Uğur Vardan

Ne ürpertiyor ne de güldürüyor

30 Mart 2024
80’lerin zihinlerde yer eden iki filmlik komedi serisi ‘Hayalet Avcıları’nın şimdiki zamandaki yeni uzantılarından ‘Ürperti’ uzun süredir ortaya çıkmak için fırsat kollayan kötü bir ruhun New York’u ele geçirmesine karşı verilen mücadeleyi anlatıyor. Komediden ziyade korku ve felaket filmlerine göz kırpan bu yeni adım istediği etkiyi yaratamıyor.


Filmin Ray Parker Jr. imzalı tema müziğinin hiçbir zaman eskimeyeceğini hatırlıyoruz.

Hayalet Avcıları: Ürperti

◊ Yönetmen: Gil Kenan
◊ Oyuncular: Mckenna Grace, Carrie Coon, Paul Rudd, Finn Wolfhard, Dan Aykroyd, Ernie Hudson, Kumail Nanjiani, Emily Alyn Lind, Bill Murray, Logan Kim, Celeste O’Connor, James Acaster, Patton Oswalt, William Atherton, Annie Potts
ABD-Kanada ortak yapımı

Özellikle ‘Poltergeist’ (‘Kötü Ruh’ adıyla oynamıştı, 1982) evlere giren kötü ruhların paranormal konulara vâkıf kişiler tarafından yok edilmesine dair zirve bir filmdi. Korku-gerilim sinemasında derin bir koridoru aralamıştı. 1984 tarihli ‘Hayalet Avcıları’ (Ghostbusters) da aynı dertleri tiye alan, neşeli, enerjik, sinemasal açıdan çok önemli olmasa da gördüğü ilgi itibariyle popüler kültürde kendine yer edinen özel bir nottu adeta. Kadro olarak Bill Murray, Dan Aykroyd, Sigourney Weaver, Harold Ramis, Ernie Hudson ve Rick Moranis gibi isimlere sahip yapımın yönetmenliğini Ivan Reitman üstlenmişti. 1989’da aynı kamera arkası ve önü ekip ikinci filmle seyirci huzuruna çıktı ve sonrasında seri uykuya daldı!

Günümüze gelindiğinde Hollywood’un ‘retro’ hamlelerinden biri olarak, 2016’da geçmişteki bu mirasın da değerlendirildiğini gördük. Paul Feig imzalı ‘şimdiki zaman’ adımında orijinal ekibin ‘erkeksi’ havası dağıtılmış, yerine bütün ana karakterlerin kadın olduğu bir ‘Hayalet Avcıları’ takımı oluşturulmuştu. Film orta karardı ve bize, zamana yenik düşmeyen en önemli unsurun Ray Parker Jr. imzalı tema müziği olduğunu hatırlatıyordu. Takvimler 2021’i gösterirken bu kez ‘Hayalet Avcıları: Öte Dünya’yla (Ghostbusters: Afterlife) seriyi tekrar anımsadık. Kamera arkasına orijinal yapıtların yönetmeni Ivan Reitman’ın oğlu Jason Reitman geçerken yeni bir ekip tanımlanıyordu. Öykü kırsala (Oklahoma) taşınıyor ve genel atmosfer çok tutulan gençlik dizisi ‘Stranger Things’e selam gönderiyordu. Hikâyenin öne çıkan karakterleri orijinal filmin ana figürlerinden Dr. Egon Spengler’in kızı Callie ve onun evlatları Trevor’la Phoebe’ydi. Yani aile mirasa sahip çıkıyor ve bayrak yere düşmüyordu!

Yazının Devamını Oku

Böyle baba olmaz olsun!

23 Mart 2024
Kariyerinin eksik parçalarını oğulları üzerinden tamamlamak isteyen eski bir güreşçi ve onun despotik yapısıyla darmadağın olan hayatlar... Sean Durkin imzalı ‘Demir Pençe’ gerçek öyküye dayanan etkileyici bir trajediyi perdeye taşıyor. Büyük kısmı ringlerde geçen hüzünlü aile dramını anlatan yapım, yılın en iyilerinden.

