Size mantıklı ve geçerli cevaplar verebiliyor, insan gibi konuşabiliyor. Ancak, tabii ki bir sezgisi ya da yaratıcı zekâsı yok. Belleğine kayıtlı tüm verilere anında ulaşarak cevap üretebiliyorlar.
Google da Gopher programıyla 280 milyar parametreyi “derin öğrenme” iddiası ile hazırlanmış durumda. Bu programlardan; dil öğrenimi, araştırma ve yazma, eleştirisel düşünme, problem çözme, özel rehberlik gibi konularda istifade sağlanabiliyor. Chat GBT’nin 3,5 versiyonu ABD’de doktorluk sınavında “pratisyen hekim” ünvanına erişmiş. Yine bizim KPSS sınavlarında 4 sözel sorunun 3’ünü doğru cevaplayabiliyormuş. Bu makinenin kimi durumlarda kötü niyetlilerin işini kolaylaştırdığı biliniyor. Bu yüzden ABD’de bazı eyaletlerde yasaklanmış.
Yapay zeka programları İOT (nesnelerin interneti) ile, örneğin ev zekasını devreye alarak, maliyet düşürücü tavsiyeleri kullanıcılara sunabiliyor. Gençlere tavsiyemiz; yapay zeka ile ilgili meslekler fırsat barındırıyor.
Veri giriş, veri işleme, imalat, montaj, ulaşım, lojistik, müşteri hizmetleri, perakende... Akla ne gelirse, artık yapay zeka hayatın her alanında olacak.
Diyebilirsiniz ki, kişisel verilerinizin bir yerlerde birikiyor olması bambaşka tehditlere yol açar. Pek tabii bu konu bahsi diğerdir ve çok uzun tartışmalara muhtaçtır.
----
Bu ülkede yaratılan katma değerin takribi yüzde 25’i devlete aktarılır. En önemli kalem “vergi”dir. Karşılıksız ve zorunlu bir ödeme olan vergi, yerinde kullandığı takdirde bir vecibe olarak kabul görür. Düzgün vatandaşların siyasi iktidarlardan öncelikli beklentisi budur. Vergi afları bu iklimi bozan ve vergisini ödeyeni kandırılmış ve enayi yerine konulmuş hissettiren bir yanlış uygulamadır. Hele her yıl tekrarlanırsa getirilişindeki gerekçeler makul izah olmaktan çıkar.
EYT, zaten öteden beri bir yanlış uygulamaya bir geri dönüştür. 40 yaşında emekli olmak bir hak ihlalinin giderilmesi, kazanılmış bir hakkın korunması gibi değerlendirilemez. Hukuk; adil, makul ve ekonomik gerçekliklerle bir bütündür. Devlet imkanlarının popülist uygulamalara konu edilmesi, sonrasında tüm topluma ağır faturalar yükler.
Seçimlerden sorna ekonomiyi neler bekliyor, bu konuya ilişkin uzman yorumları hiç de iç açıcı değil. Esasında siyasi popülizm binlerce yıllık bir olgu. Hatırlayın, Demirel, Özal için “o ne veriyorsa ben 5 lira daha fazla vereceğim” diyerek bu durumun “nirvanası”sına ulaşmıştı. Demokrasi galiba böyle bir şey. Umarız vaatlerde ölçü tamamen kaçmaz ve tahribat toparlanabilir seviyede kalır.
