Paylaş
Eski Yunan’dan Roma’ya demokrasi serüveni her bir asırda ilave tuğlalar konularak olgunlaşıyor.
Yakın tarihin en önemli kırılması 1789 Fransız Devrimi’ydi.
Feodalitenin tasfiyesi, ulus-devletlerin ortaya çıkışı genelde olumlu bir etki yaparken, 1850’li yıllarda beliren mikro milliyetçilik akımları insan haklarında zedelenmeler yaşatsa da 1930’lu yıllara kadar demokratik kültür ivmelenmeye devam etmişti.
Ancak sözü edilen tarihte demokrasi bir ‘ters dalga’ya girdi.
1945’lere kadar Hitler, Mussolini, Franco, soykırım, asimilasyon, velhasıl insanlık adına rezilce dramlar yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle Batı medeniyeti o kötü süreçten dersler çıkarmıştı.
Avrupa Birliği’nin temelleri atılmaya başlandı.
Dünya bir barış iklimine girmişti.
Kopenhag ve Maastricht kriterleri ile ekonomik ve siyasi liberalizm baş tacı ediliyor, Francis Fukuyama ‘tarihin sonunun’ geldiğini ilan ediyordu.
Türkiye de bu gelişmelerden etkilenmiş, anayasal düzenlemelerle, imza koyduğu uluslararası antlaşmaları iç hukukunun üzerine çekmişti.
Artık, hukukun üstünlüğü, temel İnsan hakları, evrensel demokratik ilkeler insanlığın vazgeçilmez değerleri oluyordu.
Ama olumlu hava 2015’li yıllarda bozulmaya başladı.
Demokrasinin faziletleri ikinci plana alınıyor, ülkeler dar menfaatleri üzerinden ilişkilerini tarifliyorlar.
Avrupa’da; İtalya, Avusturya, Macaristan, Fransa başta olmak üzere milliyetçi akımlar güçleniyor.
ABD’nin Trump’ı yeniden başkan seçmesi vitesi yükseltiyor.
Bu esnada Çin, otokratik kapitalizm modeliyle dünyanın bir numarası olma yolunda.
ABD’nin telaşı hissediliyor.
Liberal demokrat modelleri yarışta geri kalıyor.
Trump, faturayı liberal ekonomik modele kesiyor.
Oysa Çin’in başarısı otokratik disipline dayanıyor.
Artık ‘korumacılığın’ zamanları yaşanıyor.
Az gelişmiş ülke diktatörleri tolere ediliyor.
Demokrasi primini giderek kaybediyor ve ikinci ‘ters dalgası’na giriyor.
Ancak eş zamanlı olarak yeryüzü bir teknolojik devrimi yaşıyor, ‘bilgi toplumu’ bilinen insan ilişkilerini önlemez bir şekilde yeniden tanımlıyor.
Yakın gelecekte iktidarın gücünün teknolojik efendilere geçeceğine dair emareler çoğalıyor.
İnsana dair tüm verilere hâkim yeni yönetici sınıf, insan denen varlığın ‘değersizliği’ kabulünü esas alarak manipüle bir demokrasi inşa ediyor.
Yeni dönem kendi ahlakını dayatırken, gezegeni rasyonel anlayışlarla düzenlemeleri çok da uzun olmayan zamanların mukadder gerçekliği olduğu görülüyor.
Trump’ın başını çektiği ikinci ters dalganın çok da uzun süremeyeceği, çevresel telakkiler başta olmak üzere, gezegene zarar veren tutumlara müsaade edilemeyeceği aşikâr.
Bu süreç klasik demokrasiyi bir değer yargısı olmakta çıkartacaktır.
Elitlerin yönetiminde refah sorunsalı çözümlenecektir.
İnsanlığın temel uğraşısı yetkin yöneticilerinin gölgesinde sanat, spor, kültür vb. gibi etkinlikler olacaktır.
Teknolojik patronaj bir yana süreç sınıfsız toplum idealine evrilecektir.
Bu senaryonun en iyi yönü, ‘sürdürülebilirlik’ bu gezegenin en önemli vazgeçilmezi olacaktır.
Paylaş