Demir Pençe
◊ Yönetmen: Sean Durkin
◊ Oyuncular: Zac Efron, Jeremy Allen White, Harris Dickinson, Stanley Simons, Holt McCallany, Maura Tierney, Lily James, Michael J. Harney, Kevin Anton
ABD-İngiltere ortak yapımı

Fritz Von Erich (ya da gerçek adıyla Jack Barton Adkisson) bir dönemin hırslı, azimli profesyonel güreşçisidir. Teksaslı bu sporcu ne yazık ki kariyerini yerel başarıların ötesine gidemeden tamamlar ve bu durumdan da sistemin ana aktörü National Wrestling Alliance’ı (Ulusal Güreş Birliği, NWA) suçlar. Sonrasında dört oğlunu da bu sporun bir parçası haline getirir ve onların dünya şampiyonu olmaları için çaba gösterir. Lakin geçmişte aileye yüklenen ‘lanetli’ damgası kapılarını çalar ve dört kardeş, Kevin, David, Mike ve Kerry için acılı ve upuzun bir süreç başlar.Gerçek Erich’ler ve filmdekiler. Oğullar Kevin (Zac Efron) David (Harris Dickinson) ve Kerry (Jeremy Allen White) (ayakta, soldan sağa). Baba Fritz (Holt McCallany) (oturan).

Sean Durkin’in yazıp yönettiği ‘Demir Pençe’ (The Iron Claw) gerçek bir hikâyeden yola çıkarak kotarılmış. Film, kendi eksikliğini ve haksız yere mahrum bırakıldığını düşündüğü unvanı çocukları üzerinden tamamlamak isteyen, bütün bu hırsını ‘kutsal aile’ maskesi altında sağlamaya çalışan bir babanın yarattığı büyük çaplı trajedinin izlerini sürüyor. Çocuklar aslında kendi yollarını çizme konusunda maharetli ama aile sevgisi, babaya olan saygı derken tipik bir diktatör olan Fritz, onların bir anlamda tüm hayat enerjisini emiyor. Geleceklerini ipotek altına alıyor ve zaman ilerledikçe oğullar, yetişkin olsalar da ağır psikolojik süreçleri atlatamıyorlar. En büyükleri Kevin, karşısına çıkan Pam’le yollarını birleştirerek kendine yeni bir yuva ediniyor ama hakkı olduğunu düşündüğü şampiyonluk kemerine ulaşma yolunda babasının stratejisine yenik düşüyor. Lakin onun trajedisi kardeşlerinin yanında çok daha az engebeli, çok daha yumuşak kalıyor çünkü diğerleri bu ağır yükü hayatlarıyla ödüyorlar.

Özenli, detaylı, drama dozunu mesafeli kullanan senaryosuyla ‘Demir Pençe’, ‘spor filmi’ denen kategorinin sınırları içinde dolaşıyor. Fakat asıl despot bir babanın, kazanma hırsıyla evlatlarını birer birer harcamasını ve kendi hikâyesinin yarım sayfalarını tamamlama çabasını herkes için büyük bir ıstıraba dönüştürmesini anlatıyor. Ben bazı yanlarıyla Sean Durkin’in yapıtının bizde ‘Foxcatcher Takımı’ çevirisiyle gösterime çıkan ve iki güreşçi kardeşin gerçek hikâyesini anlatan ‘Foxcatcher’a yakın buldum.

Amerikan güreş tarihine bir şekilde adını yazdıran Von Erich ailesinin yaşadıklarını anlatan çalışmada kardeşlerin yanı sıra aslında hepsinin büyüğü olan ve 6 yaşında hayatını kaybeden Jack Jr.’ın varlığı zaman zaman öyküye sızıyor. Bu arada gerçekte ailenin fertleri arasında olan Chris’e filmde yer verilmemiş. Bir ek bilgi daha: Filmde bahsi edilen güreş bizdekinden farklı bir formata sahip, sertlik dozajı yüksek bir spor ve ‘pankreas’ olarak da biliniyor.

