Umut Fırat Eroğlu

Astronotlar geri dönüyor, yapay zekâ sınıfta kalıyor

8 Eylül 2024
Boeing Starliner mekiğinin test sürüşü sırasında uzayda mahsur kalan iki NASA astronotu, Sunita Williams ve Barry Wilmore şubat ayında geri dönüyor. Dünya Sağlık Örgütü cep telefonlarının beyin kanseri yapmadığını onayladı. Yapay zekânın performansının insan çalışanları geçemediği ortaya çıktı. Haftanın gündemi epeyce yoğun.

NASA şu sıralar bir kurtarma operasyonuyla uğraşıyor. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in ilk günden itibaren eski tip kablolu kulaklık kullanmasının nedeni ortaya çıktı. Mobil telefonların beyin kanserine sebep olması için bir nedene rastlanmadığı açıklandı. Güncel gelişmeleri sizler için derledim...

Şubatta uzaydan geri dönüyorlar

Geçtiğimiz haftalarda dünya gündemine giren, Boeing Starliner mekiğinin test sürüşü sırasında uzayda mahsur kalan iki NASA astronotunun kaderi kesinleşti. Sunita Williams ve Barry Wilmore şubat ayında geri dönecek. SpaceX Crew-9 görevi aynı zamanda bir kurtarma operasyonuna dönüşecek. Crew-9 görevi önceden planlanan 4 kişilik astronot kadrosu yerine 2 kişiyle gerçekleşecek ve boşalan koltuklar mahsur kalan astronotları geri getirmek için kullanılacak. Astronotları daha erken tarihte getirebilmek için farklı seçenekleri değerlendiren NASA, sonunda sıfır risk politikasını uygulayarak en güvenli yöntemi seçti. Ayrıca NASA, astronotların uzayda ‘mahsur kalmaları’nın doğru bir ifade olmadığını, görevlerine devam edeceklerini bildirdi.

‘Telefonlar beyin kanseri yapmıyor’

Gün boyu birçok kez kulağımıza tuttuğumuz cep telefonlarının yaydığı manyetik dalgaların beyin kanseri yapabileceği yaygın bir kanıydı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yakın zaman önce tamamlanan büyük kapsamlı bir araştırma, cep telefonlarıyla beyin kanserinin bir bağlantısı olmadığına işaret etti.
1994-2022 yılları arasında gerçekleştirilen, 5 binden fazla çalışmanın sonuçlarını bütünleştiren araştırmaya göre mobil telefonların beyin kanseri veya herhangi bir baş, boyun kanserine neden olmadığı açıklandı. Ayrıca 10 yıl boyunca mobil telefon kullanılmasının veya gün içindeki sıklığının kanser oluşumuyla ilgisine rastlanmadığı belirtildi. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi sürecinde eleştirilen ve sorgulanan rapor sonuçlarını da göz önünde bulundurmakta fayda var. Ayrıca çalışma yalnızca beyin kanserini işaret ediyor. Maruz kaldığımız radyo, Wi-Fi ve GSM dalgalarının beynimize ve sinir sistemimize ne şekilde etki ettiği anlaşılmış değil. Tedbirli olmakta ve bu tür manyetik alanlara en az düzeyde maruz kalmakta fayda var.Kamala Harris

Bluetooth kulaklıkları casuslar dinleyebilir

ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in ilk günlerden itibaren eski tip kablolu kulaklık kullanması merak konusuydu. Harris’in güvenlik nedeniyle kablosuz kulaklık kullanmaktan sakındığı tahmin ediliyordu. Kamala Harris’in başkan adayı olmasıyla birlikte görüntüleri daha çok ilgi çekmeye başladı. Geçen hafta Air Force Two uçağına binerken yine kablolu kulaklıklarıyla görülmesi üzerine ünlü internet haber sitesi HuffPost, konuyu uzmanlara danıştı. Siber güvenlik uzmanı ve etik hacker Maril Vernon, Harris’in ‘akıllıca’ bir şey yaptığını söylüyor ve bluetooth kulaklıkların yetenekli hacker’lar tarafından dinlenebileceğini belirtiyor. Kulaklığın dinlenme riskini en aza indirmek için verilen tavsiyelerse şöyle: Bluetooth bağlantısını 24 saat açık tutmayın, aksi halde hacker’lar önceden bağlanılan cihazları tanıyıp taklit ederek kulaklıkları kandırabilirler. Bluetooth bağlantınızla eşleşen cihazları düzenli kontrol edin. Modern bluetooth versiyonlarını kullanın ve yazılım güncellemelerini düzenli yapın. Cihazınıza kendi adınızı vermeyin, tahmin edilmesi zor isimler kullanın.

