Paylaş
Tek tek bakıldığında, bu ziyaretlerin tümünün Türkiye'nin ikili ilişkileri bakımından önemi yadsınamaz. Hindistan ziyareti Türkiye ile Hindistan arasında olması gerekenin çok altında kalan ticari ilişkilerin geliştirilmesine ve ekonomik alandaki işbirliğinin pekiştirilmesine fırsat verebilir.
Hindistan son yılların hızla büyüyen ve önümüzdeki yıllarda dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinden biri olma yolunda ilerleyen bir ülke. Türkiye'nin ekonomik büyümesinin nitelikli bir atılım yapabilmesi ve orta gelir tuzağı denen tıkanıklıktan kurtulabilmesi üretim teknolojisinin gelişmesine ve katma değeri yüksek üretim kapasitesini artırabilmesine bağlı. Hindistan'ın Türkiye'nin ekonomik büyümesine bu nitelikli dönüşümü sağlayabilecek teknolojik donanıma sahip olduğu biliniyor.
Rusya ile ilişkiler hala 24 Kasım 2015 tarihinde bir Rus uçağını düşürmemizden önceki konumuna dönemedi. İkili ilişkilerde uzun uğraşlarla kazanılan güvenin bir kez zedelendikten sonra yeniden aynı düzeye kavuşturulabilmesi zaman alıyor. Türkiye'nin iş insanlarının önündeki vize sorunu henüz aşılamadı. Domates ihracatı ile ilgili tıkanıklıklar yerinde sayıyor. Rus turistlerin geri dönüşü yavaş bir tempoyla başladıysa da, bu gelişme henüz Türkiye'nin turizm sektörünün 2016 yılı kayıplarını karşılayabilecek düzeye erişemedi. Suriye sorunuyla ilgili görüş ayrılıkları da henüz giderilemedi.
Çin ziyareti ise bu ülkenin küresel alanda güçlü bir ekonomik aktör olma çabasının unsurlarından birini oluşturan "Kuşak ve Yol Girişimi" zirvesine katılmak amacıyla gerçekleşiyor. Bu girişim Çin'in Avrasya ile ulaşım bütünleşmesini hedefliyor ve iki unsurdan oluşuyor. Birinci unsur kara bağlantılı "İpek Yolu Ekonomik Kuşağı", ikinci unsur deniz bağlantılı " Deniz İpek Yolu". Türkiye her iki unsura da birer ucundan tutunmak istiyor.
Bu üç büyük aktör ile yapılacak temaslara bakılırsa, Türkiye Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'nın oluşturduğu BRICS ülkeler grubuyla ilişkilerini güçlendiren adımlar atmaya devam ediyor. Bu ilişkilerin temelini de ekonomik alandaki işbirliği projeleri oluşturuyor.
Temel yönelimi Batı ile entegrasyon olan Türkiye'nin bu şekilde farklı coğrafyalar ile ekonomik işbirliği olanaklarını çeşitlendirmesi kalkınma çabalarının sürdürülebilirliğini pekiştirecektir. Bu çeşitlendirmenin Türkiye'ye yeni açılımlar sağlayacağından kuşku duyulmuyor.
Ancak Türkiye'nin son yıllarda dış politikasında aşınma gösteren ilişkiler ağı Batı'da. Dolayısıyla, ABD ve Belçika ziyaretlerinin yukarıdaki ziyaretlerden daha büyük önem taşıdığının altını çizmek gerekiyor.
Türkiye-ABD ilişkileri 2003 yılından beri sıkıntı yaşıyor. Trump bu süre içinde Türkiye'nin muhatap olduğu üçüncü Başkan. Kişisel temaslar bazen ilişkilerde yaşanan sıkıntıların aşılmasında rol oynayabilirse de, Türkiye ile ABD arasında son zamanlarda birçok konuda görüş ayrılıkları artıyor. Suriye bu konuların başında geliyor. Vaşington ziyaretinin bu görüş ayrılıklarını ne ölçüde giderebileceği merak ediliyor.
Türkiye'nin ilişkilerinin en sıkıntılı ayağını Avrupa oluşturuyor. Brüksel ziyaretinin temel amacı 25 Mayıs'ta gerçekleştirilecek olan NATO zirvesi. Türkiye son yıllarda NATO müttefikleri tarafından sorgulanan dış politika işaretleri verdi.
NATO'nun tehdit algılamalarında güney kanadın ve Doğu Akdeniz'in önemsendiği vurgulanıyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye bölgede hala işbirliğine ihtiyaç duyulan güçlü bir müttefik. Ancak Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerinde yakınlaşma olduğu yolundaki algı bu sorgulamanın başlıca nedenini oluşturuyor.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da başgösteren ve Arap uyanışı olarak adlandırılan toplumsal hareketler bağlamında Libya'ya yapılan müdahaleyi "NATO'nun burada ne işi var?" diyerek sorgulayan Türkiye, Suriye sorunu büyüdükçe NATO ittifakının kendi güvenliği için ne kadar önemli olduğunu kavrayan bir bilinçlenme gösterdi. Bununla beraber, Rusya'dan S-400 füzelerinin satın alınacağı söylentileri üzerine bu bilinçlenmenin inandırıcılığı yeniden kuşku uyandırdı. 25 Mayıs'ta yapılacak zirvede NATO ile karşılıklı güvenin pekiştirilmesini sağlayacak bir söylem yararlı olacak.
Brüksel'de AB ile ilişkiler açısından da bir hamle yapılıp yapılamayacağı yanıt bekleyen sorulardan biri. Türkiye'nin AB ile olan üyelik müzakereleri olumlu ilerlemiyor. Bunun başlıca nedenlerinden biri AB'nin kendi içinde yaşamakta olduğu dönüşüm. Bir yandan Birleşik Krallık'ın birlikten ayrılacak olması, diğer yandan bu yıl Avrupa ülkelerinin çoğunda seçimlerin yapılacak olması Brüksel'in Türkiye ile olan ilişkilere gündemin üst sıralarında yer vermesini engelliyor. Bu da Türkiye'de AB hakkındaki olumsuz algıyı körüklüyor.
Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinin beklenen hızla ilerlememesi ve istenen sonucu bir türlü doğuramaması bu sürecin bitirilmesini gerektiren bir sebep olarak görülmemeli. Her iki taraf da ilişkilerin kopmasına yol açabilecek ve geri dönüşü olmayacak adımlardan kaçınmalı.
AB gözünde Türkiye'nin demokratik hak ve özgürlüklerden, hukuk devleti özelliğinden, parlamenter demokratik yapısından ve bu yapının en temel özelliği olan kuvvetler ayrımı ilkesinden uzaklaştığı algısı arttıkça, bu tür adımların atılması riski de artıyor. Bu koşullar altında, Brüksel ile Ankara arasında şimdilik karşılıklı olarak stratejik sabırla hareket edilmesi önem kazanıyor.
Paylaş