“Saat Kulesi” ya da Karşıyaka’daki “Anıt” açık söylemek gerekirse, kifayet etmiyor.
Hani gönlümüzden geçen, kente ilk defa gelenlerin bile hemen fark edebileceği, kartpostallarımızın baş köşesine kurulacak bir özel “eser yapı”dır.
Bugün körfez çanağı üzerindeki en kıymetli yerler “Pasaport İskelesi” ve “Konak Pier”.
Bizler bu iki özel yerin bile yeterince farkında değiliz.
Özellikle Pasaport binası bu kentin “unutturulan tarihi”nin en nadide parçalarından biridir.
Hak ettiği özen gösterilmediği için kendi halinde yaşayıp gidiyor, bu haliyle hiç birimizin “içini kıpırdatamıyor”.
İstanbul’da bir yürüyüş yapılmıştı.
Katılımcılar toplumun en marjinal kesimleriydi.
LGBTİ+’lerden hayat kadınlarına, kocalarından eziyet görmüşlerden, feministlere, bermutat her yıl olduğu gibi bir duyarlılık oluşturma çabasıyla, maalesef “Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya” çalıştılar.
Ama her şeye rağmen tüm dışlanan ve yok sayılanlar adına, onların sorunlarını gündemde tutma kararlılığını gösterdiler.
Bu insanlar insancıl taleplerini kaba ve kışkırtıcı sloganlarla ifade ediyorlardı.
Adeta kendi gardını düşürerek ringe çıkan boksörler gibi, toplumun onları yaftaladığı unsurları, huzursuz edici pankartlarına taşıyarak kolay eleştirileri ucuzlatıyorlardı.
İzmir, bu yönüyle ülkenin yıldız kentidir.
Buralarda Girit, Selanik, Rum, Boşnak, Arnavut, Çerkez yemek kültürlerini doyasıya yaşarsınız.
Hiç şüpheniz olmasın Anadolu Mutfağı da tüm görkemiyle mahalle aralarına sıkışmıştır.
Hele durun birkaç yıl sonra Suriye gastronomisi de denkleme dahil olacaktır.
Bu yazıda “döner”cilerden söz etmek istiyoruz.
Bizim kuşak “döner” deyince, 1970’lerin Karşıyaka’sında “Baba” lokantasını hatırlar. Pek tabii, Kemeraltı’na inilince “Atıf” da unutulmazımızdır.
İzmir’de Ege Mahallesi dünyanın en büyük Çingene yerleşim yerlerden biridir.
Burada yoksulluk ve eğitimsizlik kol gezer.
Ama Kadifekale sırtları ya da Agora’nın arka sokakları gibi bu kente göçle gelenlerin geçici kullandığı türden çöküntü alanları değildir, Ege Mahallesi.
Buralarda “fakirlik, dışlanmışlık, yok sayılmışlık” gibi acıtıcı kavramlarla sentezlenmiş çok özel bir kültür yaşanır.
Romanlar; kendi değerleri, gelenekleri, hayatın zorluklarını bir gülümseme ve neşe bulutunun arkasında yaşamaları ile kendi kendilerine yetebilmeyi eşsiz bir zanaat haline getirmişlerdir.
Bu anlamıyla bu toprakların diğer tüm kültürlerine yapıldığı gibi bu özel rengimizi hoyratça eritmeye çalışmamamız gerekiyor.
İstanbul Sulukule rant uğruna bitirildi.
Mutfak By Nazlı. Menemen yolu üzerinde Ege Kent 2’de, ara sokaklara sıkışmış bir küçük lokantadır Nazlı Hanım’ın mekanı.
Nazlı Hanım gastronominin kutsal topraklarından. Bir Adanalı...
Öğlen servisi veren mekanda inanılmaz lezzetler karşısında şaşkına dönüyorsunuz.
Çıtır mantı, fellak köfte, humus, içli köfte, kuru patlıcan dolması, sarma, kırmızı köz biber ezme, narlı pancar salatası, zeytinyağlılar derken “bu dünyada ilave mutluluk imkanı kalmadı” hissiyatı ile dükkanı terk ediyorsunuz.
Hani bir söz vardır, “Abartıyorum çünkü anlaşılsın istiyorum.”
Mutfak By Nazlı böylesi bir mekan.
Sayın Bahçeli ve Cumhur İttifakı’nın yetkilileri de aynı şekilde bu seçimlerde kendilerinin başarılı olmalarını ülkenin bekası açısından şart görüyorlar.
Beka kavramı “akan suların durduğu” çok önemli bir durumdur.
Hani beka meselesi söz konusu ise “seçimmiş, demokrasiymiş” gibi hususlar ikinci plana düşer.
Daha doğrusu bu durumu seslendirenlerin ses tonu insanlara “beka”yı böyle algılatıyor.
Yani, seçmenlere ve muhalefete verilen örtülü mesajla, “doğru kişiler seçilmezse, kusura bakılmasın itiraz edilir” hissiyatı geçiriliyor.
Şimdi kampanya dönemi.
Hani katılaşmış siyasi tercihlerimizi ne ölçüde etkiler bilemiyoruz, ama yerel seçimlerde daha ziyade projelerin değerlendirilmesi gerekir.
AK Parti Nihat Zeybekci ile kapsamlı bir proje sunumu yaptı.
Hakikaten iyi organize olmuş, görkemli bir sunumdu ve çok sayıda yatırım vaat edildi.
Projelerin bir kısmı merkezi hükümetin katkısı ile gerçekleşecek türdendi.
Satır arası, “bizi seçin, merkezi iktidarla uyum kente kazandırır” mesajı da verilmiş oldu.
Bu yönü itibariyle kurucu felsefemizin karakteri “anti emperyalist”tir.
Beri yandan, ideolojik olarak “laik tabanlı pozitivizm” benimsendiği için aynı zamanda yüzümüz 1830’lardan beri Batı’ya dönüktür.
İşte bu karışık duruşu, onu siyasi planda temsil eden CHP’nin gelgitlerinde de gözleyebilirsiniz.
Mesela CHP, Avrupa Birliği konusunda bile hep bir temkin içindedir.
Aynı CHP başta Kürtler olmak üzere etnik ve muhafazakar kimliklerin sorunlarına “buzlu camın” arkasından bakar.
Ama yeri gelir gerçek manada sosyal demokrat bir parti olmaya özenir.