Hayatın İçinden

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Unutulan İstanbul

Çok değil, elli yıl öncesine kadar İstanbul çok renkli bir şehirmiş. Benim geldiğim 60’lı yıllarda renkleri atmaya başlamış, solgun bir İstanbul vardı.

İstanbul’a renk katan son 'azınlıklar' bu kenti terk ettiğinde İstanbul eski İstanbullu Türklere de kalmadı. Taşradan kopup gelen bir umut ordusu kenti işgal etti. İstanbul bir kere daha zapt edildi. Bu işgalin sonuçlarını hep birlikte seyrediyoruz.

Bu sözlerimde gelenlere bir serzeniş boşuna aranmasın. Eğer serzenişte bulunulacaksa, bunun muhatabı İstanbul’u yağmalayanlardan çok, yağmalatanlar olmalı. Kim nasıl bir hesap peşindeydi, burası o tartışmaya dar gelir. Ama bundan tartışmadan kaçtığım anlamının çıkartılmasını da istemem.

Denize atılan haç

Her neyse... Bugün eski kozmopolit İstanbul’un bir adetinden söz etmek istiyorum. Belki televizyon ekranlarında gördünüz. Geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul kıyılarında ilginç bir olay gerçekleşti. Ortodoks Kilisesi’ne bağlı cemaatten bir grup deniz kenarına geldi. Paltolara sarınmış, soğuktan alı al moru mor olmuş bu topluluğun içinde bir de din görevlisi, Metropolit bulunuyordu.

Metropolit elindeki tahta haçı denize fırlattı. İleride bir sandalda oturan mayolu dört-beş genç haçın suya düşmesiyle birlikte denize atladı. Haça doğru yüzdüler. İçlerinden ilk ulaşan haçı denizden aldı. Kıyıya gitti ve haçı öperek Metropolit’e teslim etti.

İstanbul folkloru

Televizyon haberinde Metropolit’in bu kış gününde denize atılıp haçı çıkartmak aralarında kıyasıya yarışan gençlere birer altın haç hediye ettiği söylendi.

Her yıl çıkışını büyük bir heyecanla beklediğim bir takvim var. Kendilerini kısaca 'G7' olarak tanıtan Grup 7 İletişim Hizmetleri’nin 2001 takvimi de bayramlarımız, anma günlerimiz ve geleneklerimize ayrılmış.

Bu takvimde sözünü ettiğim törenle ilgili olarak, 'Haçın denizde kaybolmaması, o yılın uğurlu geçeceğinin işareti olarak kabul edilirdi' deniyor. İşin daha ilginç yanı ise, yine adı geçen takvimde altının özenle çizildiği gibi, sadece Rumların değil, sahil kesiminde oturan ve balıkçılık yapan diğer İstanbullular’ın da, haçın kaybolmamasını, o yıl denizin bereketli olacağı ve fırtınalardan zarar görmeyeceklerine yormalarıymış.

İçimizde bunları bilen veya hatırlayan kaç İstanbullu kaldı?

Düzeltilen Haláskargazi

Şişli Belediyesi Haláskargazi Caddesi’nin yanlış yazılmış tabelasını neredeyse gün geçirmeden değiştirti. Bu konuda yazdığım yazının hemen ertesi günü Şişli Belediyesi’nden Gufran Kurtböke aradı.

'3030 sayılı Belediyeler Kanunu’na göre cadde isimleri, sokak isimleri, kapı numaraları ve yön tabelaları Büyükşehir Belediyesi’nin yetki alanında kalıyor. Ancak hizmet anlayışı bütünlüğü içerisinde belediyemiz kendi bölgesindeki eksiklikleri Büyükşehir Belediyesi’nin bilgisi dahilinde gidermekte'dedi.

Ayrıca yanlış tabelaların 4 Ocak 2001 tarihinde söküldüğünü ve doğrusunun kısa zamanda yerlerine takılacağını söyledi.

Aradan neredeyse gün geçmeden doğru tabelaların yerine takıldığı haberi geldi.

Bu arada doğru yazımın Hakkı Devrim üstadımızdan geldiğini de belirteyim. Hakkı Bey, teamüle uygun olarak 'Haláskargazi' sözcüğünün birleşik olarak yazılmasını önermiş. Bu arada ikinci 'a'nın üzerindeki şapkayı da unutmamış. Türkçe bilmeyenler de kelimeyi doğru okusun diye herhalde.

Şişli Belediyesi’ne duyarlığı için teşekkür ediyorum.

‘Yanlış yanlışı doğurmasın’

Haláskargazi meselesi okuyucuların da ilgisini çekmiş.

Bu konuda gelen elektronik mektuplardan biri ilginçti.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi Mustafa Sütçü 'Yanlışı düzeltirken yanlış yapmayalım!' demiş.

Okuyucum, halaskar sözcüğünün her iki harfi üzerinde de inceltme işareti olması gerektiği görüşünde. Ben buna karşıyım. Çünkü neyin nasıl okunacağını göstermek sadece fonetik alfabelerin işi. Hiçbir yazı dilinde böyle bir kullanım yok. Niye Türkçe’de olsun? Biz yeni yazıya geçerken belki bunu düşündük. Ama başlangıçta böyle bir amaç olsa bile, zamanla kelimelerin yazılışı ve okunuşu arasında fark oluşur ve siz dilin yazımıyla boyuna oynayamazsınız!

Tartışmalı konular

Okuyucumun değindiği ikinci noktayı onun sözleriyle aktarayım: 'Yol göstericiniz, danışmanınız Hakkı Devrim olunca onun yanlışlarını siz de üstlenmiş oluyorsunuz. 'Şair Nigar Sokak' yazılışı yanlıştır. Doğrusu, 'Şair Nigár Sokağı' olacaktır' diyor. Bence tartışmalı bir durum. Türkçe kestirme deyişleri sever. 'Top kapısı'nın zamanla Topkapı, 'Burun ovası'nın Bornova olması bunun sadece iki örneği.

Mustafa Sütçü, bir de 'Şişli Camii' değil, dilimizdeki doğru kullanımı 'Şişli Camisi' olmalıdır' demiş. Bu uzun ve dikenli bir tartışma konusu. Arap grameri Şişli Camii demeyi emreder. Cami kelimesinin Arapça olması bu deyişi haklı kılar. Ancak ben de Türkçe’nin en hassas yanının dilbilgisi olduğunu düşünenlerdenim. Türkçeleşmiş bir kelime için niye Arap gramerini kullanayım? Ama böyle diyenlere 'yanlış yapıyorsun' demeyecek kadar da sağduyumu korumaya çaba gösteriyorum.

Yazarın Tüm Yazıları