Tuğrul Şavkay: Bodrum’da yaz







Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Cahit Sıtkı Tarancı ‘‘Memleket İsterim’’ adlı şiirinde şöyle der:

‘‘Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.’’

Özellikle bahar aylarında ne zaman Bodrum'a gitsem, aklıma bu şiir düşer. Bazen Bodrum bir şiirden çok bir düş gibi gelir bana. Ne yaparsak yapalım, bu kasabanın mavi göğü, yeşil dalı, sarı tarlaları eksik olmaz. İnsanoğlunun büsbütün değiştiremediği yerlerden biridir burası. İyi ki de öyledir.

Bir ara ‘‘turizm, ama ille de turizm’’ diyerek elin kaba saba insanını üç kuruş uğruna buralara doldurduk da ne yaptık? Cevabını ben vermeyeyim. Çünkü kabalaşmak zorunda kalmaktan korkarım.

Son zamanlarda ise güzel şeyler yaşanıyor. Bodrum, İstanbul'un adeta bir yazlığı haline geldi. Gelişmenin bir nedeni, hiç şüphesiz, hali vakti yerinde birçok İstanbullu'nun burayı yazlık mekan edinmesi. İçlerinden bir kısmı yazlık evler yaptırdı. Geçenlerde bir Bodrum uçağında kendimi bir aile toplantısında hissetmeme yol açan duygu bu olsa gerek.

Aslında bu yazlık ev tutkusunu anlamakta güçlük çekenlerdenim. Hele tepe tepe kullanılmayan yazlık evleri hiç anlamıyorum.

İnsan kendisini, sözkonusu bu şirin Ege kasabası dahi olsa, niçin bir coğrafi noktaya mahkum etsin? Asla anlayabilmiş değilim. Bana doğru gelen çözüm, tatilin -hiç olmazsa her defasında- farklı mekanlarda geçirilmesi. Belki gezmekten yorulmayanlar sınıfına dahilim. Öyle akıllı uslu tatillerden haz etmiyorum; tıpkı akıllı uslu hiçbir işten hoşlanmadığım gibi. Baudelaire'in ‘‘Moesta et errabunda’’ şiirine başlık yaptığı üzere, ‘‘üzgün ve serseri’’ dolaşmaktan hala bıkmadım.

MÜŞTERİ DEĞİL KONUK

Otelleri sevmemim başlıca nedenini, sanırım -ve umarım- yukarıdaki satırlar yeterince açıklamıştır. Yine de insanın yaşı ilerledikçe, ne kadar serseri ruhlu olsa da belli bir konforu, sıcaklığı, rahatı aramadığı söylenemez.

Bodrum'da son yıllarda bulduğum en önemli özelliği de bu arada yukarıdaki cümlenin içine sıkıştırdım. Geçenlerde bir arkadaşım, Umut Ülkümen, sahibi olduğu Queen Ada Oteli'ne davet etti. Küçük bir grup halinde orada buluştuk. Umut, onulmaz bir yiyecek-içecek düşkünü. Hele şaraplar sözkonusu olunca dur durak bilmez. Hemen herşeyin olduğu gibi, şarabın da en iyisini arar ve bulur. İşin güzel olan yanı, bunları paradan çok görgü ve bilgiyle biraraya getirir. Bu birlikteliğimiz sırasında da harika şaraplar tattık. Dünyanın en güzel konyaklarını birlikte içtik. Akdeniz'in dört bir köşesinden toplanmış en zarif zeytinyağlarını soframıza konuk ettik. Şimdi küçük bir itirafta bulunacağım: Bunları tek başımıza yiyip içseydik asla bu kadar keyif alamazdık. Keyif, bir sofra etrafında paylaşmakla zirveye ulaştı.

Öte yandan Queen Ada küçük ve butik bir otel. Oda sayısı iki düzineyi bile bulmuyor. Buna karşılık, verilen hizmette sınır yok desem, inanın olan biteni hiç abartmamış sayılırım. Birkaç yıl içinde burası dostlar için vazgeçilmez bir buluşma noktası haline gelmiş. Daha önemlisi ise, insan burada bir müşteri değil, gerçek bir konuk statüsünde. Abartısız, ancak mükemmel bir ağırlama hizmeti, gelen konukları büyülüyor. Otel personeli, konukların rahat etmesi için ellerinden gelen hiçbir şeyi esirgemiyor. Sessizce, kimseyi rahatsız etmeden, etrafta kalabalık bir ordu görünümü sergilemeden isteklerinizi anında yerine getirmek için sürekli bir gayret içinde çalışıyor. Yöneticiler ise, böyle bir İsviçre saati düzeneğini sessizce ve durmaksızın çalıştırmak için aynı sessizlikte bir gayret içinde.

MÜKEMMELLİK ARAYIŞI

İnsanın yolu bir kez Bodrum'a düşmeye görsün. Bodrum, kaçınılmaz bir biçimde uğrak yeri olmaya devam ediyor. Nitekim, birkaç hafta sonra, bu kez Divan Oteli'nin Türkbükü'ndeki yeni tesisinin açılışı için yeniden yollara döküldük. Divan Oteli için övücü şeyler söylemekten kaçınacağım. Çünkü onların mükemmellik arayışlarının yıllardır tanığıyım. Bodrum'daki Divan Palmira'da yine bu arayışla karşılaşmak, o nedenle beni çok şaşırtmadı. Divan Palmira da yörenin bir başka yeni butik oteli. Beni etkileyen daha çok kentli bir otelin yazlık bir yerdeki alkışlanacak performansı oldu. Aynı abartısız ortamda hemen herşeyin en iyisinin yapılabilmesi çok dikkat çekici bir profesyonel deneyim oldu benim için.

Sezon başında sık sık Türk turizminin ucuzcu yaklaşımından şikayet etmiştim. Dünyanın en güzel kıyılarında, beş yıldızlı tesislerde elin insanını üç kuruş paraya ağırlamanın bir çözüm olmadığını yazıp durdum. Bodrum'daki deneyimim, bu anlayışın artık gerilerde kaldığını göstermesi açısından heyecan vericiydi.

Bütün bu güzel şeylerin yanısıra, bir iki noktaya da değinmeden geçemeyeceğim. Ama hala bu konuda ciddi bir personel sorunu yaşadığımızı da belirtmek zorundayım. Yüksek bedel ödeyen her konuk, çok haklı olarak, iyi niyetle yetinmez. Verdiği her kuruşun karşılığını ister. Bence bu tutumunda yerden göğe kadar da haklıdır.

Bir de Bodrum'daki tesisler büyük ölçüde Türkler'e pazarlanmakta. Yabancılar parmakla sayılacak kadar az. Böylesi bir durum, Türkleri belki de başka yerlerde tatile gitmekten vazgeçirmesi ve bir döviz tasarrufu sağlaması açısından önemli. Ama Türk'ün Türk'ü ağırlamasından çok, Türkler'in buralarda zengin yabancıları ağırlaması ülke ekonomisi bakımından daha önemli sayılır.

Üç dört aylık kısa sezonlar, böylesi ciddi girişimler için çok kısa. Turizmi, en geniş ölçekte, on iki aya yaymamız adeta bir zorunluk.

Yazarın Tüm Yazıları