Yazının Devamını Oku

Genciz, güzeliz, isyan ederiz!

16 Mart 2024
Reha Erdem imzalı ‘Neandria’, Suna adlı atletizm tutkunu genç bir kız, arkadaşları ve yaşadığı köy vasıtasıyla kâr hırsı, doğayı katletme, inanç, açgözlülük, iyi ve kötü gibi meseleler etrafında gezinen bir öykü anlatıyor. Ekolojik çağrışımları güçlü bu film, gençlere ve onların geleceği biçimlendirme çabalarına, özgürlük arayışlarına inanan, umuda sarılan yapısıyla dikkat çekiyor.



Neandria

◊ Yönetmen: Reha Erdem
◊ Oyuncular: Deniz İlhan, Ahmet Rıfat Şungar, Bülent Emin Yarar, İzzy, İncinur Daşdemir, Nihal Yalçın, Ayşegül Kopartan, Nur Fettahoğlu, Serkan Keskin, Gizem Katmer, Tanıl Bora, Cihan Özdeniz,
Cem Baza, Emre Melemez, Caner Yılmaz
Türkiye yapımı

Ege’de etrafı antik bir kentin yıkıntılarıyla çevrili, yoksul, küçük bir köy... Suna annesinin de zoruyla iyi bir atlet, geleceği parlak bir şampiyon olmak için çabalamakta, sürekli antrenman yapmaktadır. Motivasyonu bu ücra köşeden kurtulmak, geleceğine dair kapılar açmaktır. Benzer şekilde en yakın arkadaşı Mako için de bu sıkıcı yöreden evrensele açılmanın yolu eleştirel yanlar barındıran ve kendi damgasını taşıyan rap şarkılarıdır. Minik Filiz de aynı iklimin parçasıdır ve o da cep telefonu üzerinden yaptığı YouTube yayınlarıyla bir anlamda ‘dünyaya’ seslenmektedir! İşte bu dengeler içinde geçen hayatlarında yeni bir nokta belirir; köye atandığını söyleyen ve son derece ilginç bir kişiliğe sahip genç bir imam... Suna’nın dayısı olan muhtarsa köy yakınlarında izinsiz faaliyete başlayan taş ocağıyla ilgili nasıl tavır alacağı konusunda kafası karışıkken bir taraftan da define avcılarıyla illegal iş ilişkisine girer.

Yazının Devamını Oku

Buyurun ‘Oppenheimer’ın zafer gecesine

10 Mart 2024
Oscar ödülleri bu gece sahiplerini buluyor. Atom bombasının mucidi olarak bilinen ve onca insanın hayatını sonlandıran bir biliminsanının öyküsüne odaklanan, 13 dalda aday ‘Oppenheimer’ın En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorilerinde heykele uzanması bekleniyor. Yorgos Lanthimos’un ‘Zavallılar’ filmi 11, Martin Scorsese’nin ‘Dolunay Katilleri’ de 10 dalda aday.

96.kez düzenlenecek Oscar töreni her zamanki gibi bu sene de Los Angeles’taki Dolby Theatre’da.

