Paylaş
O da, Hazine ve Merkez Bankası’nı geçin, bankaları da geçin; Türkiye’de özel kesimin doğrudan borçlanma imkanları artmıştı. Rekor seviye, 2008 Şubatında görüldü; reel kesimin ülkeye sağladığı dış kredi imkanı son bir yıllık vadede 30 milyar doları bulmuştu. “Bugün nerede?” diye merak edenler için 8 milyar dolar olduğunu not edelim. Küresel kriz sonrasında ve dahi Türkiye’deki siyasi krizler sonrasında bir daha bu seviye görülmedi.
Şubat 2008’de, bugünkü 34 milyar dolarlık cari açıktan daha yüksek, 38 milyar dolarlık bir cari açık mevcuttu. Gelen finansman da bugünkü 19 milyar dolarlık finansmanın 2.5 katından fazlaydı; 49 milyar dolar. Daha fazlası; Bu 49 milyar doların 30 milyar doları şirketler kesiminin bulduğu kredi iken, 15 milyar doları da doğrudan yatırımlar idi.
Küresel krizle düşen ama yeniden en fazla 20 milyar dolara çıkan reel kesimin sağladığı finansman, 2011 sonrası dönemdeki siyasal krizler nedeniyle 2005 öncesindeki 5 milyar dolarlık seviyeye geriledi. Şimdi de o ortalamaya yakınız.
Haziran ayı verileri bu açıdan ödemeler dengesinin “kan tahlilini” sunuyor bize. Özel kesim geçen yıl haziran ayında yıllık (son 12 aylık toplam) 18 milyar dolar finansman sağlarken, bu yıl 8 milyar dolara gerilemiş. Bunun kabaca 4 milyar doları “ticari krediler” olarak kayıtlarda görünen ama aslında dış ticaret kredileri niteliği olan kredilerden oluşuyor. İthalatta açılan krediler yani. Mal teslimatı ve ödeme ile kapanan krediler. Bu krediler düşülürse reel kesimin sağladığı kredilerin 3.9 milyar dolara gerilemiş olduğu görülüyor.
Şubat 2008’deki 30 milyar dolardan, Haziran 2017’deki 3.9 milyar dolara düşüş, özel kesimin dış kredi kanallarının önemli ölçüde tıkandığını söylüyor bize. Hele ki 2009 sonrasında kayda değer bir borç birikimi yapan reel kesimin dış borcu dış borçla çevirme olanaklarının daraldığı açıkça görünüyor bu tablodan.
Benzer tablo bankalarda da görünüyor; bankaların uzun vadeli borç alma ve geri ödeme verileri ilk kez haziranda negatife döndü. Bankalar son 12 aylık dönem itibariyle sağladıkları uzun vadeli kredilerde net ödeyici konuma geçtiler. Çünkü borç kullanımı imkanları daraldı. Bankalar, kısa ve uzun vadeli kredi olarak toplamda bakıldığında; haziranda yıllık 5.1 milyar dolar net ödeme yapmışlar. Bu durum en son, 2009 krizinin çalkantılı günlerinde görülmüştü. Öte yandan bankaların tahvil borçlanmaları da 6.3 milyar dolara çıkmış. Anlaşılıyor ki; kredi kanalları daraldıkça, bankalar tahvil ihraçlarına başvurmuşlar. Ya da başka bir deyişle, kreditörlerin tercihi “uluslararası hukuka tabi” bir borçlanma kanalı olan tahvil piyasası olmuş.
Türkiye’de 2011 sonrasındaki siyasal krizler ile AB değerlerinden ve ufuktaki üyelik olasılığından uzaklaşmaya, değişen dış konjonktür ve de özel olarak ABD’deki para politikasında değişim eklenince yeni bir “düşüş” eğilimi dönemine girildi.
Darbe girişimi ve devamındaki ‘OHAL hukuku’ ile kredi notumuzun düşmesi, ödemeler dengesinde son bir yılda 2005 öncesine dönüşü getiren belirgin değişimi yaratan unsurlar arasında. Türkiye’de kurumsal yapının hasar alması, hukukun ve kuralların askıda olması, finansman sağlayan ülkelerle kavgalı olunması en başta borç alan şirketlerimizi zora sokuyor. Sonunda gelinen yer, “en başına” olsaydı düşük bir cari açık ve finansman tablosunu sıcak para ile finanse etmeye çalışırdık. Oysa başlangıca göre çok borçlu bir özel kesimimiz var. Sorun, bu sayılar; özel kesimin dış borçlanma imkanlarının epey daraldığını söylüyor. İçeride, dış kredi olanağı daralan şirketleri “yüzdürmek” için ikinci bir “kredi garanti mekanizması” da yaratamazsınız. Zira bankaların kaynağı kalmadı.
Bu yapıyla Türkiye, iç hukukunu OHAL’le askıda tutan bir ülke olarak orta vadede borcunu çevirmek çok daha zorlanır, hem de fena halde sıcak paraya mahkum olur. Olabileceğinden çok daha yüksek bir faize de.
Paylaş