Sıtkı Şükürer

İdamlık değil damatlık gömlek

15 Mayıs 2011
SİYASET “iktidar” için yapılır.

Buna hiçbir itirazımız yok.
Ancak “iktidar” her şeye rağmen istenir mi?
Bu soruya yanıtımız “hayır”dır. Batı toplumlarınında, özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde siyasetçi kendisini “vazgeçilmez” görmez.
Demokrasinin olgunlaşma sürecinde olduğu bizim gibi ülkelerde ile siyaset bir yaşam biçimi, siyasetçi ise adeta ülkesinin kaderidir.
Hal böyle olunca da Makyavelizm tavan yapar, “amaca ulaşmak için her şey mübah” olur.
Demokrasinin tam oturmadığı, onun dingin kuralları üzerinde tam bir mutabakat oluşmadığı durumlarda, ister istemez yapay ideolojik ambalajlar ortaya çıkar.
Bu durum siyasi mücadeleyi sertleştirir, kaybeden olmak dünyanın sonu gibi düşünülür, ilgili taraflar toplumda gerginlik ve tedirginlik uyandıran bir anlayışla tuhaf bir siyaset zemini oluştururlar.

Yazının Devamını Oku

Her şey tadında güzel

8 Mayıs 2011
SİVİL toplum kuruluşları demokratik kültürün vazgeçilmezidir.

Belirli bir amaç için bir araya gelen insanlar bu uğurda çaba
gösterirler.
Sivil toplumculuğun en kritik özelliği katılımcıların katkılarıyla bütçelenen “gönüllülük” esasıdır.
Kar amacı gütmeyen yapıları ve sosyal sorumluluk anlayışları ile projeler geliştirir ve kamuoyunu baskısıyla karar vericileri etkilemeye çalışırlar.
Toplumun “kanaat önderi” olan bu kuruluşlar her birikim seviyesinden hevesli insanların gayretleri ile faaliyet gösterir.
Bu kuruluşlar üye aidatları, bağış ve amaca uygun etkinliklerden gelir oluştururlar.
Pek çoğu kıt bütçelerle çalışır. Bu yüzden başta üyeleri olmak üzere destekçilerini hep bir fedakarlığa davet ederler.

Yazının Devamını Oku

Atatürk Liseli doktoralı ilahiyatçılar

1 Mayıs 2011
GAZETEDEKİ ilk yazımda İzmir’e yönelik temennilerimi sıralarken, “Siluetimize Süleymaniye gibi bir cami de dahil olsun” diye yazmıştım.

Sonrasında bu öneriye çok değişik tepkiler geldi. Nedense önemli bir bölümü “Ne alaka...”dan başlayan bir ihtiyatlılık sergiledi.
Bakınız kıyılarda dini seremonilere iştirak oranları ülkenin diğer yörelere göre çok daha hafiftir.
Bu halin pek çok sebebi vardır.
“Gavur İzmir” söylemi 100 yıl öncesi itibariyle bir vakadır.
Bugün İzmir yerleşiği gayrı Müslim nüfusun 3 bin kişiyi geçtiğini zannetmiyorum.
Birkaç sinagog ve kilise dışında faal ibadethane yok. Hele Rum Ortodoks kiliselerine rastlamak mümkün değil.
İzmir’in şimdiki yerleşikleri, hani öz İzmirli dediklerimizin önemli bir kısmı Balkan harbi, mübadele, Çerkez mezalimi ve benzeri sebeplerle sonradan bu topraklara gelenler. Anadolu’dan göç 1960’lı yıllardan sonra gelişen bir durum.

* * *

Yazının Devamını Oku

Rumca şarkılar söylerdi babaanneler

24 Nisan 2011
PAZARTESİ gazetelerinde küçük kupürlerde bir haber yer aldı.

“Çerkezler kimlik, dil ve kültürlerini yaşatıp geliştirebilecekleri şartların sağlanmasını istiyorlar.”
İşte budur.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde oluşturulan paradigmalar kırılıyor ve kendini geliştirdiği yeni bir evreye giriyor. Lütfen bu gelişmelere “milli birlik ve beraberliğimiz” zarar görüyor endişesiyle yaklaşmayınız.
Koca bir imparatorluk bakiyesi olan bu coğrafya, o çağın koşullarına uygun olarak biçimlenirken bir takım katı sosyal mühendislik projelerine konu olmuştu.
İlk etapta misakı milli sınırları gayrimüslim nüfustan “arındırılmış”, bilahare devlet denetimli bir Müslümanlık anlayışı ile onun dünyevi taleplerine set çekilmiş, 36 ayrı etnisik nüfus Türk kimliği üzerinde konsolide edilmeye çalışılmıştır.
Şüphesiz bu uygulamaların pek çok ikna edici gerekçeleri vardır. Ancak her tercih esasında bir vazgeçiştir.

