, bölgesel düzeydeki rolünü yadsımak olanaksız.

İran, bugün Körfez ülkeleri üzerinde önemli bir etki alanı yaratan, Yemen'de, Irak'ta, Lübnan'da varlığını hissettiren, Suriye'de ise etkisini hem sahada hem masada pekiştiren bir bölgesel aktör. Gerek Irak'a yapılan ABD müdahalesi ertesinde, gerek Suriye'de yaşanan iç savaşın geldiği safhada bölgenin perde gerisinde kalan en önemli kazananı İran.

Peki Türkiye hangi grupta yer alıyor? Kaybeden mi, kazanan mı? Konuya Arap halklarının ayaklanmaları öncesinde baktığımızda bölgenin en önemli kazananının Türkiye olduğunu bütün dünya görüyordu. Hatta bu durumu kıskanan bazı müttefiklerimizin olduğunu söylemek dahi mümkündü.

Haberin Devamı

2011 yılından bu yana yaşanan gelişmelere bakıldığında ise Türkiye'nin kazananlar arasında yer aldığını söylemek güçleşiyor. Türkiye, daha önce güven veren ve bölge halkları tarafından imrenilerek bakılan bir "model ülke" gibi algılanırken, bugün çok farklı bir konumda yer alıyor.

Bu olumsuz tabloya rağmen, son dönemde Suriye'de ateşkesin sağlanması için Türkiye'nin Rusya ile birlikte hareket etmesi kısa vadede Türkiye'nin kazanç hanesine olumlu bir katkı sağladı. Bu olumlu katkı, Türkiye'nin Astana'da yapılacak olan Suriye toplantısında da önemli bir kolaylaştırıcı aktör olmasına yardımcı olacak.

Bununla beraber, Türkiye'nin Astana'yı Suriye probleminin çözümü için tek olasılık olarak görmemesi gerekiyor. Aksine, Astana'da yapılacak toplantı Suriye konusunda Cenevre'de yeniden başlatılması öngörülen barış görüşmelerinin kolaylaştırılması maksadıyla masaya oturacak tarafların belirlenmesini hedefliyor.

Astana'da Rusya, İran ve Türkiye Suriye'li muhalif gruplarla Şam'daki rejimin temsilcilerini bir araya getirerek bir yakınlaşma sağlamaya çalışacaklar. Bu yakınlaşmanın Cenevre'de yapılacak olan asıl barış görüşmelerine nasıl bir altyapı oluşturacağını zaman gösterecek.

Alınan duyumlara göre, Astana'daki toplantıya katılmasına önem atfedilen ABD'ye de davet gönderilmiş. Astana toplantısına ABD'nin katılımı konusunun 20 Ocak'ta işbaşı yapacak olan Trump yönetiminin kararına bırakılacağı ileri sürülüyor. Bu nedenle, 23 Ocak'ta yapılması öngörülen Astana toplantısının birkaç gün geciktirilmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Türkiye'nin bölgede yeniden kazananlar arasında yer alabilmesinin sırrı, hem Astana'da hem Cenevre'de üstleneceği yapıcı role bağlı. Bu yapıcı rolün sırrı da esnek diplomasiye dayanıyor. Astana'da bu esneklik Rusya ve İran'ın destekledikleri Esad rejimine karşı şimdiye dek sürdürülen katı ve uzlaşmaz tutumun yumuşatılması olarak görülüyor.

Daha önce Esad rejimine karşı izlenen katı tutumun Astana'da  yumuşatılması mümkün olduğuna göre, Cenevre'de de ABD'nin Türkiye'den benzer bir yumuşamayı PYD'ye karşı beklemesi ihtimal dışı görülmüyor.

Kazanmanın yolu kazanmayı sadece karşı tarafın kaybı olarak görmemekten geçiyor.

Yazarın Tüm Yazıları