Yazının Devamını Oku

Uzay şimdi onlara dar...

25 Ağustos 2024
NASA’nın astronotları Suni ve Butch, 8 günlük bir görev için Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderildi. Fakat çıkan bir arıza sonrası Dünya’ya dönemediler. İki astronot şimdi evlerine dönecekleri günü bekliyor.

Hiçbir insanın istemeyeceği ve fakat herkesin gizli merakı, belki fantezisi olabilecek bir şey gerçek oldu: Uzayda ilk kez iki astronot birden uzun süreli mahsur kaldı. NASA’nın astronotları Sunita Williams ve Barry “Butch” E. Wilmore’u bir anda bütün gezegenin ilgi odağı haline getiren hadisede bildiğiniz üzere ünlü havacılık firması Boeing, Starliner mekiğini Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) 5 Haziran’da deneme amaçlı göndermişti. İki profesyonel astronot, mekiğin uzay çalışmaları için uygunluğunu test edecek ve bir rapor hazırlayacaktı.

Kısacası her şey yolunda gitseydi Boeing sınavı geçip NASA’ya taşeron olacaktı. Ancak kenetlenme sağlandıktan bir süre sonra, dönme vakti gelen mekiğin itici motorlarında yani roketlerinde anlaşılamayan bir arıza çıktı. Sistem aşırı ısınıyor fakat sebebi bulunamıyordu. İtici motorlar mekiğin atmosfere giriş esnasındaki açısını, yani hayati manevrasını kontrol ettikleri için bir anda büyük bir tehlike belirdi. Uzay mekiğinin açısı kontrol edilemezse meteor gibi yanabilir, astronotlar kayan yıldızlara dönüşebilirdi.

Uzayda mahsur kalan astronotların kurtarılması için en güvenli ihtimalin kısa süre sonra yörüngeye ulaşacak ve ISS’e kenetlenecek bir SpaceX mekiği olduğu anlaşıldı ancak ortada bir sorun vardı: Mekiğin planlanan dönüşü, en az 6 ay sonraydı.

Suni ve Butch... Hint kökenli esmer bir kadın ve beyaz bir Amerikalı, ikisi de yaşça olgun, hayatlarının en iyi deneyimini yaşama sırası gelmişken tam bir kâbusun içine düşen iki biliminsanı. Nasıl duygular yaşatacağını hayal bile edemeyeceğimiz bir belirsizliğin içinde...

Uçak içi kadar bir hücrede, 6 ila 8 ay kalma düşüncesini sindirmeye çalıştıkları bir halde olmalılar. Yalnız değiller, ISS’in astronotları, üstelik çoğunluğu Rus, onları telkin ediyordur fakat 8 gün sonra muhteşem bir hikâyeyle yeryüzüne dönmeyi beklerken, en az 6 ay orada kalacağınızı hiç düşünür müsünüz! Neyse ki yemekleri ve yaşamsal ihtiyaçları mevcut, bir hayati tehlikeleri yok. NASA tüm gücüyle olayı çözmeye çalışıyor, fakat uzay yolculukları rutin işler değil. Düzenli yapılan çalışmalar, sürekli inip çıkan roketler ya da geniş bir hareket alanı, operasyon esnekliği yok. Uzayda her şey, tüm süreçleri ve ihtiyaçları minimalize etmek üzerine kurulu. Neticede alınacak nefes bile sayılı...

Film gibi hadisenin ayrıntıları da ilginç. Astronotları daha erken getirebilecek bir SpaceX mekiği halihazırda ISS’e kenetli, ancak bu kez de SpaceX mekiğiyle Boeing’in uzay kıyafeti standartları birbirini tutmuyormuş. Astronotlar için özellikle atmosfere girerken kıyafetlerini giymeleri çok önemli. Uzay kıyafetleri mekiğin içindeki sisteme kablolarla bağlanıyor ve ani basınç ve ısı değişimlerine karşı astronotları koruyor, vücut sensörleri NASA’ya gerçek zamanlı bilgi iletiyor ve acil durumda hayatta kalmalarını kolaylaştırıyor. Astronotların kıyafetsiz şekilde, en zorlu yoldan geçecek olan mekikte uçma ihtimali herkesi endişelendiriyor, NASA’nın bu yolu seçmeyeceği konuşuluyor.