Popüler sinemanın dünyadaki öncelikli adresi olan Hollywood yapımlarının yanı sıra gezegenin diğer yöresindeki filmlerin de yarıştığı ve verilen ödüllerle takdir edildiği eski bir organizasyonun yeni bir ayağındayız yine. Evet, Amerikan Sinema Akademisi Ödülleri’ni, diğer adıyla Oscar’ları kastediyorum. Bu gece sabaha karşı her zamanki salonu Los Angeles, Dolby Theatre’da düzenlenecek törenle heykeller 96’ncı kez sahiplerini bulacak.
23 Ocak’ta açıklanan adaylara göz atıldığında öncelikli kategorilerden En İyi Film’de olan 10 yapıt üzerinden şunları söyleyebiliriz: 13 dalda yarışan Christopher Nolan imzalı ‘Oppenheimer’ 2. Dünya Savaşı sırasında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının mucidi Robert Oppenheimer’ın hayatını perdeye taşıyordu. Hem karakterin çalkantılı öyküsüne hem de hakkındaki komünizm suçlamasıyla açılan soruşturmaya odaklanıyordu.

Tarihsel hesaplaşma

Martin Scorsese’nin 10 dalda aday olan çalışması ‘Dolunay Katilleri’ (Killers of the Flower Moon) geçen yüzyıl başında topraklarında petrol çıkmasıyla zenginleşen Osage Kızılderililerinin malına mülküne el koyan beyazların oluşturduğu bir çetenin işlediği cinayetleri anlatıyordu. Keza Johathan Glazer’ın yönettiği, 5 dalda Oscar’a aday ‘İlgi Alanı’ (The Zone of Interest) da Auschwitz Toplama Kampı’nın komutanı Rudolf Höss ile eşi Hedwig’in onca insan yakılırken neşe içinde süren kaygısız hayatlarında geziniyordu.
Görüldüğü gibi öne çıkan üç yapım bir tür tarihsel hesaplaşmaya soyunuyordu. Diğer dikkat çekici iki yapıttan 11 dalda adaylığa sahip, Yorgos Lanthimos’un ‘Zavallılar’ı (Poor Things) kimilerine göre feminist bir öykü kimilerine göre de erkek seks fantezisi anlatıyordu. Keza ‘Zavallılar’la uzaktan akraba olan ve geçen yıl popüler
kültür cephesine damga vuran ‘Barbie’ de pembe bulutlar arasında feminist mesajlar veren bir yapıttı. Ne var ki Akademi Greta Gerwig imzalı yapıtı 8 dalda aday göstermesine rağmen yaratıcısını En İyi Yönetmen’in beşlik listesine dahil etmedi.

Yazının Devamını Oku

Yalnızlar üçgeni

9 Mart 2024
‘Geride Kalanlar’ zengin çocuklarının öğrenim gördüğü bir yatılı okulda, evci çıkamayan bir öğrencisi ve mutfak görevlisiyle Noel tatilinde birlikte kalmak zorunda olan tarih öğretmeni ve bu üç farklı karakterin yaşadıklarını anlatıyor. Alexander Payne imzalı yapım En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, uEn İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Senaryo ve En İyi Kurgu olmak üzere beş dalda Oscar’a aday.

‘Geride Kalanlar’ bir Noel filmi ve bizde ne yazık ki vizyona geç giriyor. Ama ne zaman izlerseniz izleyin etkileneceksiniz.

Geride Kalanlar
◊ Yönetmen:
Alexander Payne
◊ Oyuncular:
Paul Giamatti, Dominic Sessa, Da’Vine Joy Randolph, Carrie Preston,
Brady Hepner, Ian Dolley, Jim Kaplan, Michael Provost

Yazının Devamını Oku

‘Dune’ dünde kalmış cancağızım!

2 Mart 2024
Frank P. Herbert’ın ünlü klasiği ‘Dune’un son uyarlamasında, ikinci film karşımızda. Genç Paul Atreides’in mesih olarak kabul edilme sürecini hanedan çekişmeleri ve bir aşk hikâyesi eşliğinde anlatan bu adım da görsel açıdan kayıtsız kalınamayacak bir yapım. Lakin Denis Villeneuve imzalı çalışmada inanç sömürüsü, iktidar çatışmaları, ezilenlerin başkaldırısı gibi ideolojik tabanlı meseleler yüzeysel hamlelerle kıyıya vuruyor.


Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki
◊ Yönetmen:
Denis Villeneuve
◊ Oyuncular:
Timothée Chalamet, Rebecca Ferguson, Zendaya, Javier Bardem, Josh Brolin, Austin Butler, Florence Pugh, Dave Bautista, Christopher Walken, Léa Seydoux, Stellan Skarsgård, Charlotte Rampling, Souheila Yacoub
ABD-Kanada ortak yapımıChani (Zendaya), Paul’e âşık oluyor ama onun dinsel kimliğine karşı çıkıyor.

Yıl 10100’lerin sonu... Atreides Hanedanı galaksinin en değerli maddesi olan baharatın üretildiği Arrakis’in yönetimini kendi üzerlerine geçirmek için gittikleri seferde, Harkonnen Hanedanı tarafından yok edilir. Bu eylemde Dük Leto Atreides öldürülürken eşi Leydi Jessica ve oğlu Paul kurtulur ama hayat onları zorlu bir gelecekle baş başa bırakır. Çok geçmeden ikili çölün sakinleri Fremenlerin safına geçer ve bütün bir sistemin yöneticisi konumundaki İmparator güçlerine karşı direnişe katılır.

Yazının Devamını Oku

Kötülüğün sıradanlığı

24 Şubat 2024
‘İlgi Alanı’ hemen yanı başlarındaki Auschwitz Toplama Kampı’nda onca insanın canına kıyılırken hiçbir şey yokmuşçasını hayatlarını neşe içinde sürdüren kampın komutanı Rudolf Höss’le eşi Hedwig’i odağına alıyor ve kötülüğün sıradanlaşmasını anlatıyor. Jonathan Glazer imzalı yapım En İyi Film, En İyi Yönetmen, Yabancı Dilde En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Ses dallarında Oscar’a aday.

Hedwig ve Rudolf Höss çifti doğa içinde mutlu bir yaşam sürmekte ve yeni doğmuş bebekleri dahil 5 çocuklarıyla Polonya kırsalındaki bahçeli evlerinde günlerini gün etmektedirler. Yakınlardaki nehirde yüzerler, ormanlık alanda piknik yaparlar; genç kadın evlerinde parti verir, eşi dostu toplar... Bu orta sınıf değerleriyle yüklü sorunsuz, meşakkatsiz bir şekilde dönen yaşamın sahibi çiftten Hedwig ev kadınıdır. Eşi Rudolf ise hemen yaşadıkları yerin az ötesindeki Auschwitz Toplama Kampı’nın komutanıdır...

Jonathan Glazer, Martin Amis’in 2014 tarihli romanının serbest uyarlaması ‘İlgi Alanı’nda (The Zone of Interest) soykırıma farklı bir açıdan bakıyor. Film insanlık tarihinin en büyük ve en utanç verici suçlarına imza atılıp az ötelerinde 1 milyondan fazla Yahudi gaz odalarında ölüme yollanırken gündelik hayatlarını sürdüren Nazilere odaklanıyor. Aile görüntüleri eşliğinde izleyicisinde soğuk duş etkisi yaratıyor. Öykü Höss’ler üzerinden aktarılırken bu 7 kişiden oluşan aile, basit ve sıradan işlerle gündelik rutinini sürdürüyor. Hedwig bu çok sevdiği yerde çocuklarını yetiştiriyor. Muhtemelen öldürülen bir Yahudi kadından alınmış kürkü giyiyor, annesi Linna evlerine ziyarete geliyor, o da kamptan bahsederken eskiden temizliğe gittiği Yahudi kadını kastederek “Belki o da oradadır” diyor. Rudolf ise zaten son derece çalışkan, işine gönülden bağlı bir Nazi. Bütün kampın başsorumlusu sıfatıyla hareket ediyor. Üstleriyle, altlarıyla toplantılar yapıyor, tesisin daha işlevsel olması için projeler geliştiriyor, bir seferde daha fazla insanın nasıl yok edilebileceğine kafa yoruyor. Aynı zamanda çok iyi de bir baba, bütün evlatlarıyla ilgileniyor, onlara yatarken ‘Hansel ve Gretel’i okuyor. Filmin en çarpıcı sahnelerinden birinde, çocuklar yakınlardaki nehirde yüzerken suyun içinde küller olduğunu fark ediyor ve onları hemen dışarı çıkarıyor. Çocuklar eve getirilip bütün bu ‘kir’den kurtulmaları için hemen banyoya sokuluyorlar!

