Paylaş
Ön planda işbirliği çok güzel gidiyormuş gibi davranılırken, arka planda öyle bir gerginlik var ki... Ankara ve Washington ilişkilerinde olan, sanki fırtına öncesi bir sessizlik.
Sadece ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’e akademisyen gözaltılarıyla ilgili yorumlarından sonra yapılan eleştirileri demiyorum. İfade özgürlüğü, temel haklar vesaire... Onlar zaten 2013 Gezi’den beri ilişkilerde sıkıntı konusu. Ne kadar belirleyici etkisi var ilişkilerde ayrı ama kamuoyu önünde görüntü sırf bu yüzden kötü olmaya zaten devam edecek. Ancak benim bahsettiğim, ilişkileri sarsabilecek meseleler... Suriye’den Kürt meselesine, Kuzey Irak’tan
İran’a, hatta Rusya’yla ilişkilere hiçbir alanda iki müttefik arasında belirleyici bir mutabakat olmaması. Bunun üstüne, ABD’deki kritik kasım ayı başkanlık seçimini ekleyin. Yönetilebilir bir risk değil bu.
Önümüzdeki dönem için çok fazla bilinmeyen var. Ama mevcut durumu ortaya koyarsak hikâye daha net anlaşılır diye düşünüyorum.
*
KÜRTLER: Ayrı ele ele almak ne kadar doğru emin olamasam da resmi retorik üzerinden gidersek, hem Türkiye’deki Kürtler hem de Suriye’deki Kürtler konusunda ayrılık da değil, bir uçurum var gibi Ankara ve Washington arasında. Türkiye’de PKK’yla çatışmaların sona erdirilmesine dönük adımlar atılması için Washington şimdiye kadar sayısız çağrıda bulundu. Bunlar işin diplomatik kısmı tabii.
ABD’nin bu konuda çağrıdan öte elinde fazla araç da yok. Ancak Suriye’deki Kürtler konusunda operasyonel düzeyde bir ayrılık var. Bu gerginlik en son Amerikan Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’ın geçen haftaki Ankara ziyaretinde de yaşandı. Türk tarafı açıkça PKK uzantısı PYD rahatsızlığını dile getirdi. Amerikan tarafı da, ‘Not aldık’ demekle yetindi. Ancak bunun sahaya yansıması yok. Tam tersine.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adıyla yeni bir ada kavuşan Kürt güçleri iki hafta önce Türkiye’nin kırmızı çizgisi Fırat Nehri’nin batısına geçip Teşrin Barajı’nı IŞİD’den aldıklarından beri, Amerikalılar yolları üzerindeki Menbic’e günde bazen 14 kez yoğun hava saldırısı düzenliyorlar. Zaten içeriden de
IŞİD’e tepkinin olduğu Menbic’in düşmesi an meselesi. “Kürtler değil SDG” ya da “PKK değil PYD” demeye devam edecek Amerikalılar. Ancak bunun “kötü bir yalan” olduğunu kendileri de biliyorlar. Ve bu durumda iş, Menbic’e giren Kürtlere Türkiye’nin ne tepki vereceği sorusuna kalıyor.
*
IŞİD: Hafta içi IŞİD karşıtı koalisyonun sözcüsü Albay Steve Warren’la olan konuşmamızdan anladığım, IŞİD’le mücadelede de Türkiye artık gittikçe diğerleriden farklı bir pozisyona geçiyor. Şöyle... Sultanahmet bombalamasından sonra Türkiye’nin IŞİD hedeflerine yönelik ağır bir saldırı düzenlediği haberlerini gördünüz. Tam da olması gerektiği gibiydi aslında. 10 Ekim 2015 Ankara bombalamalarından sonra da yapılması gereken buydu. Ve 24 Kasım’da Rus uçağını düşürdüğünden beri Rus tehdidi nedeniyle Türkiye, Suriye üzerinde uçamadığından, saldırı top atışlarıyla oldu.
Ancak Warren’la olan soru-cevabımızda ortaya çıkan, bu top atışları koalisyonla koordinasyonlu gerçekleşmedi. Warren, bu saldırıların “koalisyon kapsamında” olduğunu söylüyor. Hava koşulları nedeniyle uçaklar uçamıyorken Türk topçusunun bir boşluğu doldurduğunu belirtip “Mükemmeldi” diyor.
Ama koordinasyondan ne kast ettiğini sorduğumda, “Yani vurmadan önce nereyi vuracaklarını bildiğimizden emin olmak istiyoruz” diyor. Bu durumda Türklerin top atışları nasıl koalisyon kapsamında sayılır ben anlamadım, ama ortaya öyle riskli bir durum çıkıyor ki...
SDG, Teşrin Barajı’nı Suriye’deki Amerikan özel kuvvetlerinin yardımıyla aldı. Bunu geçen hafta yine Warren açıklamıştı. Yani Amerikalılar oradalar. IŞİD’in kontrol ettiği 98 km’lik Menbic Cebi’nin dibindeler. Ve Türkler, Amerikalıların önceden bilmediği yerleri bombalıyorlar. Niye? Belki sınırdan 30 km uzaktaki, topçu menzilindeki Menbic’e girecek Kürtler’e bir mesaj vermek için. Belki de gerçekten IŞİD’i vurmak için. Ama sonuçta Türkler, bu yeni yaklaşımla, IŞİD’le mücadelede yeni bir güç olarak sivriliyorlar. Herkesten ayrı, başka bir odak. Irak ve Suriye var. Savaşın yaşandığı ülkeler. İki blok var.
Rus-İran bloku ve 65 ülkelik Amerikan bloku. Bir de Amerikan blokuna hava üslerini açan, ama fiili durum nedeniyle eşgüdümlü hava operasyonlarına katılmayıp koordinasyon olmadan top atışı yapan, dördüncü güç Türkiye. Top mermisinin nereyi vuracağı önceden bilinmeyen Ankara.
*
BUNLAR başlıca iki mesele. Diğer alanlardaki farklılıklar ayrı bir yazı konusu. Ancak sadece bu iki meseleye bakınca bile gördüğünüz, büyük bir risk var ortada. Düdüklü tencere gibi düşünün. İçinde bir şeyler pişiyor evet. Ama en ufak bir terslikte... Ve unutmayın. ABD’de seçim yılındayız. Her zaman sürprizlerin olduğu, üstelik adaylardan birinin eski bir Dışişleri Bakanı olduğu, dış politikanın epey tartışılacağı bir kampanya dönemindeyiz. Çok kritik bir eşikten geçiyor Türk-Amerikan ilişkileri.
Paylaş