------
LİPSOS
Romanlar bilindiği üzere MS 420 yılları civarında Pencap-Sind nehir havzasından çıkış yaparak İran ve Anadolu üzerinden tüm dünyaya yayılmış bir Hint-Avrupa halkıdır. Tüm dünyada milyonlarca Roman tarih boyunca dışlanan ve acı çektirilen bir halktır. Bu nedenle dünya toplumlarının bu özel insanlara kolay ödenemeyecek bir vicdan borcu söz konusudur. Memleketimizde de, bir görüşe göre 1 milyon kişiyi aşkın Roman yaşamaktadır. Bu arada “Çingene” ifadesi ayrımlaştırıcı olarak değerlendirildiğinden “Roman” tanımlaması tercih edilmektedir. Romanlar ülkemizde; müzisyenlik, çiçekçilik, kâğıt toplama, falcılık, otoparkçılık, faytonculuk, kalaycılık gibi işlerle uğraşırlar. Toplumun belki de en eğitimsiz kesimleridir. Herkes tarafından “eğlenceli insanlar” diye tanımlanmaları, bir “kapı gıcırtısından” bile oynamaya başladıklarının söylenmesi traji komik bir hüzün içerir aslında. Hayatlarını en zor koşullarda, büyük ölçüde dışlanarak, eğitime mesafeli ve günübirlik yaşama durumunda olan bu insanlar coğrafyamızın 1600 yıllık öz be öz asli unsurlarıdır.
KÜLTÜRLERİ KORUNMALI
Bugün ülke yöneticileri, dezavantajlı hale düşürülmüş Romanlar’ın sorunlarına eğilmek için, gecikilmiş olsa da çaba göstermeye başladı. Tabii ki bu çalışmaların bir samimiyet içermesi ve seçim malzemesi olarak görülmemesi icap ediyor. Romanlar’ın yaşam koşulları rehabilete edilirken onların yarattığı kültür de mutlaka özenle korunmak durumundadır. İstanbul Sulukule’nin rant uğruna yok edilmesi tam manasıyla sosyal ve kültürel bir faciadır. İzmir’de Romanların yaşadığı yerlerde yapılan “kentsel dönüşüm” çalışmalarında “yaşam biçimlerinin” zedelenmemesi için Tunç Soyer’in azami dikkat gösterdiğini izliyoruz. Romanlar’ın topluma entegrasyonu, onları asimile etmeden, ancak 21. yüzyılın koşullarına da uzak kalmamalarını temin ederek medeni gelir imkânlarına kavuşturulmaları çok önem arz ediyor. Bu insanların sabit bir görevde istihdam etmek yerine özgürlüklerini kısıtlamayan alanlarda desteklenmesi daha anlamlıdır. Örneğin, geleneksel müzisyenlik yetkinlikleri bu konuya ilişkin oluşturulacak “meslek okulları hatta yüksek okullarla” daha da geliştirilebilir.
ÜNLÜLER DERS VERMELİ
Bu noktada tanınmış Roman asıllı sanatçılarımızın ‘Fahri Doktor’ sıfatlarıyla ders vermeleri sağlanabilir. Hüsnü Şenlendirici’den Kibariye’ye bahse konu Roman şöhretler böylesi bir projede yer alabilir. Yine, çiçekçilik yapanlar için, özellikle Bayındır-Ödemiş yörelerinde üreticilerle koordineli “satış kooperatif” birliktelikleri oluşturulabilir. Romanlar son dönemlerde Meclis ve benzeri siyasi platformlarda belirli bir ağırlığa sahip olmaya başlamışlardır. Bu durum olumlu bir sürecin habercisidir.
Her yönüyle eşit ve özel insanlar olan Roman vatandaşlarımızı sevgiyle selamlıyoruz.
Demokrasi kültürünün yerleşik hale gelmesi bir süreci gerektiriyor.
Feodalitenin yaşandığı dönemlerde derebeyleri 1215 yılında İngiltere Kralı’na bayrak açmışlar ve bir antlaşma imzalamışlardı. Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) diye bilinen bahse konu belgede Kral John bazı yetkilerinden feragat ederek, yasalara uygun davranacağını kabul etmiş ve Baron’lara söz hakkı tanımıştı. Bilahare antlaşmaya sadık kalınmaması nedeniyle Papa III. İnnocentius belgeyi iptal etmişse de, bu olay bir yetki paylaşımı anlamında tarihteki demokratik kazanımların başlangıcı olarak yerini almıştır. Bugün Anglo Sakson diyarlarda dünyanın diğer yörelerine göre özgürlüklerin daha gelişkin olması böylesi bir bedel ödemenin göze alınması sonucudur.
