Paylaş
İtalyan gazetelerinde ‘‘Öcalan Davası’’ konusunda yer alan yazıların çoğu, bende komedi metni etkisi yaratıyor. Alın bir örnek: Ünlü İtalyan aydını Giorgio Bocca, La Republica Gazetesi'ndeki yazısında İmralı'daki davayı, Stalin Rusyası'ndaki mahkemelere benzeterek, Öcalan'ın zorla konuşturulduğunu iddia etmiş.
Oysa İmralı'daki ilk duruşmayı birlikte izlediğimiz bazı yabancı gözlemciler, Mudanya'ya dönerken mahkemeyi ‘‘fair and free = adil ve özgür’’ bulduklarını söylemişlerdi.
KIZIL TUGAYLAR VE İTALYA
İmralı'daki davaya dil uzatan İtalyanlara, Kızıl Tugaylar Örgütü'nü nasıl yargıladıklarını hatırlatmamız gerekiyor:
1970'li yılların ikinci yarısı... İtalya, komünizmi silahlı propagandayla yaymaya çalışan Kızıl Tugaylar'ın ateşiyle yanıyor. Örgüt militanları, hemen her gün bir eyleme imza atıyor. Eski başbakanlardan Aldo Moro'yu bile kaçırıp öldüren kanlı terör örgütü, çok geçmeden sert ve kararlı bir tutumla karşılaşıyor. Peş peşe yakalanan teröristler, mahkeme salonuna demir parmaklıklı kafesler içinde getiriliyor. Demir parmaklıklar ardında, maymunlar gibi üst üste yığılmış şekilde savunma yapmaya çalışan 127 Kızıl Tugaylar militanı, 800 terör eyleminden sorumlu tutuluyor ve 750 yıl hapis cezasına çarptırılıyor...
İtalya'nın terör sicili işte böyle... Şimdi de her fırsatta Türkiye'ye insan hakları ve yargı dersi vermeye kalkışan Avrupa Birliği'nin lideri Almanya'ya bir göz atalım:
1970'li yılların başı... Almanya, adam kaçıran, Amerikan temsilciliklerini bombalayan ve böylece silahlı propaganda yapan bir avuç teröriste adeta teslim olmuş durumda. Terör örgütünün adı, Baader-Meinhof Çetesi...
1973 yılına gelindiğinde durum değişiyor. Çetenin üst düzey yöneticileri yakalanarak, değişik cezaevlerine konuyor. Boşaltılan Ossendorf Cezaevi'nde kalan örgüt liderlerinden Ulrike Meinhof'un hücresi tamamen beyaza boyanarak, 24 saat süreyle florasan lambayla aydınlatılıyor.
BAADER MEINHOF YASALARI
Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) olarak da bilinen örgüt üyelerinden Katherina Hammerschmidt, cezaevinde hastalanıyor. Ancak beyninde oluşan tümör, röntgen filmlerinde açıkça görülmesine karşın, cezaevi doktorlarınca bir türlü fark edilemiyor! Çok geçmeden habis tümörün kurbanı olan Hammerschmidt, ölüyor.
Değişik hapishanelere dağıtılmalarına karşın avukatları aracılığıyla birbirleriyle iletişim kuran örgüt militanlarını engelleyebilmek için yeni yasal düzenlemeler yapılıyor.
‘‘Baader Meinhof Yasaları’’ olarak bilinen, Alman Anayasası'ndaki bu değişikliklerle, çok ağır cezai müeyyideler getiriliyor. Buna göre mahkemelere, hiçbir delil aranmaksızın, sadece ‘‘sanıkla suç teşkil edecek ilişki kurduğu şüphesiyle’’ avukatları davadan ihraç etme yetkisi tanınıyor. Nitekim avukatlardan Hans-Chrishan Ströbele, müvekkillerine ‘‘yoldaş’’ dediği, kendisini ‘‘sosyalist’’ olarak nitelediği ve yaptığı işi ‘‘siyasi savunma’’ şeklinde tanımladığı için, savunma avukatlığından azlediliyor.
Baader-Meinhof Çetesi'yle ilgili RAF davası sürerken parlamento ‘‘anti-terör paketi’’ çıkararak, ‘‘terör örgütü kurma suçunu’’ Alman hukukuna yerleştiriyor. Avukatlara, henüz işlenmemiş ya da işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, müvekkillerinden aldıkları bilgileri adli makamlara bildirme yükümlülüğü getiriliyor.
HAPİSHANEDE İNTİHARLAR(!)
Baader-Meinhof sanıkları, Stuttgart Stammheim Cezaevi'ndeki özel duruşma salonunda yargılanıyor. Duruşma salonunun yapımı için tam 16 milyon mark (yaklaşık 3 buçuk trilyon lira) harcanıyor. Ayrıca cezaevine olası bir bombalı saldırıyı önlemek için çatıya çelik ağlar geriliyor.
Gelelim davanın en dramatik yanlarına...
Tarih; 9 Mayıs 1976... Ulrike Meinhoff, hücresinde havlusunu şeritler halinde yırtarak yaptığı iple kendini asmış olarak bulunuyor... 17'yi 18 Ekim 1977'ye bağlayan gece ise, ömür boyu hapis cezası alan ve değişik cezaevlerinde yatan Jan-Carl Raspe, Andreas Baader, Gudrun Ensslin gizli haberleşme sistemiyle(!) anlaşarak, peş peşe intihar(!) ediyorlar. Dünyanın en güvenli cezaevlerine intiharda kullanılan tabancalar, boğma teli ve bıçakların nasıl sokulduğu sorusuna, inandırıcı yanıtlar verilemiyor.
Cesetlerin gömülmesi sırasında bazı maskeli sempatizanlar, ‘‘Ölmediler, öldürüldüler...’’ şeklinde sloganlar atıyorlar.
Bunları okuduktan sonra İmralı'daki duruşmaları gözönüne getirin ve hangi mahkemenin daha ‘‘adil ve özgür’’ olduğu kararını siz verin.
Paylaş