Tuna Kiremitçi

Erkeğin büyümediğini anlama yolları

13 Ekim 2010
Kendisini dünyanın merkezi sanıyorsa: Büyümenin alameti, dünyanın etrafımızda dönmediğini anlamamız. İnsanlık bile çocukluktan, evrenin merkezi olmadığımızı kanıtlayan Kopernik sayesinde yırtmış.

Kurban rolünü seviyorsa: Çocuklar sürekli bir şeylerin kurbanı olmaktan yakınır. Bu aynı zamanda hayatın sorumluluğunu almak istemeyen yetişkinlerin de sığındığı limandır.  

Erkek taklidi yapıyorsa: Erkekliğini lüzumsuz yere gözümüze sokanlar da aslında çocuktur. “Taşfırın erkeği” Haluk, bu çocuk-erkeklerin şahıdır. Aklı başında bir yetişkin kendisine ‘taşfırın’ der mi?

Kafayı sekse takmışsa: Seks tabii önemli ama büyümeyen erkekler bunu pornografik bir çiftleşme gibi görür. Seksin erotik bir tekleşme olabileceği gelmez akıllarına.

Özgüven sorunu varsa: Erkekler büyüyemeyince kendilerini zayıf hissederler. Bu da onları özgüven sorunlarına sürükler. Küçük sorunlar yüzünden asabileşenler çocuk-erkeklerdir.

Yazının Devamını Oku

Portakalın altın yılı

12 Ekim 2010
Ey Antalya’daki sanatçı dostlar: Eğer “şurada bir festivalimiz vardı, zehir oldu” diye düşünüyorsanız, düşünmeyiniz.

Şahsen Altın Portakal’ın en anlamlı yılını yaşadığı fikrindeyim.

Tarihe muhtemelen “Kusturica yılı” diye geçecek bu festivalle dünya alem, Bosna Savaşı’nın bir türlü bitemediğini görmüş oldu.

O Bosna Savaşı ki, “Uygarlıklar Çatışması”nın tohumunu atmış. Ucu “İkiz Kuleler”e giden bir reaksiyon başlatmış.

Malumunuz, Türkiye için Bosna herhangi bir ülke değil. Dünya için de Kusturica herhangi bir yönetmen değil.

Yazının Devamını Oku

Kusturica imtihanı

11 Ekim 2010
Biz Beyaz Türklerin Emir Kusturica ile imtihanı sürüyor. Şimdi, “Bu adam Bursa’ya da geldi, o zaman aklınız neredeydi?” diye soruluyor.
Orada bunu akıl edebilecek bir Semih Kaplanoğlu yoktu, o kadar.
Sonra Kültür Bakanı’nın protestosunu Antalya Belediyesi’nin CHP’li olmasına bağlayan cengâverleri duyunca iyice karardı içim.
En kötü sınavlarımızdan Bosna Savaşı’nı bir hatırlamak gerek diye düşündüm.

***

Beyaz Türkler olarak, vaktiyle Bosna’ya gereken merhameti göstermedik. Bunun “İslamcıların işi” olduğunu düşünüyorduk. Tıpkı şimdi Filistin hakkında düşündüğümüz gibi.
Bu arada on binlerce kadın öldürüldü, bir o kadarına tecavüz edildi. Çetnik tecavüzcülerden hamile kalıp da bebeklerini düşürmeye çalışırken Bosna ormanlarında kaç genç kızın kan kaybından öldüğü hâlâ tam olarak bilinmez.
Fazıl Say’ın hayatını vakfettiği Avrupa kültürü, işte Bosna’daki o ormanda ölmüştür.

***

Tam o sırada “Arizona Dream” filmiyle en büyük kariyer hamlesini yapıyordu Kusturica.
Doğruya doğru: “Helal olsun adamlara, iyi yapmışlar” falan demedi. Daha çok, “canım, bu savaşta iki tarafın da suçu var” şeklindeki, Avrupa’nın en işine gelen görüşe koltuk çıktı.
Oysa iki tarafın suçu falan yoktu: Bir tarafta katiller, diğer taraftaysa öldürülen Bosna halkı vardı.
Kusturica’nın görüşüyse işine geliyordu Avrupa’nın çünkü o zaman kendilerini kimseyi kurtarmak zorunda hissetmiyorlardı.
Velhasıl, bence gerçek sinema dahisi olan Kusturica’nın günahı bundan ibarettir.
Çoluk çocuk katledilen halkın savaşın iki suçlusundan biri gibi gösterilmesine bir şekilde katkıda bulunmuştur.
Bunun önemi de kişinin vicdanına göre değişir tabii: İster Kadir İnanır gibi “olur böyle şeyler” dersiniz, ister biraz daha düşünürsünüz.