Demokrasi kendisini en net manada “bütçe hakkı”nın nasıl belirlendiği ile gösterir. Halkın vergilerin nasıl kullanılacağı, monarkın bu yetkisinin ne ölçüde kısıtlanacağı demokrasi kitabının önsözüdür. Güncele dönersek;
1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi genç cumhuriyetin nasıl bir ekonomik model uygulayacağının bir kritik karar toplantısıydı. İşçi, çiftçi ve tüccar kesimlerinden oluşturulan delegelerle, tüm dünyaya mesaj verilmişti.
Bugün, ülke özel sektörü, her türden devletçi politikalara rağmen ekonominin lokomotifidir. Hal böyle olmakla beraber, ülke kaynaklarının kullanımında çok sınırlı söz sahibidir. Devlet, cumhuriyet dönemlerinde de tek başına bütçenin karar vericisi olma alışkanlığını sürdürmektedir. Son yirmi yılda vatandaşların devlete ödediği vergi, takribî 2,761 milyar dolardır. Bu tutara sair kamu gelirleri dâhil değildir. Ülkenin tüm sivil kesimleri bu gelirlerin paylaşımında izleyici konumundadır.
Sayın Bakan geçenlerde “ekonomi yönetimi devletin işidir” anlamında bir yaklaşım ifade ederek, bir “had” tanımlaması yapmıştı. Oysa Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı artık “bütçe hakkı” ve temel ekonomik kararların sivil toplumla paylaşmasını gerektiriyor. Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Kongre de bu amaca hizmet etmeyi hedefliyor.
Ekonomi politikalarına dair uygulanabilir ve rasyonel bir yol haritası, ekonomi bileşenlerinin katkısı ile gerçeklik kazanabilir, aksi durum, bu ülkenin niye bir Güney Kore gibi mesafe alamadığının hazin izahı olur.
Toplumların hayatında ülkeyi yönetecek iktidarlar her daim çok önemli olmuştur. AK Parti 20 yıl boyunca ülkeyi yönetti. İktidar süreci boyunca otoyollar, köprüler, tüneller başta olmak üzere pek çok yatırım ülke envanterine dahil oldu. Ekonomik anlamda takribi 700-800 milyar dolarlık bir milli gelire ulaştık. Arada geçen süreçte hep birlikte devletimize 2,761 milyar dolar vergi ödedik. Siyasi planda demokrasinin yerleşik hale gelmesinde engel olarak görülmüş askeri vesayet etkisizleştirildi. Ancak hayal edilen demokrasi konusunda alınacak mesafelerin olduğu biliniyor. Dış politikada Ak Parti iktidarı her zaman “pragmatik” oldu. An itibari ile 150 yıllık “batı” yürüyüşünün gözden geçirilmeye karar verildiği gözüküyor. Sosyolojik anlamda, her ne kadar bir “kutuplaşma” olgusundan söz edilse de, en azından baş örtüsü gibi konularda, muhafazakâr-seküler çekişmesi gündemden çıktı. Ancak bu kesimler arasında toplumsal yumuşamaya artan ölçüde ihtiyaç devam ediyor. Aynı şekilde, bir ara çözümleniyor diye umutlandığımız “barış süreci”nin kesilmiş olması, ileriye yönelik iktidarlara görev yüklüyor. 2023, özellikle “çevresel” konularda tüm dünya ile birlikte farkındalığımızın, daha da artacağı bir başlangıç yılı olmalıdır.
Ve en önemlisi 2023 Cumhuriyet’in 100’üncü yılı olacak.
Esasında temsili monarşi ya da cumhuriyet şayet “demokrasi” sindirilmemiş ise çok fark etmiyor. Dünyada “otokratik cumhuriyetler” olduğu gibi, İngiltere örneğinde demokratik “monarşiler” de söz konusu.
Cumhuriyetin toplumumuza kazandırdığı en önemli kalite hiç şüphesiz “laiklik”.