 

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâdan her şey olabilir, arkadaş bile

18 Ağustos 2024
Pandemi döneminde yeni vakaları takip eden ve haritalayan ilk internet sitesi... Rusya, Ukrayna’yı işgal edince mültecilere evlerini açmak isteyenleri organize eden bir site... Adını dünyaya duyuran genç Avi Schiffmann yeni bir girişimle karşımızda...

Finans gurusu, iklim profesörü, emlak uzmanı, soyut ressam, hatta pratisyen hekim veya avukat yardımcısı... Dünya yerinde durursa yapay zekâ cihazlarının bu meslekleri üstlendiğini göreceğiz mutlaka. Peki, sadece sizi dinleyen, sessiz candaş olsa yanınızda... Arada bir küçük tavsiyeler veren, modunuzu yükselten, sizi bilen biri... Yalnızlığınızı alan biri olabilir mi?

Birkaç hafta önce, internette yepyeni bir fikir çıktı karşıma. Fikir fakat sadece zihinde değil, çipe-devreye kavuşmuş, bedenlenmiş bir fikir. Özünde bir yapay zekâ sohbet aygıtı. Takınca tam kalbinin üstüne denk gelen elektronik kolye, insanın en temel ihtiyaçlarından birini karşılamak istiyor: Arkadaşlık.

Friend adlı giyilebilir sohbet botu sürekli yanınızda duruyor ve sizi dinliyor. Bazen kendiliğinden bazen de siz sorarsanız; o an yaşadığınız şeye dair fikrini söylüyor. Bazen şakayla takılıyor, bazen “Dikkat et” diyor. İhtiyaç duyduğunuzda sizi anlayışla karşılıyor, moral veriyor. Hatanız olduğundaysa iğnesini sakınmıyor. Yani her durumda birinin sizi umursadığını hissettiriyor...

Otomatik düşman

Bazı şeyler gözümüzün önünde durur, fark etmeyiz ya, bu kadar basit bir fikrin neden daha önce kimsenin aklına gelmediğini düşündüm. Fikrin sahibi Avi Schiffmann. Kendisini sevebilecek
yüz binlerce insan olduğu halde, belki de kimse yalnızlığı onun kadar derinden hissetmemişti. Tokyo’da bir gökdelenin üst katlarında tek başınalıktan kıvrandığı bir sırada Avi’yi harekete geçiren şeyse sadece yalnızlığı değildi elbette. Herkesin ihtiyacı olan şeylere çözüm getirme dürtüsü ve bunu yapabilecek güce, akla ve kaynaklara sahip olmasıydı...

Bugün 21 yaşındaki Avi Schifmann, dört yıl önce COVID salgını tüm dünyayı sararken hastalığın yayılımını ve yeni vakaları küresel ölçekte takip eden ve haritalayan ilk internet sitesini kodlamış ve dünya basınında manşet üstüne manşetlere çıkmıştı. 17 yaşındaki bir çocuğun yatak odasından tüm dünyanın işini kolaylaştırmasının yarattığı küresel takdir ve hayranlığı hatırlıyorum... Yetmemiş ki salgından iki sene sonra Rus işgalinden komşu ülkelere sığınmak zorunda kalan Ukraynalı mültecilere evlerini açmak isteyenleri organize eden bir site yazmıştı Avi. Ukraynalı iki yakın dostumun o günlerdeki halini ve paylaşımlarını hatırlayınca genç Avi’nin kahramanlığı duygulandırıyor. Ancak sanılmasın ki Avi’yi herkes kahraman olarak görüyordu. Karşısında ‘Rus İmparatorluğu’ gibi duran dev bir gücün otomatik düşmanı sayılıyordu haliyle... Şimdi Tokyo’daki gökdelenin tepesinde, yalnızlığıyla bir başına oturan Avi’nin duygularını anlamak daha kolaylaştı sanki.

