1 Mart: Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, aynı yöndeki açıklamaları sürdürerek PYD Menbiç’ten çekilmezse vuracağımızı söyledi.
3 Mart: Rus askeri birlikleri Menbiç’e girdi, PYD Menbiç’in yönetimini Şam rejimine bırakacak. Açıklamayı Rusya Genelkurmay Harekat Daire Başkanı Org. Sergei Rudsky yaptı. Rejim güçleri de Menbiç’e giriyor.
6 Mart: Pentagon Sözcüsü Jeff Davis Amerikan askerlerinin Menbiç’te konuşlandığını açıkladı. Amaçlarının IŞİD dışındaki tarafların çatışmasını önlemek ve IŞİD’in Menbiç’ten çıkarıldığını göstermek olduğunu söyledi.
Bu askeri gelişmelerin Menbiç’te PYD’ye karşı Türkiye’nin operasyon yapmasını hayli zorlaştırdığı açıktır. Nitekim son günlerde “Menbiç’te PYD’yi vururuz” diye açıklamalar duymuyoruz.
Özellikle AK Partililerin bu soruyu ciddiye alması lazım.
Yanlışlar yapılıyorsa bunların görülüp düzeltilmesi Türkiye’nin lehine olur, iktidar da prestij kazanır.
Ama heyecan ve hamasetle bu yanlışları görmeyip devam edersek bundan Türkiye zarar görür, iktidarın da işi zorlaşır.
Durup bir kendimize bakmamız artık zorunlu bir ihtiyaçtır.
MOODY’S VE DİĞERLERİ
Moody’s Türkiye’nin kredi notu görünümünü düşürdü, değil mi?
Moody’s 24 Eylül 2016’da da kredi notumuzu düşürdüğünde Sayın Başbakan Yıldırım şu tepkiyi vermişti:
“Bizim notumuzu 3-5 tane değerlendirme kuruluşu belirleyemez. Bizim notumuzu esnaf, vatandaş belirler. Biz hesabı vatandaşa vereceğiz, derecelendirme kuruluşlarına değil!”
Bu vesile ile tarihe bakışımızı ele almak istiyorum.
Çanakkale’de Miralay (Albay) Mustafa Kemal Bey’in rolü nedir? Bu konuda iki uç görüş olduğunu biliyoruz.
Biri Mustafa Kemal Paşa’yı yer aldığı her olayda her başarının tek sahibi gibi görmek, yani resmi tarih....
Öbürü gerçek başarılarını bile görmezden gelmek; bu da öbür resmi tarih...
İKİ KAHRAMAN
Evvela Genelkurmay’ın Mustafa Kemal’siz Çanakkale afişlerine tepki gösterilmesi haklıdır.
Tarihi gerçeklere de aykırıdır.
Çanakkale’de görev alan, hatta Mehmetçiğe “zeytinyağlı un çorbası” pişiren aşçı dahil herkes elbette kahramandır.
Hemen her gün miting var; bazen iki.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın konuşmalarını tabii bütün haber kanalları yayınlıyor. Fakat muhalefetin konuşmalarına iktidar yanlısı kanallar hiç yer vermiyor.
Merak ediyorum, iktidarın aklına şu ihtimal geliyor mu: Aşırı dozun tepkiye yol açması; bu kadar yoğun propagandanın “kararsızlar”da güç kaygısı yaratması?...
TAHAMMÜLSÜZLÜK ÖRNEĞİ
TV’lerde gördüm, İstanbul Güngören’de ana arter yolun üzerindeki bir köprüde yan yana bir “evet” bir de “hayır” yazılı iki bez pankart...
Ne kadar iyi değil mi?
Fakat iki kişi geldi, öyle yakalanma kaygısı falan hissetmeden
Hollanda’ya karşı tepkilerimizde çok haklıyız. Hollanda, yaptıklarını hiçbir uluslararası hukuk belgesiyle savunamaz. Fakat ölçüsüz söylemlerimiz Avrupa’da aşırı sağa karşı olanları bile bize karşı tepkiye itti.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, arkadaşımız Abdülkadir Selvi’ye diyor ki:
“Bu olay Hollanda’da değil, Türkiye’de olsa bütün dünya ayağa kalkardı.”
Gerçekten kardeş Azerbaycan’dan başka “ayağa kalkan” niye olmadı?
“Ümmet coğrafyası”ndan bir ses çıktı mı?
Öyleyse “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” mu?
Böyle bir dış politika yürütemeyeceğimize göre, durup bir düşünmek gerekiyor.
TÜRKİYE’NİN OYLARI
“Bu yüz karası bir karardır. İslam karşıtlığının tezahüründen biridir. Avrupa değerlerinin köküne kibrit suyu döküyor bu kararla...”
Kurtulmuş’un bu haklı tepkisinde özellikle “Avrupa değerleri” vurgusunun üzerinde durmak gerekir. Demek ki faşizm, nazizm, İslamofobi, popülizm gibi negatif cereyanlardan ayrı ve bizim de referans yaptığımız bir “Avrupa değerleri” var.
EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK
Önce Divan kararına bakalım. Divan’a değil de AİHM’ye gidilseydi, karar aynı şekilde mi çıkardı, emin değilim. Çünkü AİHM “kamusal alan” ve “tehlike görülürse” gibi kıstaslarla türbanın yasaklanabileceği kararını vermişti; o zaman çok eleştirmiştim.
Yeni anayasa yapmaktan daha önemli olan bu konuda hem vatandaşlar olarak bizlerin hem doğuracağı sonuçlar hakkında siyaset sınıfının yeterince araştırma yaptığı söylenebilir mi?
Maalesef baştan beri konjonktürel heyecanlar ağır basıyor, içerik yeterince konuşulmuyor.
Halbuki bir anayasal düzenlemenin sağlıklı olması için:
Hazırlık ve referandum sürecinin “olabildiğince geniş, açık ve kapsayıcı olması, muhalefet dahil sivil toplumun ve kamuoyunun katılımının gerçekleşmesi lazımdır.”
Hukuken “ihlal”dir, siyaseten “popülizm”dir. Popülizm yani oy avcılığı uğruna hukuki ve etik değerlerin çiğnenmesi.
Buna Türkiye’nin tepki göstermesi haklılıktan öteye gereklidir de. Fakat bu tepkinin hesaplı, dikkatli ve iyi netice alacak şekilde ayarlanması gerekir.
Öfkeyle bağcıyı dövmeye kalkmaktansa akıllıca davranıp üzüm yemek daha doğru olmaz mı?
Tepkimizin tarzı diğer Avrupa ülkelerinde Türkiye’ye ve Avrupa’daki Türklere karşı olumsuz duygulara yol açmamalıdır.
AVRUPA İLE BALAYI
Türkiye kabaca 2010’lara kadar Avrupa ile balayı yaşadı. Bütün AB raporlarında ve Avrupa basınında Türkiye’ye eleştiriler az, övgüler çoktu.
Ekonomist İbrahim Kahveci’ye göre AK Parti iktidarı döneminde Türkiye’ye dışarıdan yatırım, turizm ve kredi olarak 554 milyar dolar kaynak girişi oldu.
Bunda en büyük pay Avrupa ülkelerine aittir. Avrupa bize tabiaten düşmansa niye böyle oldu?!