Hayatın İçinden






Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Dalan-Sözen çatışması

Hikayeyi geçen hafta Hürriyet-İstanbul’u ziyarete gelen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İstanbul İl Başkanı Hasan Hüseyin Ceylan anlattı.

Dönem, Nurettin Sözen’in belediye başkanlığına seçilmesinin ilk yılı. Sözen ile eski başkan Dalan arasında soğuk rüzgarlar esiyor. Soğuk rüzgar dediysem, aslında kastettiğim kutup rüzgarları. O kadar ki, halef-selef iki başkan el bile sıkışmıyorlar.

Bir gün hukukçu bir emekli albay Maltepe’de kıyıda gezinmektedir. Gözü belediye görevlisi bir bahçıvana takılır. Adam garip bir biçimde ağaçların bazılarını sulamakta, bazılarını ise pas geçmekte.

Durumu bir süre gözleyen albay, dayanamayıp bahçevanı, 'oğlum, şu ağaçları atladın. Onları da sulasana' diye uyarır.

Bahçıvan, bu anlayışsızlığa ve müdaheleye kızgın, 'Beyim' diye cevap verir, 'onları sulamam. Çünkü onlar Dalan’ın ağaçları!'

Gerçekten de o ağaçlar Bedrettin Dalan zamanında dikilmiştir.

Memduh Albay tartışmayı uzatmaz. Durumu hemşerisi ve akrabası olan Nurettin Sözen’e telefonla aktarır. Sözen, 'soğukluğu halk abartıyor' türünden bir cevap verir.

MHP İl Başkanı Hasan Hüseyin Ceylan, 'bazı işlerden üsttekilerin haberi olmaz' demeye getirerek anlattı hikayeyi.

Öyle de bizim halkımız da bu. Üstteki tartışmalar alt tarafı ciddi ölçüde etkiliyor. Askerlik alışkanlığı, 'hizaya bak' denince bütün kafalar bölüğün başındaki adama çevriliyor. İyi veya kötü, ama durum böyle.

'Aşkın kanununu yazdım yeniden'...

Haberi Melih Aşık’ın köşesinde okudum.

Aşık’ın deyimiyle 'partisinde çok sayıda iki hatta üç karılı milletvekilinin yer almasında sakınca görmeyen siyasi lider', Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’i paylamış.

Söyledikleri şöyle: 'Sen sıradan bir kişi değilsin. Sen devletin bakanısın. Yasalara uymaya en başta sen mecbursun.'

Öfke baldan tatlıdır sözüne bakılırsa, sayın parti başkanının şekeri düşmüş olmalı.

Ayrıca -min gayri haddin- 'sen sıradan bir kişi değilsin' girişini beğenmedim. Tezini zayıflatıyor. Şükrü Sina Gürel, başından beri sözleri ve tutumuyla zaten sıradışı birisi olduğunu ispat etti. Ayrıca, bizde sıradışı olmak için bakan olmaya da gerek yok. Uygar olmak kendiliğinden sıradışılığı getiriyor.

Şükrü Sina Gürel’in 'yasak' aşkıyla 'yasalara uymak' suçlaması arasında da bir bağlantı göremedim. Hukukçu arkadaşlarıma sordum. Onlar da böyle bir bağlantı olmadığını söylediler.

'Yasak aşk' deyimi ahlak düşkünü, hayal hanesi tek göz gecekondudan küçük insanların icadı. Evrenin en çarpıcı, en sıradışı, en güzel duygusunu tek göz odaya hapsetmek isteyen yobazların tutanağı.

İşin özü de bu. Yani yobazlık. Siz yobazlık denince yoksa başka bir şey mi anlıyorsunuz? Yobazlık işte aynen bu darkafalılık.

Yoksa ben yanılıyorum da, Türk Musikisi'ne epey aşina olan sayın parti başkanının aklına Saadettin Öktenay’ın Acemkürdi 'Aşkın Kanununu Yazdım Yeniden' şarkısı mı geldi?

Merak ettim doğrusu...

Ahmet Hamdi Tanpınar

Bugün Türk edebiyatının bir anıt ismi; şair, romancı ve edebiyat hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümünün otuz dokuzuncu yılı.

İşi ille de getirip İstanbul’a bağlamak gibi bir zorunluluk duymuyorsam da, Tanpınar’ın gerçek bir İstanbullu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Beni en çok, Tanpınar’ın Doğu’dan Batı’ya taşınmamızın en telaşlı günlerinde, yörüklerin 'göç yolda düzelir' atasözüne rağbet etmemesi etkilemiştir. Tanpınar, her iki kültürü de çok iyi bilenlerden biriydi. Bir İstanbullu’ya yakışır biçimde bu iki kültürün sentezini yapma becerisini göstermişti. Bunu bütün eserlerinde görmek mümkündür.

Tanpınar’’ın kitaplarını dönüp dönüp okurken, her defasında geçmişle bir muhasebe duygusu ve bir haz ürpertisi sarar içimi. Akıl ve duygunun birlikteliği de apayrı bir haslet sayılmalı.

Akıl bize Tanrı’nın en büyük armağanı. Ama ya şiirleri! Nasıl bir duyarlıktır, bunu Tanpınar’ın şiirlerini okurken yüreğimde hissederim.

Bizim hafızamız unutkanlıkla fazla malül.

Bense, Haşim gibi, melali anlamayan nesle aşina değilim.

Ölüm gibi acı bir vesileyle de olsa, Tanpınar’ı bu yüzden anmak istedim.

Gerçek anma ise onun eserlerini yeniden okumakla mümkün.

Yoksa bir garip kent gazetesi yazarının köşesinde adının geçmiş olması, böylesine büyük bir edebiyat ustası için hiç yeterli olur mu?

Yazarın Tüm Yazıları