Glazer filminde bizi Auschwitz’in odalarına, koridorlarına, velhasıl içine sokmuyor. Biz kameranın gezindiği mekânların çok yakınındaki bu işkence ve kıyım merkezini bekçi köpeklerinin havlamaları, uzaktan gördüğümüz bacalar ve onlardan tüten dumanlardan, yani çoğunlukla seslerden duyuyor ya da hissediyoruz. Tıpkı orada yaşayanlar gibi. Bu yanıyla ‘İlgi Alanı’ havası, yaydığı atmosfer ve yönetmeninin tarzı olarak Michael Haneke filmlerinin ruhuna yakın düşüyor. Mesafeli, korkuyu direkt göstermeyen, hissettiren, gözlerimizden çok kulaklarımızla farkına vardığımız bir etkiye dönüşen cinsten. Keza sonlara doğru Rudolf, Sachsenhausen’daki kampa atandığında Hedwig kocasına telefonda Auschwitz’in çocukların büyümesi için en ideal yer olduğunu ve onların orada kalması için üstlerine baskı yapması gerektiğini söylüyor. Yani onca insanın kanının döküldüğü o yer Hedwig’e göre muhteşem bir site adeta. Öte yandan telefon konuşmalarında Rudolf da katıldığı bir balo üzerinden mekâna ilişkin ‘gazla zehirleme’ esprileri yapıyor.

 

DEHŞETİ YUMUŞATIYOR MU?  

Glazer ‘İlgi Alanı’nda kötülüğün söylenceler, romanlar ya da kimi filmlerdeki gibi görkemli, özel, devasa boyutlarla olmayabileceğini, sıradan insanların gündelik çizgileri arasında da pekâlâ çok büyük suçlara imza atabileceğini gösteriyor -ya da bu gerçeğin altını çiziyor- diyelim. Finalin çağrıştırdığı güncel mesajlar da var: İnsan her daim unutmaya meyilli bir varlık. Film hem finali hem de genel olarak gezindiği koridorlar itibariyle “Hafızai beşer nisyan ile maluldür” demeye getiriyor. ‘İlgi Alanı’nı izlerken günümüz kötülerini, barbarlarını ve onların yaptıklarına karşı sessiz kalanları, görmezden gelmeyi yeğleyenleri de hatırlıyoruz elbet. Bu arada filmin en etkileyici yanlarından biri de Mica Levi’nin huzursuz edici müziği.

Yazının Devamını Oku

Bu ülkeyi kurtaracağız, başka yolu yok!

17 Şubat 2024
Abdullah Oğuz imzalı ‘Zaferin Rengi’, 1919’da işgal altındaki İstanbul’da verilen direniş mücadelesini Fenerbahçe’nin o dönem yabancı takımlarla oynadığı maçlar ve meşhur Harington Kupası’nda ortaya koyduğu mücadele eşliğinde anlatıyor. Filmin başrollerinde Kubilay Aka, Gülper Özdemir, Nejat İşler, Timuçin Esen, Yılmaz Bayraktar, Gonca Vuslateri, Yiğit Özşener ve Birce Akalay gibi isimler var.

Fenerbahçe tarihinin önemli karakterlerinden Galip Kulaksızoğlu’nu Kubilay Aka canlandırıyor.