Avi’nin ne hissettiğini ben nereden mi biliyorum? Wired dergisi iki hafta önce kendisiyle bir söyleşi yapıyor. Dört sene evvel haberleştirdikleri kahraman çocuğu şimdi bir girişimci olarak alıyorlar karşılarına. Yazıda anlatıyor Avi Schiffmann kendisini motive eden duygularını. Aslında çalışma dünyasında performansı arttıracak bir cihaz geliştirmeyi düşünüyormuş önceleri. Aynı modelde, giyilebilir ve çalışma akışını izleyerek üretkenliği arttırmayı hedefleyen ‘Tab’ isminde bir cihaz. Projenin Ar-Ge sürecinde seyahatteyken yaşıyor aydınlanışını: “Hayatım boyunca hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. O sırada Tab prototipine bakıyordum ve dedim ki: Yok ya, ben bu şeye konuşmak istemiyorum. Yanımda benimle seyahat eden bir arkadaşmış gibi hissetmek istiyorum.” Voila! İşte o andan sonra Tab yapay zekâ koçu ofis hayatını bırakıp hayatın her alanına etki eden bir yapay zekâ arkadaşına doğru evrilmeye başlamış.

Yazının Devamını Oku

Engellere karşı ‘boş yapalım’

11 Ağustos 2024
Yazı işleri servisimizin bana verdiği yetkiye dayanarak, bir süredir internete boş boş bakmamıza sebep olan Instagram’a erişim engeli hakkında müsaadenizle biraz ‘boş yapmak’ istiyorum...

‘KONUŞTUĞUM ÇOCUK İÇERİDE KALDI’

Milyonlarca insanın işini gücünü çevirdiği; reklamını, tanıtımını yaptığı, ürün sattığı Instagram’ın ekonomiye maliyetinin yüksek olacağını okumuşsunuzdur. Ekonomiyi dert etmekte herkes haklı ama derdi daha büyük olanlar da var. Instagram yasağı aslında en çok ilişkileri vurdu. Çiçeği burnunda influencer’lar tedirgin, flörtözler dertli, DM’den yürüyenler büyük mağdur olmuş olmalı. Editörümün paylaştığı bir mesaj, aslında her şeyi anlatıyor. Yasağın ertesi günü herkes soluğu X’te aldı ya, atılan bir tweet şöyle diyormuş: “Açın Instagram’ı, konuştuğum çocuk içeride kaldı.” Bence de açılsın Instagram, yoksa mazallah Avrupa ülkeleri gibi gelecekte ‘yaşlı nüfusa’ dönebiliriz!

İREM DERİCİ’YLE ARAMDAKİ EN BÜYÜK BENZERLİK

Türkiye’nin en ünlü pop şarkıcılarından biriyle aranda ne benzerlik olabilir diye sorsalar, 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şeyi bugün bilfiil yaşıyorum. İrem Derici ‘Gidelim mi Buradan’ isimli yeni şarkısının büyük tanıtımını yapmaya hazırlandığı gün, Instagram’a erişim engelini duyunca küplere binmiş. İrem’i biliyorsunuz, diline varanı söyleme konusunda ihtisas sahibi biri. O kısmına bakmadım ama şu olay komik: Bir takipçisi “Üzülme, Instagram’a her girdiğimde senin şarkını ekranda takılı kalmış görüyorum, bedava reklam yapıyorsun” tadında bir mesaj atmış. İrem de “Dinle bari bi … yarasın!” diye yapıştırmış cevabı. Yorumlar kahkahaya boğulmuş tabii… Şimdi İrem’i çok iyi anlıyorum; benim de kurucuları arasında olduğum Kökler ve Dallar isimli bir oluşum var, 8 yıldır spiritüel etkinlikler, çalışmalar, buluşmalar düzenliyoruz. Bu ağustos sonunda ilk defa kültürlerarası bir buluşma, bir Şifa Festivali düzenleyeceğiz. Avrupa’nın büyüklerinden, Çek menşeli Healing Festival’in desteğiyle hazırladığımız, geniş kapsamlı bir organizasyon. Haliyle ağustosta tanıtım çok önemli, biz de reklamları ‘boost’lamak için tam yayı germişken gelen yasakla, metrobüsün tıslaması gibi yere oturup bıraktık elimizde ne varsa. İrem kadar gönlü geniş bir açıklama yapacak halimiz yoktu elbette; elde olanlarla, herkes gibi yola devam…



Yazının Devamını Oku

Elit atletlerin sırrı: ‘Tekno-doping’

4 Ağustos 2024
Sporcuların performanslarını iyileştiren, konforlarını arttıran, bedenlerini koruyan, yüksek teknolojiyle üretilen giysi ve ekipman kullanımına ‘tekno-doping’ deniyor. Şimdi olimpiyatlarda bu konu çok konuşuluyor...

