Paylaş
Evet, Türkiye Nisan ayında yapılan referandumdan sonra AB tarafından oldukça eleştirilmişti. Ancak, insan hakları, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti ilkelerine olan uyum ve sadakat gibi konulardaki seviyesinin yeterli olmadığı dile getirilse dahi, bunların değişebileceği, düzelebileceği inancı AB yetkililerinin Türkiye ile olan ilişkilerin geleceğine olan bakışlarını tam bir olumsuzluğa dönüştürmemişti.
Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile olan üyelik müzakerelerinin askıya alınması için tavsiye kararı alması da AB Konseyi ve AB Komisyonu'nu böyle bir yöne doğru zorlamış gözükmüyordu. Üst düzey AB yetkilileri, Türkiye'nin AB üyeliği için gerekli olan kıstasları ve standartları pek ala bildiği varsayımıyla hareket ediyorlar ve bu nedenle Türkiye'nin Avrupa uluslar topluluğundan uzaklaşmayacağını umuyorlardı.
İşler Avrupa'nın umduğu gibi gitmiyor. Türkiye'nin ne umduğu pek belli olmadığı için bu safhada o cephede gelişmelerin nasıl değerlendirildiğini yorumlamak güç. Ancak ortada olan ve giderek hissedilen bir gelişmeyi görmezden gelemeyiz. Türkiye ile Batı arasındaki mesafe her geçen gün daha çok açılıyor.
Avrupa Birliği'nin, açıkça itiraf edilmese de, lider ülkesi Almanya. Buna rağmen, Türkiye'nin genelde AB ile ilişkilerinin iyi olmaması bir yana, Almanya ile olan ilişkileri de iyi yönetilmiyor. Böylelikle, AB ile olan ilişkileri artan şekilde dönüşü olmayan bir yola sokma gayreti içinde görülüyoruz. Bunun olayların akışı sonucu irademiz dışında olduğuna inanmak da giderek güçleşiyor.
Gözden kaçırılmaması gereken bir gerçekle karşı karşıyayız. Türkiye, AB'ye tam üye olmaktan başka bir formülü kabul etmeyeceğini ne kadar ısrarla dile getirirse getirsin, karşı tarafta bunun bir fantezi olmaktan öteye geçmediği kanaati artık iyice yerleşmiş durumda.
Bir yandan terörle mücadele konusunda farklı standartlara sahibiz, bir yandan temel insan hak ve hürriyetleri, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi konularda farklı bakış açılarına...Bu da Türkiye'yi AB'ye fersah fersah uzak bir konuma yerleştiriyor. AB yetkililerinin de sürekli olarak dile getirdikleri "Avrupa değerler bütünlüğüne yakınlaşma" çağrısı bu farklılıklardan kaynaklanıyor.
Avrupa Birliği'nin şu sıralarda köklü bir dönüşümden geçtiğini göremiyoruz. Fransa'da yeni seçilen Cumhurbaşkanı Macron ile, Eylül ayında yapılacak seçimler sonucunda ortaya çıkacak yeni Almanya hükümeti arasında AB'nin geleceğine ilişkin yeni bir tasarımın ortaya konacağını ve yeni bir yol haritasının çizileceğini anlayamıyoruz. Bu yeni Almanya hükümetinin başında Angela Merkel'in bulunma olasılığını da muhtemelen küçümsüyoruz.
AB'nin bu dönüşüm ve değişiminin en öncelikli dosyasını Birleşik Krallık ile AB arasında başlayan ve nasıl süreceği, ne zaman sonuçlanacağı, ne gibi yansımalar doğuracağı belli olmayan bir sürecin oluşturduğunu kavrayamıyoruz. Brüksel'de düşünce kuruluşlarında tartışılan en önemli konunun bu olduğunu, Brexit sonrası Birleşik Krallık ile AB arasında ortaya çıkacak ve ilişkileri düzenleyecek olan yeni mekanizmanın Türkiye için de en makul çözüm yolu olduğunun güçlü bir kabul gördüğünü de umursamıyoruz.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un çok vitesli Avrupa fikrine yakın durduğunu, bu çok vitesli Avrupa fikrini oluşturan halkaların en dışında muhtemelen üye olmayan veya üyelik ilişkileri en zayıf şekilde tanımlanan ülkelerin bulunacağını, bunların Birleşik Krallık, Ukrayna, Türkiye hatta belki de Yunanistan olacaklarının konuşulduğunu duymuyoruz.
Bütün bunları duymamak, anlamamak, görmemek ve umursamamak ileride Fransa ile Almanya arasında AB'nin geleceğine ilişkin yeni yol haritası oluşturulurken Türkiye'nin bu yol haritasındaki konumunu ele almalarını güçleştiriyor. Türkiye AB ile olan ilişkilerinde en belirleyici aktör olan Almanya'yı kendinden uzaklaştırmakla AB'den de uzaklaşıyor. Bunun asıl tercih olmadığına inanmak da gittikçe güçleşiyor.
Almanya'da Türkiye'nin kendi terörle mücadelesi konusundaki duyarlılıklarına yeterince ilgi ve anlayış gösterilmediği varsayımına dayalı olarak gelişen olaylar sonucu, Türkiye'de tutuklanan Alman vatandaşlarının sayısı arttı. Ne kadar çok Alman vatandaşı tutuklarsak Almanya'dan iadesini istediğimiz Türkiye vatandaşlarının iade edilmeleri şansı da o kadar artmıyor. Hatta aksine, belki de bu iade olasılıklarını daha da güçleştiriyor.
Eskiden Türkiye'ye gelen yabancı turistler içinde Almanya'nın beş milyona yakın bir sayı ile birinci sırada olduğu bilinirdi. Artık Türkiye'ye gelen Alman turist sayısı oldukça azaldı. Türkiye'de terörist suçlamasıyla gözaltına alınan Alman vatandaşları hakkında Almanya basınında yer alan haberlerin buna sebep olan unsurlardan biri olduğunu belirtmek gerekiyor.
Almanya ile olan ilişkilerimiz tarihinin en kötü döneminden geçiyor. Böyle olunca, AB ile olan ilişkilerimizin geleceği de giderek daha karanlık bir görünüme bürünüyor.
Paylaş