Doğrudur.
Ancak, özellikle kış aylarına geldiğinizde, bu benzetmeye rahmet okutacak tarzda, hayatın birden bire yükselen temposu, bize “Ne zaman oldu da pazartesi başlayan hafta aniden cumaya geliverdi” dedirtiyor.
Yani, ömürler geçiyor, gerekli gereksiz koşuşturuyoruz, her türden, her seviyeden bir “anlam” değerlendirmesi yapmıyoruz.
Bizi esir almış “dünyevi kaygılar” sanki tartışılmazımızmış gibi geliyor.
Hep söylediğimiz bir şey var. Bizler refahla mutluluk kavramlarını birbirine karıştır hale geldik.
Kendimiz ve yakınlarımız için istediğimiz yaşam standardını sanki varoluşumuzun sebebi addediyor, vazgeçilmezimiz sanıyoruz.
Yaşı 40’ların üzerinde olan “bir şeyleri becermiş ve yorgun beyler” lütfen hatırlayın.
Bakınız, hiçbir demokrasi herhangi bir siyasi partiye sürgit prim vermeye devam etmez.
Bu Ak parti için de geçerlidir. Ancak orta vadede bu böyle gözükmemektedir.
Ak parti 2002 yılından itibaren hiçbir seçimi kaybetmedi. Ötesinde, oyunu sürekli artırarak yüzde 50’lere geldi. Kamuoyu anketleri bugünler için yüzde 55’lerden bahsediyor.
Diyeceksiniz, bunun sınırı nedir? Bu oran 65-75’lere tırmanır mı?
Bizim düşüncemiz; “olmaz”.
Normal koşullarda beklenen, muhalefet partilerinin ivme kazanmasıdır. Kendi seçmeni de dahil olmak üzere kimsenin, iktidar olmaya dair CHP’den ümidi olduğunu zannetmiyorum.
Meseleyi yumuşatmak için “en azından önümüzdeki seçim” falan da demiyoruz.
Bu durum, kendince bir denge tutturmuş, ezberlere yaslanmış fikir dünyamızda derin çalkantılara sebep oluyor.
Başlangıç tepkilerimiz hep sert esiyor, sonrasında “acaba” filizleri zihnimizde tohumlanıyor.
“Vicdani ret” olgusu da bunlardan biri.
Vicdani ret; politik, dinsel, entelektüel sebeplerle askere gitmeyi kabul etmemek demektir.
Modern zamanlarda batı toplumlarının hemen hemen tamamında bir hak olarak tanınmış ve yasal bir çerçeveye büründürülmüştür.
Türk toplumu bu kavramla ilk defa Müslüman olduktan sonra Vietnam’a savaşa gitmeyi reddeden Muhammed Ali sayesinde tanışmıştı.
Onun tavrı, bir yönüyle, savaş karşıtlığının ötesinde, etnik ve dinsel karşı çıkış, bir duyarlılık çağrısı, ezilenler dayanışması, Gandi’yi hatırlatan bir pasif protesto idi.
Bir kente karakteri, onun tarihi, tabiatı gibi unsurlarının yanı sıra onları bütünleyen, yaşayan, yaşatılan, oluşturulan, desteklenen cazibe odaklarının sayısı ile değerlendirilir.
Bu anlamıyla bakıldığında, kentsel dönüşüm heyecanı yaşayan kentimize dair bu neviden her öneri “Akdeniz’in incisi İzmir” ülkümüze bir katkı mahiyeti taşır.
Elimizdeki kent değerleri envanterine bakıldığında Kadifekale, Agora, Kemeraltı aksı işlenmeye muhtaç ham bir mücevher gibi orada durup duruyor.
Büyükşehir belediyemizin ve bazı STK’larının bu aks ile ilgili aldıkları mesafeyi biliyor ve takdir ediyoruz.
Bölge bir yandan rehabilite edilirken, eş zamanlı olarak oraları renklendirecek küçük “hoşluk”larının da planlanıyor olması gerekir.
Aklımıza gelen bir öneri “Koleksiyonerler Mahallesi”dir. İzmir, bireyselleşmenin lezzetlendirilmiş hali olan “hobi”lerin derin yaşandığı bir yerdir.
Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda bir sokak hayal edin. Belediyenin imkanlarıyla ile restore edilmiş ve koleksiyonerlere tahsis edilmiş birbirinden farklı mekanlar...
Uğur Yüce böylesi bir kişi.
Geçenlerde “Ege’de son söz” adlı internet gazetesinde Gönül Soyoğul’la gerçekleştirdiği röportajda İzmir’e yönelik “açık şehir” projesini dillendirmişti.
Açık şehirler ticaretin olabildiğince liberalleştirildiği ve birtakım kamusal teşviklerle desteklendiği özel bölgelerdir.
Özellikle Uzak Asya’da pek çok başarılı örnekleri yaşanmıştır.
Pek tabii bir yerin serbest şehir olabilmesi uluslararası ticari kurallar yönünden bazı zorluklar içerir.
Bu neviden yerler, deyim yerindeyse “torpilli” bölgelerdir.
Bu anlamıyla haksız rekabet şimşeğini üzerine çekerler.
Ancak insan üst kimliği üzerine inşa edilen modern zamanlar, aynı insanın mutluluğunun alt kimlikleriyle uyumlu bir dengede biçimlendiğini görüyor, hissediyor ve gereğini yapmaya çalışıyorlar.
Hayatın aktığı yer, materyal refaha kavuşma baskısının zaten yeterince yorduğu insanların, hiç olmazsa kendiyle barışık, alışkanlıklarının konforundan istifadeyle soluklandığı, anasının kuru fasulyesinin tadında şımardığı bir altın dengeye ulaşmaktır.
Birey olabilmek, birey olmanın özgüvenine kavuşmak, hiç şüphesiz evvel emirde, hazmedilmiş, doya doya yaşanan, doya doya yaşamaya devam ettiğimiz alt kimliklerimizin üzerinde filizlenebilecek bir kalite.
Cumhuriyetimizin kurucu iradesi, çağdaş toplum hayalinde bu işlerin kestirmeden yapılabileceğine inandı.
İnsanın sosyo-psikolojik bütünlüğüne pek değer vermedi.
Planlamakla “batılı” olabileceğini varsaydı.
Bugün, zorlamayla şişirilen lastik hava kaçırıyor.
Sen tasarruf oranını yüzde 3’e indir.
El kesesinden bey gibi yaşa.
Tembellik oskarlarını kimseye bırakma.
Elalemin üstüne yıkıl, habire borçlan.
Hesap vakti geldiğinde, üstelik pek bir asabileşerek, celalleşerek, yavuz hırsız hallerine kalkış.
Hani, mazlum, bükük, rollerde olsan ihtimal yine kandıracaksın.
Bu tam bir pişkin batakçı fotoğrafıdır. Kimse bunu kabullenemez.
Nice aydınlarımız (!) vardır ki, kırk yıldır, bozulmuş plak misali aynı söylemi tekrarlar durur.
Kendisine sorarsanız pek bir tutarlıdır, omurgalı davranmaktadır. Oysa öyle bir hayatın içindeyiz ki. Doğru bildiğimiz her şey, ilave gelen her veriyle sürekli yeniden tanımlanıyor, zihinsel evrim aydın namusunun vazgeçilmezi oluyor.
Atilla İlhan, döneminin şairlerini, “tembel ve alkoliktir” diye yaftalar ve toplumsal sorunlara katkı koyabilme kapasitelerini sorgulardı.
Onların bohem ve aykırı görüntülerinin fayda odaklı sonuçlar üretmeye yetmediğini teşhir ederdi.
Esasında, mesele sadece sanatçılarla sınırlı değil. Bugün medya dünyasından akademik ortamlara, değişen dünyayı izleme ve kendini yenileme kaygısı duymayan pek çok insan “aydın” sıfatıyla ortada dolaşıyor ve kendi çaplarında bayat klişelerle toplumu etkilemeye çalışıyor.
Böylesi insanların ortak bir davranış kalıbı olduğunu gözlüyorsunuz. Bunların; bilgileri az ve fakat teşhisleri o ölçüde hızlı ve nettir.
Bir vesile, o net ve tartışmasız kanaatleri kantara çıkarsa, eş zamanlı olarak “asabi” bir görüntü vermeye başlarlar. Sekterlik fikir zafiyetlerinin badanasıdır adeta.