Neredeyse hareket eden her şeye teknolojinin dahil olmaya başladığı bir çağda, spor ve atletizmin dışarıda kalması elbette düşünülemez. Sporcuların performansını iyileştirmeye, konforlarını arttırmaya ve bedenlerini korumaya yönelik cihazlar, gelişmiş materyaller ve kıyafetler artık spor dünyasının vazgeçilmezi. Fakat bir sorun var ki; atletler için teknoloji fazla ilerlemeye başladı. Atletik müsabakalarda performansı geliştirmeye yönelik ekipman ve kıyafet kullanımı için artık revaçta bir terim var: Teknolojik doping veya kısaca tekno-doping. Yapay zekâ hayatımıza yerleşmeye başladığından beri ilk olimpiyat, bu yılki. Son dört yılda teknoloji şahlandığı için Paris Olimpiyatları’nda da ‘tekno-doping’ konusu epey gündemde.

Önce 2008’de Speedo’nun LZR Racer adlı, gövdeyi kaplayan yüzme kıyafeti yüzücüler arasında rekabet farkı yaratmıştı. Altın madalyaların yüzde 90’dan fazlası LZR Racer giyen yüzücüler tarafından toplanınca ürün bir sonraki sene federasyon tarafından yasaklanmıştı. Bu yılın en çok konuşulan ekipmanıysa performansı gözle görülür biçimde arttıran süper koşu ayakkabıları. Segmentin en popüler markası Nike; Vaporfly ve Alphafly modelleriyle çok rağbet görüyor. Scientific American dergisinin incelemeye aldığı ayakkabıların uzun mesafede koşu ekonomisini yüzde 4 oranında iyileştirdiği belirtiliyor. Hafiflik, enerjiyi geri döndüren topuk köpüğü ve kıvrımlı taban yapısı, genel olarak tüm süper ayakkabıların karakteristiğini belirliyor ve koşu ekonomisini, yani enerji dağılımını düzenliyor. Hıza ve performansa etkisiyse atletten atlete değişiyor. Araştırmalara göre yüzde 4’lük fark, kimi atletleri yüzde 10 oranında hızlandırabiliyor. Bu da rakipler aleyhine ciddi bir fark demek.

‘Süper ayakkabılar’ yüzde 4’lük bir iyileştirme sağlıyor. Kimi atletleriyse yüzde 10 hızlandırabiliyor.

Normal ayakkabılara göre daha narin olan Vaporfly gibi süper ayakkabılar için uzmanlar 450 km’de bir değişim öneriyor. Ama çiftinin 10 bin lira (250 dolar) olması, profesyonel sporcular için ciddi bir maliyet. Dolayısıyla bu pahalı ekipmanı kullanan sporcular için ‘elit atlet’ tabiri kullanılıyor. Sponsorlar tarafından desteklenmek elit atlet olmanın iyi bir yolu... Öte yandan Scientific American’da, daha gelişmiş markaları kullanabilmek için mevcut sponsorlarını bırakan atletlerin olduğu anlatılıyor.

Tekno-doping tıbbi dopingler gibi olimpiyatlarda merkez bir komite tarafından kontrol edilmiyor. Her spor dalının kendi regülasyonları var. Çünkü kullanılan materyaller kiminde bireysel dopinge, kimindeyse sporu iyileştiren bir katkıya dönüşebiliyor.

 

KISA KISA

Yazının Devamını Oku

Düzen sonunda ‘mavi ekran’ verdi

28 Temmuz 2024
Geçen hafta Microsoft’un meşhur mavi ekranıyla karşılaştık. Siber güvenlik şirketi CrowdStrike’ın Falcon adlı yazılımı güncellenirken bir hatalı kod sebebiyle dünyada 8,5 milyon bilgisayar çöktü. Tüm bunlar 5,1 milyar dolarlık zarara sebep oldu.

