Paylaş
Huysuz -ve tatlı- ihtiyar
GEÇEN pazar günü tiyatroya gittim. Uzun zamandır tiyatroya gitmediğim için de kendime bir güzel kızdım.
Aslında oyun Oğuz Aral ile ilgili olmasaydı, muhtemelen tiyatroya gidişim daha da ertelenecekti.
Oğuz Aral’ın benim hayatımda -muhtemelen onun da bilmediği- önemli bir yeri var. Oğuz Bey beni ödüllendirmiş ender kişilerden biridir. Bir karikatüründe adımı yiyecek-içecek alanının duayeni gibi anmıştı. O gün ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Böyle olduğum konusunda bir iddiam yok. Yine de bunca yıllık çalışmamın, bu alanda yaptığım araştırmaların, yazdığım kitapların, yetiştirdiğim öğrencilerin, kısacası harcadığım emeğin bir ödülü gibi görünmüştü o anma. Çok da mutlu olmuştum. Benzer bir ödülü, Hürriyet’in bir reklamında Ertuğrul Özkök’ün hakkımda yazdığı birkaç iltifatkar cümleyle aldığımı da hiç unutamam.
Her iki ödülün orijinal kopyasını taşınma sırasında kaybettim. Olsun, nasılsa yaşadığım sürece bunları hiç unutmayacağım.
Oğuz Aral ve Müşfik Kenter
Lafın gelişinden seyrettiğim oyunun Oğuz Aral’ın yazıp yönettiği 'Huysuz İhtiyar' olduğu anlaşılmış olmalı.
Oyun -daha doğru bir deyişle, Müşfik Kenter gösterisi- 2 bölümlük bir komedi. Nasıl olmasın? Bir insanın kendisine 'huysuz' demesindeki mizahtan daha iyisi hiç düşünülebilir mi? Bir de Müşfik Kenter’in oyunun bir bölümünde anlattığı İsmail Dümbüllü hikayesi var. Müşfik Kenter’in, İsmail Dümbüllü’nün mizahın komiklik olsun diye yapılmayacağını anlatmasını akıllardan çıkacak gibi değil. Hikaye o kadar güzeldi ve Müşfik Kenter bunu o kadar güzel anlattı ki, ancak gidip görmek lazım.
Oğuz Aral’ın deyimiyle, 'huylu ve huysuz iki ihtiyar'ın böyle bir gösteride buluşması bir harika.
Oyun sırasında çok güldüm, ama bir o kadar da gözlerim yaşardı. Daha iyisi anlatılanlar beni uzun uzun düşündürdü. Kendimle bir muhasebeye giriştim.
Oğuz Aral’ın sadık bir okuyucusu olarak oyunda yer alan görüşleri zaten yabancım değildi. Müşfik Kenter’in oyunculuğuna gelince, konservatuvardan öğrencisi olan eşimin, 'insan durduk yerde Müşfik Kenter olmuyor' sözünü aktarmakla yetineceğim. Daha uzun boylu hüküm vermeye kalkışmam, böylesine büyük bir tiyatro sanatçısına karşı saygısızlık olur diye korkuyorum.
Kısacası Kenterler’de harika bir pazar günü geçirdim.
Emeği geçen herkese içten teşekkür etmek isterim.
Porgy ve Bess
İSTANBUL Devlet Operası, müthiş bir müzikali sahneye koyuyor. Eser, Amerika’nın yetiştirdiği büyük kompozitörlerden George Gershwin’in unutulmaz Porgy ve Bess’i.
George Gershwin, New York doğumlu. Ailesi Amerika’ya Rusya’dan göçmüş.
Müzik tarihçileri George Gershwin’in geç yaşlarda müziğe başladığını yazıyor. Doğaçtan çalma ustalığı onun ünlü bir piyanist olarak tanınmasını sağlamış. Yirmi bir yaşında ise ilk müzikal komedisini bestelemiş. Ayrıca kardeşi İra ile 500 kadar şarkıyı da besteleyerek unutulmaz eserler arasına katmış.
Yerelden evrensele
Gershwin’i asıl ünlü yapan, kısacık ömrü içinde yerel caz öğeleriyle evrensel senfonik müzik arasında çok başarılı bir sentez ortaya çıkarmış olması. Bütün müzik tarihçileri bu noktanın altını özenle çiziyor. 'Mavi Rapsodi', 'Küba Uvertürü', 'Piyano ve Orkestra için Fa Majör Konçerto' ve 'Paris’te bir Amerikalı' hep bu türde eserler.
Bizde sahneye konan Porgy ve Bess, bir konser eseri olarak yorumlanmakta. İlk günkü temsili seyrederken, bu operanın niçin konser halinde sergilendiğini düşündüm. Çünkü ortada çok güzel bir hikaye var. Prodüksiyon bir sahne eseri olsaydı çok daha güzel olurdu diye düşünmemek imkansız. Nitekim, seyredenler Otto Preminger’in - Porgy rolündeki Sidney Poitier ve Bess rolünde ise Dorothy Darndridge’in oynadığı- 1959 yapımı filmini hala unutamadıklarını söylerler.
Sonradan bunun bir telif meselesi olduğunu öğrendim. Gershwin’in eserlerinin sahibi olan vakıf, bestecinin vasiyetine uyarak böyle bir uygulamaya izin vermemiş. Gershwin, bunun bir sahne eseri olarak oynanması için solistlerin tümünün -oyunun hikayesine uygun olarak- zenci olmasında ısrar etmiş.
Son oyun
Bizdeki temsilde Porgy ve Bess rollerindeki sanatçılar gerçekten çok başarılı bir performans gösteriyor. Dinlediğim diğer solistler de çok başarılıydı. Koro, klasik operalara alışkın gırtlaklarına ters düşse bile, belli ki esere çok çalışmış ve başarıyı da yakalamış. Orkestra her zaman olduğu gibi mükemmel.
Porgy ve Bess’in ilk üç temsili 3, 6 ve 8 Şubat günlerindeydi. Yarın ise Atatürk Kültür Merkezi’nde son gösteri var.
Ben cumartesi günü bir iş için Budapeşte’de bulunacağım için o konsere gidemeyeceğim. Yani kendim için bir şey istemiyorum.
Siz ise siz olun ve bu harika operayı sakın kaçırmayın! Opera’nın en ünlü şarkılarından 'Summer time'ı dinlerken beni hatırlayın yeter...
İstanbul şiirleri
Bu hafta da sıra okuyucu şiirlerine gelemedi. Ama aşağıdaki şiiri yollayan da bir okuyucum. Bunu özellikle not ediyorum, çünkü şair çok sevdiğim bir okul arkadaşım olan Tuğrul Tanyol. Hani torpil geçiyorum sanılmasın...
'yılan gece görünmez
istanbul görünür
ışıltılar saçan pullarıyla
geçer boğaz’ı boydan boya
sürtünüşünden tepeler yarılır
aşkım orada uyur
orada uyanır bakarım dünyaya
ben orada olmazsam istanbul beni düşünür
ah! Çocukluğum acıyor gözlerimde
bir yanım öteki yarısını arıyor'
Tuğrul Tanyol (Büyü Bitti, Yapı Kredi Yayınları)
Paylaş