Uğur Ergan

Veda zamanı

3 Mayıs 2021
Tüm dünyanın bir numaralı gündem maddesi olan ve yaz aylarında da gündemdeki yerini koruyacağa benzeyen koronavirüs salgını, hayatın her alanını olduğu gibi kültür ve sanat yaşamını da olumsuz etkiledi.

Zor bir sezonu geride bırakmak üzereyiz. Geçmiş yıllarla kıyasladığımızda, bu sezon açılan sergi sayısı, yapılan etkinlikler oldukça azdı. Kültür sanat bir anlamda yüz yüze etkinlik olmaktan çıktı. Dijital platformlar daha çok tercih edildi. Türkiye tarihinde şimdiye kadar görülmemiş şekilde internet üzerinden müzayedeler yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Eminim tam kapanma boyunca internetteki müzayede heyecanı daha da artacaktır. Elimden geldiğince bu köşede Ankara’daki veya Ankara’yı ilgilendiren sergileri duyurmaya, ressamları tanıtmaya çalıştım. Salgın nedeniyle haklı olarak galerilerin birçoğu kişisel sergi yerine karma sergileri tercih etti. Maalesef salgınla mücadelede arzulanan hedeflere bir türlü ulaşamayınca 17 günlük tam kapanma geldi. İki hafta daha evlerdeyiz. Umarım kapanma sonrası yaz aylarını zorlu geçirmeyiz. Tam kapanma kararıyla birlikte birçok iş yeri gibi sanat galerileri de kapanmak zorunda kaldı. Ardından yaz geliyor. Bu nedenle bu sezon yazılara ara vermek durumundayım. 17 Mayıs’tan sonra güncel olası etkinlikleri Hürriyet-Ankara’nın kültür sanat bölümünde görebilirsiniz. Eğer buralarda olursak önümüzdeki sonbaharın ortalarına doğru yeniden görüşmek üzere hepinize sağlık ve huzur dolu günler dilerim.

Yazının Devamını Oku

Ayhan Çetin’den Lego-Kent sergisi

26 Nisan 2021
Bulgaristan Kırcali doğumlu Ayhan Çetin, kent gözlemleriyle öne çıkan bir sanatçı. Çetin’in eserlerine baktığınızda kentlerin hızlı yaşamını görebilirsiniz. Çetin’in Galeri Soyut’ta açılan ve 19 Mayıs’a kadar sürecek olan “Legokent” isimli sergisini gezdiğinizde, hızlı yaşamın tuvallere yansıdığını hissediyorsunuz. Çetin’in bu tarzı, serginin manifestosunda şöyle anlatılıyor:



“Ayhan Çetin adeta bir toplu taşım aracı içerisine kendisini gizlemiş bir gözlemci olarak karşımıza çıkar. Bir aracın cam kenarına oturmuşcasına, pencere kenarından yaşam kadrajının sol yanından sağ yanına doğru akıp gidişi izlediğinizi hissedersiniz. Kentle ilgili uzun metrajlı bir video kaydının hızlandırılıp izlenmesi de, tren ya da otobüs camının kadrajındaki deneyim gibidir. Sabit duran binaların ışıklarının yanıp sönmesi, önünden kuşların gelip geçmesi, boğazda gemilerin sağa sola olan geçişleri, arabalar, rüzgârın savurduğu ağaçlar, kalabalık insan topluluklarının sağlı sollu hareketleri, kısacası onun tuvallerinde hayata dair her şey hareket halindeyken yatan, yıkılan ve tekrar dikilen binalar yaşayan bir yapıyı temsil etmektedir. Geniş bir zaman dilimine ait kent görüntülerini adeta ‘bir an’a hapsederek imgeleri üst üste bindiren ve bunun sonucunda izleğimizde kimi zaman flu kimi zaman titrek bir görüntü yaratan Ayhan Çetin’in Lego-Kent isimli sergisinde resimsel yüzeyde akıp giden zamanın yoğun bir çizgi örüntüsüyle ele alındığını görürüz. Sanatçı yapboz tahtasına dönen kentin dokusunu dokumaktan ziyade kent ruhunun dokusuna fırça darbeleri ve renkler aracılığıyla dokunarak, zamansal bir süreci nasıl dönüştürdüğünün öyküsünü bize anlatmaktadır.”