Geçen hafta dünya toplumu, Microsoft’un meşhur ‘mavi ekranı’yla uzun yıllar sonra yeniden hemhal oldu. Bilgisayar teknolojisi okuduğum üniversite yıllarımda ‘mavi ekran vermek’; afallayıp kalmak, işin içinden çıkamamak gibi durumları tarif etmek için kullandığımız bir espriydi. 90’ların sonunda her evde bilgisayar olmadığı için o zamanlar herkesin anlayacağı bir şaka değildi. Yüzlerce bilgisayar donanım markasına uyumlanmaya çalışan Windows mavi ekran vermeye devam ettikçe, PC’lerin de
yaygınlaşmasıyla, dilimize pelesenk bir tabir haline geldi. Yıllar içinde Microsoft, işletim sistemini muazzam geliştirip son kullanıcılara mavi ekranı neredeyse unutturmuştu. Ancak “Nereye kaçarsan kaç, kendinden kaçamazsın” lafı misali, mavi ekransız bir

dünya düşünemeyeceğimizi geçen hafta hatırladık. Bilmeyenler için: Mavi ekran Windows işletim sisteminin geri dönülmez ve baştan başlatmayı gerektiren bir sorunla karşılaşması durumunda verdiği hata ekranıdır. İngilizcesi ‘Blue Screen of Death’ yani ‘Mavi Ölüm Ekranı’dır. İşletim sisteminin fenalaştığını ve restart yani en baştan başlatmakla yeniden dirilmesi gerektiğini anlatır. İşin ilginç yanıysa, yine bilmeyenler için; sistem arızasının Microsoft’la neredeyse hiçbir ilgisinin olmadığı.

Geçen hafta dünya çapında havayollarının ve hastanelerin, bankaların, demiryollarının, ödeme altyapılarının ve birçok sektörde sistemin çökmesine neden olan hatanın sebebi Microsoft kaynaklı değil, yaygın kullanılan bir güvenlik yazılımıyla ilgili. Otomobil kirli benzin yüzünden yolda kalıyorsa markasının ne kabahati var diye düşünebilirsiniz. Dünyanın ileri gelen siber güvenlik şirketlerinden CrowdStrike’ın Falcon adlı yazılımı, siber ataklara karşı ileri düzey koruma sağlayan bir güvenlik uygulaması. Küresel ekonomiyi idare eden ve Fortune 500 diye bilinen büyük işletmelerin çoğu kullanıyor. Dünya genelindeyse binlerce müşterisi var. Crowd-
Strike 19 Temmuz’da tam anlamıyla test edilmemiş bir sistem güncellemesi yapıyor ve hatalı kod, Windows’ların belleğini bir anda şişirerek dünya çapında 8,5 milyon bilgisayarın topluca çökmesine sebep oluyor.

Ölüm vakası yok

Delta Air, United Airlines gibi birçok havayolu şirketinin binlerce uçuşu iptal etmesine ve havaalanlarında kargaşa ortamına sebep olan ‘mavi ekran’, hastane sistemlerini de etkileyerek ciddi sorunlara yol açtı. Sistem arızasına bağlı olarak bildirilen bir ölüm vakası yok ancak tıbbi ekipman ve sistemlere erişim, kritik hasta kayıtları gibi noktalarda sorun yaşandı. Güncellemenin saatleri nedeniyle ABD şirketleri arızadan daha az etkilenirken Avrupa ve Asya ülkeleri çoğunlukla mağduriyet yaşadı. Demiryollarını ve kimi şehirlerde toplu ulaşımı da engelleyen çöküntü, ülkemizde daha az hissedildi ve ödeme sistemlerinde zorluklar oldu. Global bir teknolojik çöküntüden fazla etkilenmeyişimize üzülelim mi sevinelim mi emin değilim: Ya sistemlerimiz çok iyi çalışıyor ya da yeterince teknolojik bir ülke değiliz. Neyse ki biraz tasarruf ettik diyebiliriz!

Malezya maddi telafi talep etti

Yazının Devamını Oku

Ömür gerçekten ‘su gibi’ akıp geçiyormuş

21 Temmuz 2024
Kavurucu sıcaklarla baş etmeye çalıştığımız bugünlerde su elementinin kıymetini çok daha iyi anlıyoruz. Sıcaktan hareket etmeye pek mecalimiz kalmadığı anlarda zaman sanki iyice yavaşlamış gibi hissediliyor. İşin aslı, hareketsizlik zamanı yavaşlatsa da ömrün daha hızlı geçmesine sebep oluyormuş. Bu hafta, hayatın akıp gitmesine neden olan ilgi çekici bir keşfin yanı sıra suyla ilişkili bilimsel gelişmeleri sizler için derledim. Okurken ferahlık vermesini diliyorum…