Sakın geç kalma erken gel

Ahmet Rasim okuyordum, aklıma geldi. Zeki Coşkun’un dediğine göre kendisinin aylarca eve uğramadığı olurmuş.
Bir gece evden çıkarken mahçup mahçup sormuş karısına: “Bir diyeceğin var mı?”
Karısı içini çekmiş: “Bari bu gece geç kalma, erken gel.”
Bu söz etkilemiş bizimkini, bütün gün onu güfte haline getirmeye çalışarak dolanmış durmuş. Sonra da eve erken gitmek için vakitlice çıkmış gazeteden.

***

Yolda arkadaşı meşhur Kemancı Tatyos Efendi’’yle karşılaşmış. okumuş güfteyi. Çok beğenen Tatyos Efendi’yle bir meyhaneye gidip meşk etmeye başlamışlar.
Uşşak makamındaki beste işte böyle çıkmış ortaya. Tabii eve erken gitmek de başka bahara kalmış.
Bir yaştan sonra Ahmet Rasim’i hatırlarken yaşanan hiçbir şeyin boşuna olmadığını anlıyor insan. Tabii her sabah “sakın geç kalma, erken gel” diyecek birinin kıymetini de.

Mesut Özil fıkrası

Mesut Özil’in sonunda atıp da hepimizi rahatlattığı gol nedense şu fıkrayı hatırlattı:
Adamın biri her gece sarhoş gelip mahmuzlu çizmelerini çıkarır, gürültüyle yere vururmuş. Bir sabah alt kat komşusu “etme, eyleme” demiş: “Gürültüye çoluk çocuk uyanıyor, vurma çizmelerini yere.”
Adam çok mahçup olmuş, bin bir özür dilemiş. Bir daha yapmayacağına yeminler etmiş.
Ama o gece yine sarhoş gelip o kafayla atmış çizmenin tekini yere. Hemen sonra hatırlamış komşunun şikâyetini, öbür teki çıkarıp sessizce başucuna koymuş.
Beş dakika sonra çalınmış kapısı. Gelen alt kat komşusuymuş: “Vuracaksan vur öbürünü de yere” demiş: “Vur da artık uyuyalım!”

İncir çekirdeği
Sevgiliyi beklemek: Akrep ve yelkovanla cenk.
Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet Kitap’ta hakkımda çıkan o yazı

9 Ekim 2010
Cumhuriyet Kitap Eki’nde hakkımda ilginç bir yazı çıktı.

Edebiyatçılara tavsiyem: Selçuk Altun imzalı bu yazıyı kesip saklayalım. En azından nasıl bir kültür ortamında yaşadığımızı unutup hayale kapılmamızı önler.

Günlük terbiyeden bile yoksun böyle bir şeyi Kelebek’te göremezsiniz.

Selim Akçin açar telefonu ve “baba, sen iyi misin?” diye sorar.

Oysa Cumhuriyet Kitap’ta sormamışlar. Bu da herhalde edebiyatımızın belli bir dekadans içinde olduğunu gösteriyor.

Yazının Devamını Oku

Merak ettiğim iki film

8 Ekim 2010
Sinema sezonu başlarken bendenizin beklediği iki film: Yavuz Turgul’un “Av Mevsimi” ve Nuri Bilge Ceylan imzalı “Bir Zamanlar Anadolu”.

Sadece yönetmenlerden dolayı değil: İki film de cesur oyuncu seçimlerine dayandığından.

Yeşilçam aşırı sağlamcı olduğu için, aynı oyuncular yıllarca aynı rolleri oynamış: Birçok yetenek “iyi kalpli fabrikatör”, “sevimli teyze” ya da “esas çocuğun en yakın arkadaşı” olarak ömür tüketmiş.

Eleştirmen Ali Hakan, bunun Karagöz’den geldiğini söylerdi. Nasıl “Beberuhi” çıkınca ne haltlar karıştıracağını üç aşağı beş yukarı biliyorsak, Hulusi Kentmen’in sonunda yumuşayacağını da bilirdik.

Sinemada aynı tırsaklık eskisi kadar olmasa da sürüyor. Bu yüzden Turgul ve Ceylan’ı beklemek heyecanlı.

Yazının Devamını Oku

Nasıl intihar ettim

6 Ekim 2010
Teknik olarak tetiği çekmek kadar kolaydı: Düğmeye bastım ve silindi hesabım, dürüldü defterim.

Twitter bu bakımdan gayet ‘cool’ bir site. “Kahveler sade, bana müsaade” deyip intihar edene “dur daha karpuz kesecektik yahu” falan demiyor. 
Ayrıca burada günah da değil: Ecelinizle ölmek gibi bir şansınız pek yok zaten.

Sonuçta şimdi bir hayaletim. İntihardan sonraki hayatıma alışmaya çalışırken kendimi “6. His” filmindeki Bruce Willis gibi hissediyorum.