YAPRAK KURTOĞLU

Eserlerini Valör Sanat’ta görebileceğiniz Yaprak Kurtoğlu, çoğunlukla soyut yüzleriyle bilinen bir sanatçı. Kurtoğlu çalışmalarında “Ruhunu görebildiğimde, gözlerini de çizeceğim” diyen İtalyan ressam Amedeo Modigliani’nin yaklaşımından etkilendiğini söylüyor. Modigliani’nin yaklaştığı duygu ile tanıştığında resim yapma yolunun daha da aydınlandığını belirten Kurtoğlu, “Ruh insanı tamamlıyor ve tanımlıyor. Resimlerimde bu bütünlüğe sahici olmanın giziyle, kadının ve erkeğin ruhuna ait gizemden açıklığa, muğlaklıktan yalınlığın kıyısına vararak insan ruhuna dokunmaya çalışıyorum. Sanat yolculuğum denemeler, yanılmalar ve çokça çalışmaların olduğu, çoğunlukla karanlıkta aydınlığı aradığım bir yol. Bu yolda sanatın en güzel dillerinden biri olan resim yapmak insana kendini son derece şanlı hissettiren bir durum. Elbette benim bu süreçte karanlığımı aydınlatan bir çok büyük ressamın yardımı oldu” diyor.

Yazının Devamını Oku

Erken oldu be Vahap abi

19 Nisan 2021
Geçen perşembe günü öğle saatleri. Türk ve Yunan Dışişleri Bakanlarının saat 19.00’da başlayacak ortak basın toplantısı nedeniyle günün yoğunluğu akşam saatlerine sarktığından, gündüz vakti oldukça sakin.

Planım basın toplantısı saatine kadar sanat dünyasında tur atmak. Tam dışarıya çıkmak üzereyken telefonuma birbiri ardına düşen “Vahap Demirbaş vefat etmiş” mesajları ile donup kaldım. Önce inanmak istemedim. Demirbaş’ı yakından tanıyan sanat galerilerini arıyorum, telefonlar meşgul. Telefonların uzun süre meşgul olması hayra alamet değil. Birden aklıma Demirbaş’la aynı semtte atölyesi bulunan ressam Serap Soyaltın’ı aramak geldi. Onun ağlayarak telefonu açıp, “Şu anda Vahap beyin cenazesini atölyesinden çıkarıyorlar Uğur bey” sözünü duyunca, yıkıldım.



