Paylaş
ENFLASYON yükseliyor ve Merkez Bankası faize dokunmadan durumu idare edebiliyorsa geçmişte olduğu gibi tek bir açıklaması var; sermaye girişi, daha doğrusu “sıcak para” girişinin hem döviz kurunu hem de uzun vadeli faizleri “ılıman” bir seviyede tutmasından kaynaklanan bir mola olması.
Ama bir süre, hepsi bu; geçmiş son 3-5 ayda tanık olduğumuz da bu. Moody’s kurumsal çerçevedeki çöküşü işaret ederek notu indiriyor ama bu “siyasi adım” olarak yorumlanıyor. Bozulan dengelere karşın kimi analistlere “not indiriminin piyasaya etkisi olmaz” dedirten de merkez bankacılara işlerini yapmaktan uzak tutan cesareti veren de bu sermaye girişi tablosuydu.
Şimdi, son 5 haftadır çıkış olduğu görülüyor; geçen hafta net 689 milyon dolarlık bir portföy çıkışının da eklenmesiyle, yılbaşından bu yana toplam net girişler sıfırlandığı gibi 153 milyon dolarlık çıkışa dönmüş olduğu görülüyor.
2009 sonrasında olduğu gibi çok ya da az ama biraz “sıcak para” bir süre idare eder; sonunda gerçeklerle yüz yüze geliriz. Her defasında da bu “konfor” pahalıya mal olur.
Sadece bizde olsa gerek; gerçeklikten koparak tersine “kör gözüm parmağına” faizleri indirme çabası tekrar tekrar masaya gelir. Her defasında da masa başında faiz indirmeye giderken fiiliyatta faiz yükselişi ile dönülür.
Merkez Bankası “yaz gelsin yonca biçelim” tarzında enflasyonu zamana bırakıp düşmesini bekliyor; ama biraz sermaye girişi azalınca ya da sermaye çıkışı olunca, kur yükselince tekrar enflasyon beklentileri bozuluyor. Faizler de çıkıyor.
ÖDEMELER DENGESİNDEN AL HABERİ
Türkiye’ye ocak ayı itibariyle son 12 ayda giren portföy yatırımları 27 milyar dolar. Bu son dört buçuk yılın rekoru. Cari açığın yarısını karşılıyor. Oysa geçen yıl portföy girişleri ocakta cari açığın dörtte birini karşılıyordu. Tamamen uluslararası konjonktür kaynaklı arızi bir akış artışı olmuştu. Küresel konjonktüre bakılırsa sürdürülebilir değil.
Geçen yıla göre bu yıl cari açık kabaca 17 milyar dolar artarken, bunun finansmanını da aynı miktar artan “sıcak para” yani portföy yatırımları sağlamış.
Türkiye’ye son 12 ayda gelen 27.6 milyar dolarlık portföy girişinin 24.8 milyar doları bono-tahvil yatırımları. Yani faize gelen. Bunun da üçte birini bankaların ihraç ettiği tahvillere gelen para, üçte ikisine yakın da Hazine’nin ihraç ettiği tahvillere gelen paradan oluşuyor.
Son bir yılda cari açık büyüyor; açığı portföy yatırımlarından gelen girişler kapatıyor. Sonuçta, yükselmiş olan kur seviyesi dengeleniyor ama düşmeden yüksek seviyeyi koruyor. En küçük bir sermaye çıkışında yeni bir yükseliş döngüsü yaşanıyor.
Moody’s sonrasında bir haftada döviz kurunun yüzde 2.5 yükselmesinin, tahvil faizinin de yarım puandan fazla artmasının hiçbir sürpriz tarafı yok; ekonomik temeller ve politik tablo önünde sonunda parametreleri, olacağı yere getiriyor.
GERÇEKLERLE YÜZLEŞME
Ama siyasetçiler hataları seçmen gözünde “yıkamak” için farklı hikayeler anlatmaya devam ediyor. Gezi Parkı protestoları öncesinde faizlerin neden o kadar çok düştüğünü anlatmadan, neden faizlerin çıktığına dair tanı konuluyor; “Türkiye’nin gelişme trendine girmesinin engellenmek istenmesi”.
Gezi öncesinde Nisan 2013’te, son 12 aylık cari açık 51 milyar dolar iken yani bugünkü seviyesinde iken, ülkeye giren finansman 96 milyar dolar idi. Bunun da 52 milyar doları portföy yatırımlarından oluşuyordu. Neredeyse cari açığın iki katı finansman girişi hangi ülkede olsa faizler epeyce düşer. Doğrusu, kendi politikalarımızın sonucu değil, 2009 sonrasında gelişmiş ülkelerce bolca basılan ve nereye gideceğini bilemeyen paralar yüzünden bu düşük faize gelinmişti. Peki sonra neden çıktı? 2013 Mayıs ayında, o dönemin Fed başkanı Ben Bernanke’nin artık tahvil alımlarını kısmaya başlayacaklarının sinyalini vermesinden sonra, “taper tantrum” olarak tarihe geçen piyasa çalkantısı yaşandı. Gezi ve devamında bozulan siyasi tablo bu konuşmanın ertesine düşüyor. Sonrasındaki 5 yıllık süreç ise siyasi krizler silsilesi biçiminde ilerledi.
Gelişmiş ülkelerde krizden çıkmak için bolca basılan ve bizim gibi gelişen ülkelere akan sermaye girişlerinin yerel düzeyde politikacılarda illüzyon ve konfor yarattığı çok açık; gerçeklerden uzaklaşarak “hataları biriktirme lüksüne” kapı açan. Girdiğimiz yeni süreç bu; bu lüks içinde, kaçtığımız gerçeklerin sonuçlarıyla sık sık yüzleşme.
Paylaş