ZAFERİN RENGİ
◊ Yönetmen: Abdullah Oğuz
◊ Oyuncular: Kubilay Aka, Gülper Özdemir, Nejat İşler, Timuçin Esen, Yılmaz Bayraktar, Gonca Vuslateri, Yiğit Özşener, Lorin Merhart, Kemal Burak Alper, Şeyma Peçe, Birce Akalay, Erkan Baylav, Emircan Kahyeri, Ruhi Sarı, Atsız Karaduman, Kenneth James Dakan, David Masterson,
Pelin Uluksar / Türkiye yapımı

Kulaksızzade Mustafa Bey’in büyük oğlu Galip savaştan bir bacağında kurşun yarası ve hafif topallamaktan mustarip dönmüştür. Bu acı hatıra onun, formasını giydiği Fenerbahçe çatısı altında artık top oynayamayacağının da ifadesidir. Galip hayata küsmüş gibidir, nitekim cepheden mektuplar yazdığı sevdalısı Peyker’le de arasına mesafe koymuştur. Lakin ortada daha büyük bir sorun vardır; vatan elden gitmektedir. İstanbul İngiliz işgali altındadır ve devlet erkânı bu duruma karşı aymaz bir görüntüdedir. Galip, Fenerbahçe’yi yöneten Sabri Bey ve çok sayıda vatansever aynı istek ve arzu etrafında birleşerek ülkeyi kurtaracak olan Mustafa Kemal’e yardım için kolları sıvarlar. Bu süreçte Fenerbahçe de İşgal Kuvvetleri’ni temsil eden takımlarla maç yapıp onları yenerken halka umut, sevinç ve güven aşılayacaktır...

Abdullah Oğuz imzalı ‘Zaferin Rengi’ geçen yüzyıl başında çöken bir imparatorluğun külleri arasından doğan yepyeni bir devletin kuruluş öyküsünü, ülkenin bugün itibariyle en bilinen kulüplerinden Fenerbahçe’nin futbol şubesi üzerinden anlatıyor. Senaryosunu İsa Yıldız, Safran Banu Erdoğan, Evren Oğuz ve Abdullah Oğuz’un kaleme aldığı yapımda sonraları Sarı-Lacivertli kulüpte kaptanlık, teknik direktörlük ve başkanlık yapmış Galip Kulaksızoğlu’nun odağında gelişen bir öykü anlatılıyor. Savaştan fiziken ve ruhen yaralı dönmüş bir genç adam hayata, sevdiklerine ve futbola küskün bir haldeyken Gazi’nin gayretleriyle ve vatanı kurtarma şevkiyle ümidini yeşertiyor ve geçirdiği ameliyatla yeniden ayağa kalkıyor.

Filmin diğer karakter açılımlarındaysa Sabri Bey, Peyker, Topkapılı Cambaz Mehmet Bey ve İngiliz Yüzbaşı John G. Bennett ön plana çıkıyor. Öte yandan öyküde Mustafa Kemal de ağırlıklı olarak var tabii ki. Gazi kulübü ziyaret ediyor, Sabri Bey ve futbolcularla hasbihal eyliyor, takımın alacağı galibiyetlerin halkın şevkini ve umudunu yükseltme yolunda ne kadar önemli bir etken olduğunun altını çiziyor. Hikâyede bir başka yükselen motif de Galip’le Peyker’in aşkı; savaş ortamında mutlu bir geleceğin ve işgalden kurtarılabilecek bir vatanın hayalini kuran gençlerin ilişkisi kimi gelgitler eşliğinde gelişiyor. Çünkü o dönem ahaliye ve direnişin önde gelen simgelerine kan kusturan, işkenceci Yüzbaşı Bennett, Peyker’i, amcası üzerinden şantaj yaparak, casusluk için zorluyor... Halide Edip Adıvar, Ali Sami Yen, Sadrazam Damat Ferit, Padişah Vahdettin, İsmet İnönü, Ali Naci Karacan ve Münir Nurettin Selçuk öyküdeki karakterler arasında.

Yazının Devamını Oku