Hayat böyle işte. Korona belasının aramızdan kopardığı Vahap abinin Sevgi Sanat’ta açacağı sergiyi yazma planı yaparken, şimdi onun arkasından anılarımızı yazıyoruz. Vahap Demirbaş’ı ben Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yıllar önce düzenlenen Çağdaş Sanat Fuarı’nda tanımıştım. Yaklaşık 1 ay önce de NTV’den Uğur Şevkat’la atölyesine gitmiştik. Saatlerce sohbet edip, gırgır şamata yapmıştık. İlginç bir adamdı Vahap abi. İster resim olsun, ister resimden sonra en önemli uğraşı tasarım olsun, fark etmekte zorlanacağınız ayrıntılara büyük önem verirdi. Her bir sayfasında karınca duası gibi ama özenle yapılmış 8-10 desen taslağının bulunduğu tuğla kalınlığındaki dosyayı gösterince şaşırıp kalmıştık. Abartmıyorum binlerce desen. “Vahap abi bunlara harcadığın vakti resim yapmaya harcasaydın ya” dediğimde, verdiği yanıt daha öncekilerden farklı değildi: “Lan oğlum sen benim ayrıntı manyağı oduğumu bilmiyor musun...”
Bana göre Vahap abi sevecen, kendi deyişiyle “aykırı” bir adamdı. Tanıdıkça, onun baskıya gelemediğini, sık boğaz edilmekten hiç hoşlanmadığını, özgürlüğüne oldukça düşkün olduğunu anladım. İstediği zaman resim yapar, istediği zaman da çok sevdiği masa tenisini oynardı. Kimseyi umursamazdı. Resim yaparken en iyisini çıkarmak için ayrıntılarla boğuşur, kafayı en ince detaya taktı mı, o resmin bitmesi aylarca sürerdi. Hem suluboya, hem yağlıboya çalışıyordu. Hele son dönem suluboya çalışmaları müthişti. Farklı bir tekniğe sahipti. Görenler suluboya olduğuna inanmaz, “Bunlar yağlıboya” derdi. Figür ustasıydı Vahap abi. Her eserinde yüzlerce figür. Bir köy düğünü resminde figürleri saymaya çalışmıştık ama başaramamıştık. Atölyesine gittiğimizde kendine yeni konular seçmişti. Kapadokya ve Bursa peyzajları üzerine çalışıyordu. Halfeti, köy yaşantısı ve düğünleri, dere kenarında balık tutanlar resimleri meşhurdu. Demirbaş’ın eserlerinde ayrıntıların tadını çıkarmanız için gerçekten canlı olarak resimleri görmeniz gerekir. Bazı resimlerinde imzasıyla oynamayı severdi. Kimi zaman imzasını bulabilmek için resim içinde her santimetrekareye dikkatlice bakmanız şarttı. Kıl fırçayla attığı imzasını öyle bir yere saklardı ki, bulabilene aşk olsun.
Yazının bir yerinde dedim ya, ilginç adamdı Vahap abi diye. Onun ilginçliğini daha net biçimde ortaya koyabilmem için, iki yıl önce yine bu köşede atölyesini anlattığım bölümü aktarıyorum:

Yazının Devamını Oku

Bir ressamın paleti asla kurumamalı

12 Nisan 2021
Bu hafta konuğumuz, Türkiye’nin en önemli gravür baskı sanatçılarından Hayati Misman.Misman, gravürle birlikte yağlı boya çalışmalarıyla da öne çıkan ressamlarımızdan. Son dönemde yağlı boya çalışmaya daha da ağırlık veren Misman’ın, özellikle soyut figüratif eserleri koleksiyonerlerin gözdesi. Şapkalı, hele kırmızı şapkalı kadınlarının birçok sanatseverin evinde duvarları süslediğini biliyorum.

Hayati hocayla kısa süre önce sona eren Art Ankara Fuarı’nda daha ayrıntılı konuşmak için sözleşmiştik. Kendisini geçen hafta atölyesinde ziyaret ettim. Her zamanki gibi hocayla sevecen ve esprili üslubuyla keyifli sohbet ettik. Gravür baskı hocası Mürşide İçmeli’nin sanat yaşamındaki önemini uzun uzadıya anlatan Misman, düzenli çalışmadan kesinlikle taviz vermeyen bir sanatçı. Her gün belli bir saatte atölyesine gidiyor, akşama kadar çalışıyor. Misman, “Bir ressamın paleti asla kurumamalı” diye söze girip, şunları söylüyor:



