Mimarın göçmen olarak portresi...

2. Dünya Savaşı sonrası geleceğini ABD’de arayan Macar kökenli bir mimar ve hamisi konumundaki bir zenginle olan gelgitli ilişkisi... Brady Corbet’in 10 dalda Oscar’a aday olan filmi ‘The Brutalist’ bir yaratıcının acılı serüveninin yanı sıra Amerikan kapitalizminin dinamikleri üzerine de etkileyici bir öyküyü perdeye taşıyor.

Haberin Devamı

Yıl 1947... Macar kökenli Yahudi mimar László Tóth, yeni bir gelecek aramak adına ABD’ye ayak basar. Peşi sıra Pennsylvania’da eşi Audrey ile bir mobilya mağazasını işleten kuzeni Attila’nın yanına gider. Birlikte aldıkları işte genç Harrison Lee Van Buren onlardan, yörenin zengini babası Harrison’ın kütüphanesinin revizyonunu yapmalarını ister. Lakin baba bu değişikliğe sert tepki gösterir ve ikiliyi kovar. Kuzeninin işi batırdığını söyleyip kendisini kapı önüne koymasıyla László, kömür ocağında çalışmaya başlar. Tam bu esnada Harrison Lee Van Buren yeniden ortaya çıkar çünkü Macar mimarın tasarladığı minimalist kütüphane Look dergisi tarafından övgülere boğulmuştur. Ona yakınlarda kaybettiği annesinin hatırasına yapılacak bir merkez tasarımını ve inşasını teklif eder. Geniş bir arazi üzerine kurulacak bu komplekste kütüphane, spor salonu, oditoryum ve ibadethane (şapel) yer alacaktır. László Avrupa’da mahsur kalmış eşi Erzsébet ve yetim yeğeni Zsófia’yı yanına almak için bürokratik engellerin üstesinden gelmeye çalışırken bir yandan da hayatının projesi olarak gördüğü merkezin ortaya çıkması için olağanüstü bir çaba içine girer. Bu süreçte Harrison Lee Van Buren’in sorunlu kişiliği en büyük engellerden biridir...

Haberin Devamı

Mimarın göçmen olarak  portresi...

 

THE BRUTALIST

◊ Yönetmen: Brady Corbet

◊ Oyuncular: Adrien Brody, Felicity Jones, Guy Pearce, Joe Alwyn, Raffey Cassidy, Isaach De Bankolé, Alessandro Nivola, Stacy Martin, Emma Laird, Jonathan Hyde, Peter Polycarpou, Ariane Labed,
Peter Polycarpou

ABD-İngiltere-Kanada ortak yapımı

Oyunculuktan kamera arkasına geçen ve yönetmen kimliğiyle ‘Bir Liderin Çocukluğu’ (The Childhood of a Leader/2015), ‘Vox Lux’ (2018) gibi yapıtlara imza atan Brady Corbet’in üçüncü uzun metrajı ‘The Brutalist’ 3 saat 35 dakikalık (15 dakika da arası var) süresiyle upuzun, destansı bir öykü anlatıyor. Corbet senaryosunu aynı zamanda eşi de olan Mona Fastvold’la birlikte kaleme aldığı çalışmasında ‘Büyük Amerikan romanı’ denen genel paranteze selam sunan bir eser ortaya koymuş. Film aslında bir yaratıcının (yani mimarın) başyapıtı olarak gördüğü bir yapıyı ortaya çıkarmak için verdiği uğraşın yanı sıra sanatçının ihtirasları, açmazları, histerisi gibi unsurlar üzerinden okunabilir ama ana karakteri ve onun geçmişi vasıtasıyla öykü farklı limanlara ve katmanlara da uğruyor. 2. Dünya Savaşı’ndaki Nazi soykırımından kurtularak yenidünyaya adım atan, ki film karanlık bir kamaradan başını dışarıya uzattığında ilk gördüğü şey Özgürlük Heykeli olan László’nun sevinç gösterileriyle açılıyor. Lakin
üç bölümden oluşan yapımda, 1947’den başlayıp 1980’lere uzanan bir zaman dilimi içindeki süreçte Macar mimar, ilk görüntünün bir illüzyon olduğunu ve özgürlüğün ne kadar uzak bir noktada seyrettiğini hayatı boyunca hissediyor. Filmin gezindiği diğer basamaklarda ise göçmenlik, ötekileştirme, dinsel baskı, Yahudi düşmanlığı, ırkçılık, sınıf meseleleri vs. var. Bütün bu katmanları birleştiren ana unsur ise mimari olmuş. Bu noktada naçizane eğitimini aldığım bu alana ilişkin kimi bilgileri paylaşayım: Filmin ismini açmak gerekirse ‘Brutalizm’ ifadesinin ilham kaynağı Fransızca bir tanım olan ‘béton brut’ yani işlenmemiş betondur. Bu malzemenin öne çıkması ise İngiltere’de 2. Dünya Savaşı sonrası beliren konut yetersizliğini bir an önce kapamak yolunda ucuz bir maliyeti olan brüt betona yönelinmesidir. Sonradan mimari bir akıma dönüşen ve 80’lere gelindiğinde eski cazibesini kaybeden ‘Brütalizm’in öncüleri arasında Le Corbusier, Alison ve Peter Smithson, Louis Kahn, Aldo Loris Rossi, Paul Rudolph, Ernö Goldfinger’i sayabiliriz. ‘The Brutalist’in ana karakteri László Tóth kurgusal bir profil ama yönetmeninin de ifade ettiği gibi ilham kaynağının Macaristan’da doğup (1902) önce 1935’te Londra’ya, sonrasında 1937’de Massachusetts’e taşınan Marcel Breuer’nin olduğu aşikâr. Tóth projeyi çiziyor, malzeme hakkında görüş bildiriyor, maliyetin azaltılmasına ilişkin önerilerde bulunuyor ve bütün bu kriterler dahilinde ortaya anıtsal bir yapı çıkarmak için uğraş veriyor. Aslında günümüz modern (ya da postmodern) mimarlık ortamında bir mimar bu denli parametrelerle pek uğraşmaz, uğraşamaz. Öte yandan Tóth filmin bir yerinde Alman mimar Walter Gropius’un yarattığı ekolün adresi olan Bauhaus’ta eğitim aldığını belirtiyor ki Marcel Breuer de Gropius’un öğrencisiydi ve onun izinden ABD’ye gitmişti.