* * *

Dolayısıyla Cumhuriyet değerlerinin biçimlediği insan modeli laiklik kalitesine ulaşmasına rağmen kendi dini ve etnik kimliğine mesafelenmiştir.

Yazının Devamını Oku

İlknur Denizli

17 Nisan 2011
Turgut Özal iyi bir başbakandı. Bu tesadüf değildi. O koltuğa gelinceye kadar gerek, özel gerek kamu sektöründe en tepelerde yöneticilik yapmış, yanı sıra dış dünyada önemli görevlerde bulunmuştu.

Mevcut liderlerimizin de geçmiş kariyerleri ve cari tecrübeleri ile makamlarını hak ettikleri aşikardır.
Esasına bakarsanız, üst seviyede siyaset son derece ciddi bir iştir. Zira icraatınızın sonuçlarından tüm ülke etkilenir.
Bu sebeple kritik kamu görevlerine heves gösterenleri katı bir gözle değerlendirmemiz gerekir.
Bu anlamıyla milletvekili adaylarımızın talip oldukları göreve ehil olup olmadıklarını sorguluyor olmamız icap eder.
İlkçağ düşünürü Platon, biraz da demokrasiye inançsızlığından olsa gerek, “filozof yöneticiler” önermişti.
Yoğun yaşanmışlığın getirdiği beslenmelerle olgun çözümlerin, sentezlerin sahibi olan bilge insanlardır onun yöneticileri...
Ancak hayat, bir takım arızalarının farkında olsak da en az sakıncalı yönetim biçiminin demokrasi olduğunu bizlere dayatmıştır.

Yazının Devamını Oku

Başkanların uslu çocukları

13 Nisan 2011
MEVSİMLERİN en güzelini yaşıyoruz. Yaşama dair kendimizi tazelediğimiz, sebepsiz mutluluğumuzun keyfini sürdürdüğümüz aylardır nisan, mayıs...

Yeşil eriğin tuza değdiği anlar, kazara giyilmiş yün çoraba acımasızca tasfiye duygusu yaşatırken, vefasızlığın yaşamın temel gerçeği olduğunu hatırlatır bizlere.
Esasına bakarsanız, baharda siyaset de işte tam böyle bir şeydir. Geçen pazartesi tüm ülkede milletvekilleri adayları belli oldu. Bermutad, son derece dar bir çevre kendinden menkul “basiretleri” ile yeni dönem parlamento profilini onayladı.
Aylardır kim yakışır, kim liyakatlıdır diye yaptığımız tartışmalar, listeler açıklandığında “çöp” oldu.

* * *

Galiba demokrasi öncelikli olarak şahsi egoların törpülenebildiği şövalye kaliteler gerektiriyor.
Her nasılsa yetkilemiş yapıların bir engizisyon mahkemesi şehvetinde sadece kendinden olana ön açtığı bir anlayış, herhalde idealize ettiğimiz “değişimi” yansıtmıyor. Galiba parlamentonun böylesi bir karambolle belirlenmesi ile demokrasi kalitesi arasında “müstahak” kelimesi ile ifade edilen bir üst üste oturmuşluk hali var. Hiçbirimiz aslında, böylesi Meclis’in demokrasinin belkemiği olduğuna inanmıyoruz.

* * *

Bağlı olarak başkan, “uslu çocuklarını” seçerken zihinsel nepotizm tavan yapıyor.

Yazının Devamını Oku

Paslı vita teknesi

10 Nisan 2011

F. Kafka’nın bir sözü vardır.
“Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum...”
Esasına bakarsanız, herhangi bir konuda çabası olanların en önemli dertleri kendilerini ifade etmekte zorlanmalarıdır.
Örneğin; Çetin Altan, olumsuzlukları kendi dışındaki koşullara bağlayıp sorumluluklardan kurnazca sıyrılanlara tepki olarak, düşüncülerini hep ekstreme çekerek anlatmaya çalışırdı.
Hatırlayınız, onun Anadolu’sunun köylerinde tenis kortları vardı, evlerde kızlar piyano çalardı.
Bizler kolayından ona yüklenirken, o toplumun fertlerinin kendi yaşam kalitelerine sahiplenme gereğine işaret ederdi.
Yaşadığımız kente dair beklentilerimizi oluştururken, bu anlamıyla hayallerimizi zorlamamızın bir sakıncası yoktur.

Yazının Devamını Oku