Paylaş
Okuyucu mektupları
Gazetecinin gerçek patronunun okuyucu olduğu sık söylenen bir sözdür. Buna kalpten inananlardan biriyim. O nedenle okuyucu görüşlerini yansıtan mektupların çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Geçen cuma günü, masamda birikmiş bazı önemli okuyucu mektuplarını yayınlamayı düşünmüştüm.
Yalnız gazeteciliğin bir başka gerçeği de, insanın her zaman yerine hakim olamaması. İlancıları kızdırmamak için, 'iyi ilan kötü yazıyı kovuyor' diyelim.
Cuma günü başıma gelen buydu. Okuyucu mektuplarından ancak birisi yayınlanabildi.
Bugün, yerimin elverdiği ölçüde, geride kalanları bu köşede okuyacaksınız.
Gayret benden, takdir yazı işlerinden, şefaat ise her zaman olduğu gibi Allah’tan!
Havaalanı adları
Geçen cuma günü yayınlayamadığım ilginç bir okuyucu mektubu var.
Mektup, havaalanı adları üzerine yazdığım yazıya cevap olarak geldi.
Doğrusu yazıyı ertesi gün okurken aklıma gelen bir konuya değinmiş Özer Atayolu.
'Kurtköy’de açılan yeni havaalanına Sabiha Gökçen isminin verilmesini beğenmişsiniz' diye başlıyor. Sonra da itirazını belirtiyor: 'Türkiye dünyaya açılmış bir ülke olduğundan, havaalanları dünya turizm kataloglarına geçmeye başladı. Lütfen söyler misiniz. bir Alman, bir Fransız, bir Amerikalı, bir Isveçli Sabiha Gökçen yazısını nasıl okuyacak?
Daha baştan herkes bu havaalanı ismini yanlış telaffuz edecek.
Dünyaya açılacak mahallerin, firmaların ve özellikle havaalanlarının isimlerinin seçiminde bu noktalar dikkate alınmalı.'
Bu da küreselleşmenin getirdiği apayrı bir sorun. Doğrusu üzerinde düşünmeye değer.
Ucube gözlem kuleleri
Boğaziçi’nin kontrolü gibi meşru bir gerekçeye sığınılarak yapılması tasarlanan ve İstanbul’un siluetini berbat etmeye aday ucube gözlem kuleleri üzerine yazdığım yazıya bir okurumdan anında cevap geldi.
Göksenin Karagöz, duyarlı bir İstanbullu olarak bakın neler yazmış...
'Yazınızı okuyunca konu ile ilgili olarak cevap yazmak istedim.
Boğazı köprülerle, yalıların önünden zorla geçirilen sahil yollarıyla, her taraftan görülen bir kısmı kaçak gökdelen-otellerle dolduran zihniyete çok kızıyorum.
Bunların bir kısmı tabii gelişme ve nüfus artışı paralelinde olması gerekenler. Ama Dolmabahçe Sarayı gibi bir yapının arkasında çirkin bir gökdelene, Saray’ın korusunda başka bir otele izin verilmeden de olabilir(di).
Daha üçüncü köprü tartışmalarının üzerinden bir yıl geçmeden, böyle ilginç bir projeyi gündeme getirmelerine de şaşırmadım.
Dünyanın başka hiçbir uygar ülkesinde 'bu köprünün ayaklarını Arnavutköy’deki evlerin ortasına koyacağız' diye dayatılmazdı zaten.
İstanbul’da yaşayan ve şehrin güzelliklerinin iyice azaldığını gören birisi olarak ben de bu kulelerin karşısında olduğumu belirtmek istiyorum.
Bu konuya dikkat çektiğiniz için teşekkürler.'
Bir zamanlar, 'Babam öyle diyor' diyen bir reklam vardı. Gerçek İstanbullu da işte böyle diyor. Tabii anlayana!
Paylaş