RUTİN YAŞAYANLAR ‘BİR ANDA’ YAŞLANIYOR

Olgunluk yaşlarına adım atan her insanın deneyimlediği bir fenomen; zamanın giderek daha hızlı ilerlediği, ömrün su gibi akıp geçtiği hissi. Zamanın kendi akışında bir değişiklik olmasa da algımız bize bu illüzyonu yaşatıyor. Geçen senelerde, yarı bilimsel, yarı felsefi biçimde bu özel durumun ‘insanın ne kadar süre yaşadığı’ ile ilgili olduğu bulunmuştu. Örneğin 1 ay, 8 yaşındaki bir çocuk için ömrünün kayda değer bir süresini ifade ediyor. Ancak 80 yaşındaki bir insan için 1 ay, çok daha kısa bir süre anlamına geliyor ve aylar çok daha hızlı geçen bir algıda yaşanıyor. Şimdiyse önemli bir parametrenin daha etkili olduğu keşfedildi: Hatıralar. İnsan ne kadar çok kalıcı hatıra biriktirirse zamanı o kadar dolu algılıyor ve uzun geçtiğini hissetmesine sebep oluyor. Sabahtan akşama kadar dolu dolu geçirdiğimiz bir günün ardından “Ne kadar uzun bir gündü” deriz. Aylaklık ettiğimiz pazar günleriyse bir çırpıda geçiverir. Aynı durum, beyin için haftalar, aylar, yıllar ölçeğinde de yaşanıyor. Dolayısıyla sürekli aynı şeyleri yaparak rutin hayatlar yaşayanlar bir anda yaşlandıklarını ve ömürlerinin geçiverdiğini hissediyorlar. Duke Üniversitesi’nden mekanik mühendislik profesörü Adrian Bejan, daha uzun yaşadığını algılamak için rutinlerin dışına çıkmayı, yeni yerler keşfetmeyi, yeni hobilere başlamayı ve farklı deneyimler yaşamayı öneriyor. Ayrıca yeni görsel imgeler de zaman algısını zenginleştiriyor. Hiç görülmemiş manzaralar, sanat işleri ve görsel şovlar izlemenin zaman algısını derinleştirip yavaşlatabildiği anlatılıyor.

 

PORTATİF BİR FİLTREYLE DENİZLERİ İÇEBİLECEĞİZ

Giderek ısınan Dünyamızda içme suyu kaynaklarının azalması, geleceğimizin başlıca problemlerinden… Öte yandan gezegenin dörtte üçünün sularla kaplı olması herkesin aklına aynı soruyu getiriyor: “Deniz suyunu içilebilir hale getirebilir miyiz?” ABD’nin MIT laboratuvarlarında geliştirilen bir cihaz, deniz suyunu çok az enerji kullanarak içme suyuna çevirebiliyor. Bir bavul büyüklüğündeki sistem, konsantre iyon polarizasyonu tekniğini kullanarak Dünya Sağlık Örgütü’nün standartlarını da geçen kalitede içme suyu üretebiliyor. Mevcut tuzdan arındırma sistemleri suyun şiddetli biçimde filtrelere pompalanmasını gerektirdiği için büyük yer kaplıyor ve çok enerji gerektiriyordu. Sistem, elektrik akımları kullanarak sudaki parçacıkların ve tuzun ayrışmasını sağlıyor ve filtreye gerek duymadan deniz suyunu içilebilir hale getiriyor. Cihaz şimdilik yarım saatte bir bardak doldurabiliyor.

 

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâ kaderimiz midir?

14 Temmuz 2024
Henüz iki yılı bile dolmadan dünyamızı dönüştürmeye başlayan yapay zekâ bir dönüm noktasına yaklaşıyor. Ya sadece beş yıl sonra hemen her alanda insanlardan daha iyi iş çıkaracak ya da hiçbir zaman yüzde 100 randımanlı olamayacak ve balonu yavaşça sönecek.