Bazen de aynı filmdeki çocuk gibi, intihar etmiş başkalarını görüyorum etrafımda. Beklediğimin aksine, hepsinin de huzurlu bir hali var. Sanki yaptıkları onları özgürleştirmiş.

Yazının Devamını Oku

Çocuklara kıymayın efendiler

5 Ekim 2010
Nikâh memuru ve imam arkadaşlar: Zorla evlendirilen, daha reşit olmamış çocuklara nikâh kıymayın. Kıydırmayın!

Bilin ki çocuk evliliğinde Pakistan’dan sonra ikinci sıradayız.

“Ne olmuş yani” derseniz de sorarım: Pakistan’la zirve paylaşmak hoş bir şey mi?

Dünyada dizilerimiz ve basketbolumuzdan sonra gerdeğe sürüklediğimiz sabilerle mi tanınacağız?

Ayrıca, illa din kardeşlerimizle zirve paylaşacaksak, bari eğitim düzeyi yüksek Bosnalılarla falan paylaşalım. Hazır hafiften kalkınmaya başlamışken “çocuklarını zorla evlendiren millet” durumuna düşmeyelim.

Yazının Devamını Oku

Harbi fikir sevgilileri

4 Ekim 2010
“Fikir sevgilisi” derseniz aklıma Rus şair Osip Mendelstam ve karısı Nadejda gelir. Şair Stalin zamanında yazdığı tek bir şiirden ötürü tutuklanır ve kaısı Nadejda’yla beraber Sibirya dolaylarındaki Voronej kasabasına sürülür.
“Bizim durumumuzda bir parça ekmek bile ayrıcalık sayılıyordu” der anılarında Nadejda.
Sonra bir sabah alıp götürürler Osip’i.
Kendisinden bir daha haber alınamaz.  
Stalin’in adamları bununla da yetinmez; Osip’in bütün şiirlerini yok ederler.
Ama hesaba katmadıkları bir şey vardır: Nadejda sevgili kocasının şiirlerini tek tek ezberlemiş, hepsini belleğinde korumaya almıştır.
O güzelim şiirlerin her satırı, Nadejda’nın belleğinde saklanarak günümüze kadar gelir.
İşte bu yüzden tarihin en harbi fikir sevgilileri bence Mendelstam çiftidir.

Scorpions pasaportu

Pek çok akranım gibi, Scorpions’la tanışıklığım o yılbaşı gecesi “Still Loving You” ile başladı.
Nasıl olduysa TRT, “Hafif Batı Müziği” içerikli bir Alman programı kapmış ve yılbaşı sabahının üçünde yayınlamıştı.
Klaus öyle içli söylüyordu ki yılbaşı gazıyla bir büyük bitirmiş babam bile ayılır gibi olmuş ve “Bu adamların günahı ne biliyor musun?” demişti: “Alman pasaportu taşımaları.”
Hayat boyu pasaportla işi olmamış babamın o kafayla ne demek istediğinden hâlâ emin değilim. Ama “eğer Amerikalı olsalardı Metallica’ya nal toplatırlardı” demek istediyse bence haklıdır.

***

Geçenlede emekliye ayrılmaya karar verdi Scorpions. Mevzuyla biraz ilgisi olanların bildiği gibi, veda konserleri için dünyayı turluyorlar.
Bu vesileyle önceki gece İstanbul’daydılar ve babalar gibi çalıp titrettiler gönül telimizi.
Gerçi ne U2 kadar tantana yapıldı ne de Metallica gibi basın ilgisi gördüler. Ama bu işlerden anlayanlar için gönüllerin şampiyonuydular yine.

***

Veda hutbeleri olan “Humanity” klibini izlerken pasaportun önemli olmadığını bir kez daha anladım.
Hangi milletten olduğumuz değil hangi devirde yaşadığımız esas.
Eğer işin içinde zamandaşlık varsa, her milletten insanla gönül bağı kurmamıza tek bir şarkı yetiyor.
Zamandaşlığın vatandaşıktan daha önemli olduğu bir dünyaya hızla gidiyoruz bu yüzden.
Pasapotların önemsizleştiği bir dünyaya.

Yalnızlığı paylaştıran adam

Facebook’un mucidi Marc Zuckerberg’ten bahseden filmi herkes gibi merakla bekliyorum.
Çünkü Marc kardeşimizin Özdemir Asaf’ın şu dünyadaki bir numaralı rakibi olduğuna eminim.
Hani meşhur şiirinde “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” diyen Özdemi Asaf’ın.
Çünkü Facebook’ta yalnızlık hem paylaşılıyor hem de yine yalnızlık olarak kalıyor.
Bir yanılsama ağı örülüyor sadece: Sahiden iletişim kurduğumuz ve birbirimizi anladığımız yanılsaması.

İncir çekirdeği
Güzel roman, sadece bizim seyretmemiz için çekilmiş filmdir.
Yazının Devamını Oku