Haberin Devamı

‘The Brutalist’ mimariyle ilişkisinin yanı sıra Amerikan kapitalizmine bakışıyla (Van Buren’in doymak bilmeyen iştahı, şaraptan mimariye her şeye sahip olma hırsı, oğlunun göçmenlere karşı ırkçılığı vs.) öne çıkıyor. Ve bu yanlarıyla Corbet’ın filmi ‘Yurttaş Kane’ (Citizen Kane/1941), ‘Bir Zamanlar Amerika’ (Once Upon a Time in America/1984), ‘Kan Dökülecek’ (There Will Be Blood/2007) gibi klasikleri çağrıştırıyor.

Mimarın göçmen olarak  portresi...

 

ADRİEN BRODY MUHTEŞEM

László Tóth’te ‘Piyanist’teki profiline yakın çizgilerle karşımıza gelen Adrien Brody kariyerinin en iyi performanslarından birini sergiliyor. Harrison Lee Van Buren’de de Guy Pearce çok çok iyiydi. Erzsébet rolündeki performansıyla En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’da Oscar’a aday gösterilen Felicity Jones da başarılı ama bence o denli çarpıcı bir portre çizemiyor.

Haberin Devamı

10 dalda Oscar’a aday olan ve özellikle En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorilerinde iddialı görünen ‘The Brutalist’te ana karakterin ‘Amerikan rüyası’na tutunma çabalarını anlatan bölümlerin, bu rüyanın dışına taştığı kısımlara göre fazlasıyla çarpıcı olduğunu belirtmeliyim. László Tóth imzalı mimari eserin, onu inşa eden kişinin hayatındaki travmatik referanslar eşliğinde aktarıldığı ‘1980 Venedik Mimarlık Bienali’nde geçen final de çok etkileyiciydi. Özetle acılı hayatları, mimariyi, Amerikan kapitalizmini ustaca harmanlayan bu aykırı filmi kaçırmayın derim...

Mimarın göçmen olarak  portresi...

 

VE DİĞER SEÇENEKLER

Homeros’un antik destanı ‘Odysseia’yı gerçekçi çizgilerle karşımıza getiren ‘Dönüş’te (The Return) Odysseus’un Truva Savaşı sonrası uzun bir aradan sonra ülkesi İthaka’ya dönerek yaşanan kaosu sonlandırma çabası anlatılıyor. Uberto Pasolini’nin yönettiği yapımda Ralph Fiennes ve Juliette Binoche 1996 tarihli ‘İngiliz Hasta’dan sonra ilk kez bir araya geliyor. Kadrodaki diğer isimlerse Charlie Plummer, Marwan Kenzari, Tom Rhys Harries, Amir Wilson, Ángela Molina ve Jaz Hutchins.

Haberin Devamı

◊ 70’li yıllardan günümüze kadar uzanan buruk bir aşk hikâyesini dönemin toplumsal meseleleri eşliğinde anlatan ‘Aşkın Dünkü Çocukları’ Levent Onan imzasını taşıyor. Filmde başrolleri Uğur Yücel, Hülya Avşar, Mehmet Özgür, Derya Baykal, Derya Alabora, Jessica May, Yıldıray Şahinler, Ümit Çırak, Atilla Şendil, Ali Düşenkalkar ve Goncagül Sunar paylaşıyor.

◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Kusursuz Arkadaş’ (Companion / Yön: Drew Hancock), ‘Aşkın İzi’ (Marked Men / Yön: Nick Cassavetes), ‘Ruh Yiyici’ (Curse of the Sin Eater / Yön: Justin Denton), ‘Temel: Sümela’nın Şifresi Yeniden’ (Yön: Bilal Kalyoncu), ‘Köpek Adam’ (Dog Man / Yön: Peter Hastings).

Yazarın Tüm Yazıları