Geçen hafta içinde, yapay zekânın (YZ) geleceği hakkında birbirine tam tezat oluşturan görüşler yayımlandı. Biri The Guardian’da, diğeriyse Fortune Magazine’deydi. Üstelik görüş verenler büyük isimler: Dijital teknoloji duayeni Ray Kurzweil, Midjourney gibi AI (Artificial Intelligence ) görsel üreticilerinin kullandığı ‘diffusion’ teknolojisini geliştiren Stability AI’ın eski CEO’su Emad Mostaque ve İngiliz makroekonomik araştırma şirketi MacroStrategy’in kurucu ortağı James Ferguson. Kurzweil iyimser tarafta. The Guardian’a verdiği demeçte yapay zekâyla insan zekâsının birleşeceği ütopik bir geleceği tasvir ediyor. Üstelik geçmişteki tahminlerinden daha da yakında olacağını söylüyor. Diğerleriyse karşı tarafta, yapay zekâ etrafında büyük bir balon oluştuğunu savunuyorlar.

Ray Kurzweil ‘singularite’ yani tekillik teorisini popülerleştiren isim. 1958’de matematikçi John von Neuman’ın geliştirdiği kavram, teknolojinin çok çok ilerlemesiyle günün birinde insan yaşamıyla ayrılmaz bir noktaya erişmesini ifade ediyor. Bugünkü karşılığı, yapay zekânın insan zekâsının kabiliyetlerini aştığı, IQ gerektiren tüm rasyonel konularda insanlardan üstün hale geldiği AGI (Artificial General Intelligence-Yapay Genel Zekâ) noktasına ulaşması. Tekillikse yapay zekâ ve insan aklının tamamen birbirine karıştığı aşamayı ifade ediyor.

Kurzweil 2005’te ‘Singularity is Near’ (Tekillik Yakın) kitabında, insan aklıyla yapay zekâ birleştiğinde, toplumun her yönüyle dönüşeceğini ve büyük bir sıçrama gerçekleşeceğini anlatıyordu. Kurzweil üç hafta önce yayımlanan yeni kitabı ‘Tekillik Daha Yakın’ ile anlatısını güncelliyor ve tahminlerinin daha yakın tarihte gerçekleşeceğini anlatıyor. Kurzweil’e göre 2029’da yapay zekâ, AGI seviyesine ulaşacak ve bu noktadan sonra insan zekâsını aşmaya başlayacak.

Bu, sadece beş yıl sonra hemen her alanda insanlardan daha iyi iş çıkaran bir zekânın toplumu yönlendirmeye başlayacağı anlamına geliyor. Hikâyenin ütopik sonunu seçerseniz, bizi bekleyen şey adım adım yeniden yapılanan bir dünya. Kurzweil’in kitabında nanobotlarla insan biyolojisinin evrildiği, hatta ömür sınırı sayılan
120 yaşın aşıldığı bir gelecekte, ekonominin küresel ölçekte otomasyona geçtiği bir dünya düzeni tasvir ediliyor.
Dünya ekonomisi AGI tarafından yönetildiğinde, yeryüzündeki tüm resmi vatandaşların yararlandığı ‘evrensel asgari gelir’ sistemini kurgulamak mümkün olabilecek. Böylece yoksulluğun ve şiddetin önü alınacak. Yapay zekânın insanları geçmesiyle birçoklarının işlerini yitirmesi mümkün olsa da teknoloji yeni nesiller için bugün var olmayan yeni iş imkânlarını da beraberinde getirecek. Aynı zamanda tüm endüstrileri ivmelendiren, teknolojik ve bilimsel buluşları da hızlandıran bir geleceği öngören Kurzweil, yenilenebilir enerji ve çok gelişmiş 3 boyutlu yazıcılarla enerji sorununun önüne geçilebileceğini ve dünyanın daha iyi bir yer olacağını savunuyor. The Guardian söyleşisinde “İnsanlık ve yapay zekâ karşı karşıya şeklinde olmayacak; yapay zekâ içimizde olacak” diyen Kurzweil, “Önceden fizibilitesi mümkün olmayan yepyeni şeyler yaratmamıza imkân sağlayacak. Gelecek çok fantastik olacak” cümleleriyle ümit veriyor.

Felaket senaryosu

Gelelim hikâyenin diğer yöndeki akışına… Merak etmeyin, diğer son, yapay zekânın dünyayı ele geçirip başımıza bela olduğu felaket senaryosu değil. Bu da bir ihtimal ancak günümüz realitesinde daha öncelikli bir mesele var. Tam şu anda, yeni bir ‘altına hücum’ fenomeni yaşanıyor ve yatırım şirketlerinin milyarlarca dolar dökmeye başladığı, .AI uzantılı yüzlerce YZ şirketi kuruluyor.

Yazının Devamını Oku