Paylaş
Mevcut papanın vefatının ardından Vatikan yenisini seçmek üzere harekete geçer. Kardinal Lawrence, aynı zamanda kutsallık içeren bu organizasyonun sağlanması için seçilen kişidir. Dünyanın her yerinden gelen çok sayıda kardinal ve başpiskopos, Sistine Şapeli’ne kapanacak ve mutlak çoğunluğa ulaşılana kadar oylama devam edecektir. Bütün bu süreç kaygan bir zemin üzerinde gerçekleşir ve Kardinal Lawrence öne çıkan adaylarla birlikte adeta kendini vicdani bir sınavdan geçirir...
Lewis Milestone’un, Erich Maria Remarque’ın romanından uyarladığı 1930 tarihli antimilitarist klasiği ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un (All Quiet on the Western Front) 2022 tarihli yeniden çevrimiyle tanıdığımız Edward Berger, yukarıda özetlediğim son yapıtı ‘Konsey’de yine birtakım cephelerin (!) belirdiği bir ortamı anlatıyor. Robert Harris’in 2016 tarihli romanından Peter Straughan’ın senaryosuyla sinemaya taşınan metin, dinamik bir örgüye sahip. Tanrı’ya ve dine değil ama kiliseye olan inancını yitirmiş konumdaki Thomas Lawrence her şeye rağmen papalık görevini en doğru seçeneğe teslim etme yolunda çaba gösterirken sahaya çıkan tüm adayların giderek kendi içinde birçok falsoyu barındırdığını görüyoruz. İngiliz kardinal için işler henüz start aşamasındayken en uygun kişi, vefat eden papanın reformist çizgisini sürdürebilecek izlemini veren liberal yapıya sahip Aldo Bellini görünüyor. Homofobik, ırkçı görüşleri olan ve kiliseyi yeniden ‘fabrika ayarları’na (!) döndürmek isteyen İtalyan Kardinal Goffredo Tedesco ise en uç noktadadır. Müteveffa papayla arası iyi olduğu bilinen ve muhafazakâr görüşlere sahip Joseph Tremblay’le ilk siyah papa olma potansiyelini barındıran ama gerici sulara daha yakın gezinen Loshua Adeyimi de diğer seçenekler arasındadır. Süreç içinde Kabil’de görev yapan ve liberal bir noktada duran Meksikalı Vincent Benitez bir başka alternatif olarak belirir. İşin ilginci oylama turları başladığında bu göreve talip olmamasına rağmen Lawrence’ın da ciddi bir potansiyeli olduğu görülür...Isabella Rossellini, ölen papanın en büyük sırdaşı Agnes olarak karşımızda.
‘Konsey’ bütün bu seçim serüvenini gerilimli bir atmosfer ve akışla perdeye taşıyor. Bir yandan oylamalar devam ederken öte yandan kimi adayların eski defterleri (dinsel bir öykü anlatıldığına göre ‘günahları’ demek daha doğru sanırım!) ortaya dökülüyor, doğal olarak kazanma ihtimalleri azalıyor. İbre sürekli gidip geliyor, bu aşamada da film polisiye tatlara bürünüyor. Vatikan’ın bir tür ‘kara kutusu’ görümündeki rahibe Agnes (kendisi ölen papanın en büyük sırdaşı) da gidişatı etkileyen önemli bir figür olarak beliriyor.
‘12 Öfkeli Papa’
Dışarıdaki kimi eleştirmenlerin, Sidney Lumet’in 1957 tarihli mahkeme draması niteliğindeki klasiği ’12 Öfkeli Adam’ı (Twelve Angry Men) da çağrıştırdığı için ’12 Öfkeli Papa’ şeklinde ele aldıkları ‘Konsey’ aslında polisiyenin kimi klişeleri üzerinde yükseliyor. Zihninizi biraz zorlayarak gelişmeleri çözmeniz ve ‘Katil kim’i (yani ‘Yeni Papa’yı) bulmanız mümkün. Ama yine de hem yaratılan atmosfer hem de asıl olarak basit konturlarla çizilmiş ana karakterleri sahicileştiren klas oyuncu kadrosu filmi üst noktalara taşıyor. Sekiz dalda Oscar’a aday olan yapımda En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde Adrien Brody’yle (The Brutalist) yarışacak olan Ralph Fiennes, Kardinal Thomas’ta çok çok iyi bir performans ortaya koyuyor. Keza Bellini’de Stanley Tucci, Tremblay’de John Lithgow, Tedesco’da da Sergio Castellitto ustalıklarını konuştururken rahibe Agnes’ta da Isabella Rossellini dikkat çekici bir gösteri gerçekleştiriyor (ki o da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’da Oscar’a aday oldu).