“Paleti kurutursan, yani uzun süre çalışmayı bırakırsan, kendi stilini, kendi resim karakterini de unutmaya başlarsın. Zaman ilerledikçe profesyonellikten amatörlüğe düşersin. Bir piyanist, bir keman sanatçısı nasıl her gün enstrümanlarının başına geçip parmaklarını çalıştırıyorsa, ressam da her gün elini çalıştırmalı, fırçasını sallamalı. Aksi durumda elin durur, körleşir. İçinden resim yapma hevesin gider, konu akışında zorlaşırsın. Bu nedenle ben hiç durmuyorum. Geçen yaz yazlıkta 100, kışın atölyemde 200 resim yaptım.”
Misman’la sohbetimizde konu elbette, çok sevilen soyut kadın figürlerine de geldi. Şapkalı, dans eden, yatan, oturan kadın bedenleri ile kuş gibi sembolik figürler Misman’ın vazgeçemedikleri. Misman çalışmalarında kadını cinsel bir obje olarak değil, aksine kendine güvenen, toplumda güçlü bir yer edinebilmek için ısrarla ve kararlılıkla mücadele eden bir figür olarak kullandığına vurgu yapıyor. Misman’ın kadın figürlerinde Almanya’daki eğitimi de önemli rol oynamış. Misman 1972 yılında Türkiye’deki güzel sanat fakültelerindeki hoca açığını kapatmak için Almanya’ya gönderilen sanatçılar arasında yer almış. Kassel kentindeki Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki bitirme tezinin Almanya’daki Türk kadınlarının sosyo-psikolojik durumlarıyla ilgili olduğuna dikkat çeken Misman, “Onların özellikle de yabancı oldukları bir toplum içindeki mücadelelerini ortaya koymaya çalıştım. Bir yandan bu mücadelelerini anlatırken, diğer yandan analık duygularından taviz vermeyen duruşlarını işledim” diyor.
Sanatçı, yağlı boya çalışmalarının, çağdaş kadın imajı çerçevesince oluşturulmuş, çizginin, ritmin ve hareketin hissedildiği, canlı mavi, kırmızı ve yeşillerin kullanıldığı istikrarlı çalışmalarının bir uzantısı olduğu düşüncesinde. Misman, hayatında yeri olan, onu etkileyen olayları semboller aracılıyla yine karakterine uyan şekilde resmederek izleyicisiyle paylaşmaya çalıştığını ifade ediyor. Hangi teknik ve malzemeyle olursa olsun, çalışmalarında “yaratma”yı baz aldığını söyleyen Misman şu değerlendirmeyi yapıyor:

Yazının Devamını Oku

Anadolu izleri

5 Nisan 2021
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, yarından itibaren 20 Nisan’a kadar önemli bir projeye ev sahipliği yapacak. “Anadolu Uygarlıklarından İzler” adını taşıyan bu proje, müzenin kuruluşunun 100. yılı etkinlikleri kapsamında gerçekleşiyor. Bu etkinlikten beni, projenin küratörlüğünü üstlenen ressam Siret Uyanık haberdar etti. Galeri M tarafından yürütülen söz konusu projeye Kültür ve Turizm Bakanlığı da katkı sağlıyor.

Proje kapsamında çok sayıda sanatçının resim, heykel ve seramik çalışmaları sergilenecek. Bu sanat şölenine Devlet Opera ve Balesi de iki ayrı konserle katkı sağlayacak. Ayrıca sergi süresince panel ve konferanslar da düzenlenecek. Siret Uyanık, projenin Ankara’dan sonra İstanbul’a da taşınabileceğini söyledi. Bu projenin ne amaçla hazırlandığına dair özet bilgileri de Uyanık’ın gönderdiği yazıdan size aktarmak istedim:



“Anadolu Uygarlıklarından İzler Projesi, geçmişin izleri, dönemin yansımaları ve geleceğe aktarımı bağlamında sanatın estetik etkisi ile birleştirilmesi ve farklı disiplinlerin yorumlanması amacıyla hazırlandı. Coğrafi açıdan kıtaların, denizlerin, iklimlerin, doğudan batıya, güneyden kuzeye ya da tersi yönlere giden yolların ve insan topluluklarının buluştuğu, konup göçtüğü, yurt edindiği, dünyanın en stratejik ve kavşak nitelikli noktasındaki bu topraklar, bu çok özel konum nedeniyle ‘uygarlıkların beşiği’ olabilmiş ve böyle nitelendirilmiş. Bu proje kapsamındaki sanatçılar bu durumun bilincinde, çeşitliliği sanatsal yönden özel bir değer olarak benimseyip, sergiyi varsıllaştıran nitelikli yapıtlar ortaya koydular. Anadolu’dan ilham almış sanatçılar eserleriyle, geçmişi bugüne, bugünü de yarına taşıyor. Süleyman Saim Tekcan, Devrim Erbil, Mustafa Pilevneli, Mustafa Ayaz, Aydın Ayan, Yalçın Gökçebağ, Tüzüm Kızılcan gibi ustalarla birlikte 60 kadar sanatçının eseri bu projede yer alıyor. Proje kapsamında yapılacak konferanslar ‘Anadolu uygarlıklarında sanat ve estetik izleri ve sanat eğitiminde vazgeçilmez bir kaynak: Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ ile ‘Seramik, sanat ve arkeoloji ilişkisi’ başlıklarını taşıyor.”


Yazının Devamını Oku

Gökçebağ’dan gelen sürpriz

29 Mart 2021
Geçen hafta içinde WhatsApp’ıma ünlü ressamımız Yalçın Gökçebağ’dan gelen bir fotoğraf benim için sürpriz oldu.



Telefon görüşmelerimizde Gökçebağ, İstanbul’da Zeytinburnu Belediyesi’nin İstiklal Marşı’nın kabulünün 100. yılı nedeniyle düzenlediği etkinlikler için bir resim üzerinde çalıştığını söylüyordu. İşte telefonuma gelen resim, Gökçebağ’ın tamamladığı ve Zeytinburnu Belediyesi’nde bir süre sergilenecek olan eserdi. Yalçın Hoca, “Düz damlı evler” diye bilinen konusundan hareketle bir köy ilkokulunda İstiklal Marşı’nı okuyan öğrencileri tuvale yansıtmış. Arka planda düz damlı evler, ön planda duvarında Atatürk’ün portresinin asılı olduğu tek katlı okul binası ve okul binasının iki tarafında hazır olda İstiklal Marşı’nı okuyan öğrenciler. Elbette göndere çekilen ve dalgalanan Türk bayrağı. Siyah önlükleri, kolalı beyaz yakaları ile öğrencilerin başları gönderdeki Türk bayrağına dönük. Yalçın hoca, diğer tüm çalışmalarında olduğu gibi bu resimde de ince ayrıntıları unutmamış: Okulun kırmızı kiremitleri, pencerelerin mavi renkli çerçeveleri, düz damların üzerine serpilmiş samanlar, tahta kapılar, taş örmesi duvarlar, evlerin önündeki balkonlarda asılı çamaşırlar... Yalçın hoca artık İstanbul’daki atölyesinde çalıştığı için, yaptığı bu resimden Ankaralı sanatseverlerin de mahrum kalmamasını istedim. Burada gördüğünüz resim, Gökçebağ’ın Zeytinburnu Belediyesi’nde sergilenen resmi.
Madem yeri geldi “Düz damlı evler nedir?” sorusuna da yanıt yine Gökçebağ’dan gelsin. Yalçın hoca 2016 tarihinde basılmış kendi ismini taşıyan kataloğun 18. sayfasında 1982 tarihinde yaptığı resmi de ekleyerek şöyle anlatmış düz damlı evleri:
“Burası Denizli’nin Çal ilçesinin Ortaköy Köyü, aşağı mahallesi. Evler tamamen taştan, düz damlıdır. Her şey doğaldır, hayvanların barınacağı yerler vardır. İki oda, bir hayat. Evlerin önündeki direkli yerlere bazıları eyvan der, bazıları salon, bizim köyde bu alana hayat denir. Tepeden aşağı doğru bir vadi, vadiye kadar yol, sonrası ana caddedir. Otobüsler ana caddeden geçer, insanlar aralarda tek tük benek gibi görünüyorlar. Resmin ana kompozisyonu, evlerin birbirleriyle ilişkili mozaik görünümü oluşturmasıdır ve bu modernist bir anlayışla yapılmıştır. Şimdi insanlar bunlara naif diyorlar ama bu yanlış, ben başka bir felsefe ile yaptım resimlerimi.”
Bu vesileyle Yalçın hocaya, “Ankara sizi özledi, arayı fazla uzatmayın” çağrısını da yapmış olayım.