‘Konsey’ temel olarak Tanrı’nın yeryüzündeki birinci elden temsilcileri konumundaki figürlerin insanın doğasındaki karanlık yanlardan pek de azade olmadıklarını, entrika, ayak oyunları ve politik çekişmeler eşliğinde aktaran bir öyküyle hatırlatıyor. Aynı meselelerde gezinen Fernando Meirelles’in 2019 tarihli ‘The Two Papas’ını izlemedim ama Nanni Moretti’nin ‘Habemus Papam’ı (2011), kilise, inanç ve insan doğası hakkında doğrusu daha çarpıcı bir filmdi diye düşünüyorum. ‘Konsey’in heyecan katsayısını yükselten ve Sistine Şapeli’nin pencerelerinin büyük bir gürültüyle kırılmasına neden olan patlama sahnesinin metaforu ‘Kutsal Ruh’un içeri girerek bir uyarıda bulunması mıdır bilemem ama gerçek karşılığının bir önceki çalışması ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ta bu türden çok sayıda sahne çekmiş olan yönetmen Edward Berger’in “Bu öyküye de bir patlamalı aksiyon dahil edeyim de maharetimi göstereyim” olduğu kanısındayım!
Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez
◊ Yönetmen: James Mangold
◊ Oyuncular: Timothée Chalamet, Edward Norton, Elle Fanning, Monica Barbaro, Boyd Holbrook, Scoot McNairy, Dan Fogler, Norbert Leo Butz, P. J. Byrne, Will Harrison,
Eriko Hatsune
ABD yapımı
‘Rüzgârda uçan’ bir hayat
Müzisyen biyografileri son dönemde adeta bir moda mantığıyla sinema perdelerinde huzurlarımıza gelse de James Mangold bu kulvarda daha önceden adım atmış bir yönetmen. Amerikalı sinemacı 2005 tarihli yapıtı ‘Sınırları Aşmak’ta (Walk the Line) Johnny Cash ve eşi June Carter’ın öyküsünü anlatmıştı. Son çalışması ‘Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez’ (A Complete Unknown) de filmin Türkçe isminden anlaşılacağı üzere Bob Dylan’ın hayatının bir bölümünü aktarıyor.
Film genç Bob’ın 1961’de hayranı olduğu Woody Guthrie’yle, tedavi gördüğü hastanede tanışması, odada bulunan Pete Seeger’ın onu elinden tutmasıyla şöhrete giden yolda desteklemesi, Sylvie Russo ve Joan Baez arasında gidip gelen gönül ilişkileri ve 1965’teki Newport Folk Festivali’nde tarzını değiştirdiği şarkılar yüzünden protestoya uğraması gibi noktalarda geziniyor. Timothée Chalamet’nin Dylan’ı, Edward Norton’ın Seeger’ı, Elle Fanning’in Russo’yu, Monica Barbaro’nun da Joan Baez’i canlandırdığı yapım bütün bir hayat öyküsünde gezinmediği için eksiksiz bir tat vermekten yoksun, ama bu denli yayılan bir öyküyü anlatmak mümkün müdür o da tartışılır tabii.
8 dalda Oscar’a aday olan filmde Timothée Chalamet’nin Bob Dylan için çok toy ya da çocuksu kaldığı kaanatindeyim ama bu elbette sübjektif bir bakış. Monica Barbaro’nunsa 90’lar itibariyle İstanbul Harbiye Açıkhava’nın gerçek kraliçesi olan Joan Baez’de çok başarılı bir performans sergilediğini düşünüyorum. Ayrıca Chalamet ve Barbaro filmdeki şarkıları (Blowin’ In the Wind’, ‘Mr. Tambourine Man’ gibi) kendileri seslendirmişler, bu da takdir edilesi bir durum.
Ve diğer seçenekler
◊ Yaz tatilini Tuna kıyısındaki sakin köyünde geçirirken sokakta uğradığı saldırıyla hayatı değişen 17 yaşındaki Adi’nin yaşadıklarını anlatan ‘Dünyanın Sonuna Üç Kilometre’ (Trei kilometri pâna la capatul lumii), Emanuel Pârvu imzasını taşıyor. Romanya’nın Oscar adayı olan yapımda Ciprian Chiujdea, Laura Vasiliu ve Bogdan Dumitrache gibi isimler rol alıyor.
◊ Milwaukee banliyölerinde çalışan bir emlakçının karanlık geçmişiyle yüzleşmesini anlatan ‘Kırarım Kalbini’yi (Love Hurts) Jonathan Eusebio yönetmiş, filmin başrollerini Ke Huy Quan, Ariana DeBose, Daniel Wu, Marshawn Lynch, Mustafa Shakir ve Lio Tipton paylaşıyor.
◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Karabasan’ (Bagman Yön: Colm McCarthy), ‘Dayı: Bir Adamın Hikâyesi 2’ (Yön: Uğur Bayraktar), ‘Bir Ömrün Sonbaharı’ (Yön: Gizem Kızıl), ‘Dedektif Sun ve Ekibi: Kurtarma Operasyonu’ (Inspector Sun and the Curse of the Black Widow / Yön: Julio Soto Gurpide), ‘Hyperfocus: Tomorrow x Together VR Concert’.
Paylaş