Yazının Devamını Oku

Nida Olçar’dan TBMM’de Özel Kütahya Sergisi

22 Mart 2021
Bu hafta köşede resim ve ressam tanıtma yerine, bu toprakların en önemli geleneksel sanatları arasında yer alan çini sanatı var.



Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), her ne kadar siyasetin nabzının attığı yer olsa da kimi zaman kültür ve sanat etkinliklerine de ev sahipliği yapıyor. Bu etkinliklerden biri de geçen hafta gerçekleşti. Çini sanatçısı Nida Olçar, TBMM Şeref Holü’nde “Meclis Özel Kütahya Koleksiyonu-Sıtkı” sergisini açtı. Nida Olçar, sadece Türkiye’nin değil dünyanın en önemli çini sanatçısı, UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi ünvanına sahip, eserleri ölmeden dünya müzelerine girmiş, “Çininin Picasso’su, Çini Dervişi” diye anılan 2010 yılında kaybettiğimiz Sıtkı Olçar’ın kızı.
Sıtkı Olçar, arkeoloji ve tarih üzerine yaptığı araştırmalar ile yaşadığı toprakların kültüründen de faydalanarak çiniye farklı tarz getirmiş bir usta. Zirveye çıkmanın kolay, ancak orada durmanın zor olduğunu vurgulayan Sıtkı Usta, zirveye çıkışı temsil ettiği için “Sıtkı” imzasını yukarıya doğru atmasıyla biliniyor.



Yazının Devamını Oku

Bünyamin Balamir’den Ankara izleri

15 Mart 2021
Ressam Bünyamin Balamir’in “Hattuşa’dan Engürüye” adını verdiği sergisi yarın Armoni Sanat’ta (Yıldız) açılacak. Bu serginin iki özelliği var. İlki, sanatçının 50. kişisel sergisi olması. İkincisi ise, şimdiye kadar çoğunlukla kelebek motifleriyle tanıdığımız Balamir, bu kez keçi ve kedi gibi Ankara’nın sembolik nesnelerini eserlerine taşımış.

Bünyamin Balamir, ressamlığın yanı sıra yazmayı da seven bir isim. Armoni Sanat’ın sahibi Zerrin Çolak, “Bünyamin Balamir, 50. kişisel sergisi için sana bir yazı göndermek istiyor. Eğer senin için de uygun olursa köşende yer verir misin?” diye sorduğunda, “Elbette, seve seve” yanıtını verdim. Balamir’in 50. kişisel sergisi için kaleme aldığı yazıyı özetleyerek sizlere sunuyorum:



“Kara kalemle yaptığım resimlerimden oluşan ve adına insan-doğa-yaşam dediğim ilk kişisel resim sergimi 1 Şubat 1980’de Ankara Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde açmıştım. Yalçın Gökçebağ TRT Sanat Programı için çekim yapmıştı. Sergimi görüp beğenen zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi Emel Korutürk, öğretmenlik yaptığım Malatya’dan Ankara’ya tayinimi yaptırmıştı. Bir süre sonra da asistanlık sınavını kazanarak üniversiteye geçmiştim.
Yıllar çok çabuk geçti. 1967 yılında Çorum Eti Ortaokulu öğrencisiyken ressam-yazar-şair olma hedefimdeki kararlılığım sürüyor. Sanatı hayatın önüne koymuş birisi olarak bu süreçte, başta resim öğretmeni eşim olmak üzere ailemden aldığım destek en büyük şansım. Ne çok yazılar yazdım ne çok resimler yaptım yıllarca. Her zaman diliminin ruhunu, sanat yazılarımda, öykülerimde, şiirlerimde ve resimlerimde yakalamaya çalıştım, ya da onlar beni yakaladılar. Sanat, duygusallığın insanlık adına duyarlı bir tepkisidir bende. Kuralları başkalarının koyduğu dünyada yaşamak özveriyi gerektiriyor ama özlediğim bir dünya adına resimler yaptım, yazılar yazdım. Neyi arıyorum? Bu soruyu kendime çok sordum. Aradığım şeyleri bulamadığım yerlerden uzaklaştım. Sanat ve hayat adına, bir akademisyen olarak sanat eğitimi adına, inandığım iyi ve doğru adına insanlığı aradım. Eğer dünyayı insanlığa giden yolda sanatla buluşturabilseydik, gökyüzünde kuşlar şarkılar söyler, yeryüzünde kelebekler korkmadan uçarlardı. Sanat, özgür bir ortamda özgünlüklerde çoğalır. Öğrencilerimi bu anlayışla yetiştirdim. Onlar ben değil, kendileri oldular. Ben de kendim olma ilkelerimden ödün vermedim. Doğa kökenli fantastik soyutlamalar diyebileceğimiz son dönem resimlerimde, gördüklerimi değil, görmek istediklerimi yapmaya çalışıyorum. 70’li yılların sonlarına doğru karakalem, 80’li yılların başlarında karışık teknik, sonra doğa ve kumaş ilişkilerinde yağlı boya ve arada kavramsal çalışmalarım oldu. 90’lı yılların başlarında büyük boyutlu soyutlamalar ve kolaj çalışmaları yaptım. 2000’li yılların ortalarına kadar zamanı hissettirecek doğa içinde sembolik nesneler kullandım ve sonlarına doğru da akrilik-yağlıboya ile yaptığım resimlerime kelebekler, ‘Hitit Boğaları’ geldi. Şimdi 9 Nisan’a kadar sürecek bu sergimde Ankara izlerini yansıtmaya çalıştım. Ankara keçisi, Ankara kedisi, Ankara’dan sembolik nesne ve görüntüler girdi resimlerime. 50 yıldır Ankara’da yaşıyorum ve güzel bir rastlantı olarak bu benim 50. kişisel sergim. Sevgilerin yetersiz, dostlukların kimsesiz olduğu bir dünyada sevgi dolu resimler yapıyorum. Ruhumun sesindeki resimlerimi izleyicilerle paylaşabilmenin mutluluğunu yaşıyorum.”

KENTTE NE VAR?

*Devrim Erbil rölyef baskıları-27 Mart’a kadar (Arda Sanat/Yıldız) *İsmail Altınok’un figürlü resimleri-Yarın açılacak (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej) *Engin Ümer-27 Mart’a kadar (CerModern/Sıhhiye) *Sera Uzel-10 Nisan’a kadar (Platform A/Taurus AVM) *Raif Gökkuş-Murat Erkan-31 Mart’a kadar (Emin Antik/Kale) *İmren İyem Aslan-29 Mart’a kadar (Zülfü Livaneli Kültür Merkezi/Yıldız) *Gültekin Serbest-29 Mart’a kadar (Medya Sanat Galerisi/Üsküp Caddesi-Çankaya) *Fırat Engin-5 Nisan’a kadar (Siyah Beyaz Galeri/Şili Meydanı) *Şaylan Özyılmaz-25 Mart’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mahallesi) *Hasan Kırdı-19 Mart’a kadar (Sevgi Sanat/Hilal Mahallesi) *Cüneyt Er-23 Mart’a kadar (ÇSM/Çankaya) *Birarada karma sergi-31 Mart’a kadar (Nurol Sanat/Güvenevler) *Papirüs karma sergi-26 Mart’a kadar (Arkadaş ArtCenter/One Tower AVM) *Karma sergi-31 Mart’a kadar (Çankaya Sanat/Yıldız).

Yazının Devamını Oku