Hayat ilave gelen her bilgi ile doğru bilinenleri yeniden tanımlıyor. Bu anlamıyla “laiklik” toplum yararına değişim olgusunu kavrayan en temel ilke. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında ihtiyacımız olan toplumsal huzuru asgari müştereklerimizi ön plana çıkartarak oluşturmalıyız.
Tüm bir dünya ailesinin iyi anılan, örnek gösterilen bir üyesi olacağımız yılların başlangıcı olması umuduyla 2023 yılına hoş geldin diyoruz.
Bu yüzden de ayrı partiler.
Siyasi oluşumların amacı iktidar olmaktır. Mevcut sistemimizde “iktidar temsili” cumhurbaşkanlığı ve parlamento üzerinden şekilleniyor. Her parti ülke yönetiminde söz sahibi olmayı hedefler. Yeterli seçmen desteği yoksa diğer partilerle bir ortak paydada buluşmaya çalışır. Böylesi zeminlerde herkes göreli ağırlığını artırmaya gayret ederken ölçüsüz bir ısrara da düşmemeye özen gösterir. Sorumluluk gerektiren böylesi ortamlarda liderler; rasyonel bir tutum, soğuk ve sorumlu bir akılla hareket etme durumundadırlar.
Partili seçmenlerin karar vericilere baskısı genelde tepkiseldir, uzlaşmaya dayalı tavizleri sindirmekte zorluk çekerler. Ancak ortak kararlar makul gerçeklikler üzerinden oluşma durumundadır. Aksi takdirde uyumsuzluk yeşerir ve sürdürülebilirlik zedelenir. Bu anlamıyla 6’lı Masa’nın cumhurbaşkanı adayı, CHP’nin bastırmasıyla muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu olacak gibi duruyor. Diğer partiler, bu kabullerinin karşılığını, seçim kazanıldığı taktirde devlet yönetiminde ilave ağırlık kazanarak dengeleyebilirler.
GERÇEK DEĞİŞTİRİLEMİYOR
“Kılıçdaroğlu yüzünden seçim kaybedilirse” endişesi, an itibari ile bahse konu siyasi gerçekliği değiştirmeye yetmeyecek görünüyor. Çok muhtemel Kılıçdaroğlu ile bu seçime girilecek ve sonuçlar hep birlikte yaşanacaktır.
Bu senaryoda CHP liderine dair tereddütlerin aşılma çabası 6’lı Masa’nın diğer liderlerine de düşer.
Bu oluşum mutasavver bir koalisyon ortamı. Her partinin oy sıkleti oranında adı koyulmamış bir ağırlığı var. Her ne kadar eşit olduklarını söyleseler de realite böyle tecelli etmez. Bu sebeple Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde CHP’ye rağmen bir sonuç oluşması beklenemez. CHP, öyle anlaşılıyor ki Kemal Kılıçdaroğlu ile seçimi kazanacaklarına inanıyor. İyi Parti’nin İmamoğlu’nun adaylığına yönelik olumlu yaklaşımına, Kılıçdaroğlu “parti içi meseledir, karışamazsınız” uyarısı ile mesafe koydu. Ancak Meral Akşener “İstanbul’u birlikte kazandık, İmamoğlu’nun patenti hepimizindir” mealindeki itirazından an itibari ile vazgeçmiş değil. İyi Parti’nin İmamoğlu ısrarının sebebi, onun Karadeniz, İç Anadolu, hatta Kürt seçmenlerine çok ters gelmeyecek bir profil olarak düşünülmesi, kıyı seçmenin de zaten “cepte” olarak değerlendirilmesinden kaynaklanıyor. Nitekim anketler de bu durumu teyit ediyor. Ailesinde hem seküler hem de muhafazakâr motifler olması da ayrı bir avantaj olarak düşünülüyor.
LİDERLERDEN OLMALI
Kılıçdaroğlu öteden beri “aday 6’lı masa liderlerinden olmalıdır”, diyerek, bir anlamda kendisini işaret ediyor. Meral Akşener’in adaylıktan feragat etmesi ve diğer liderlerin küçük partilerin temsilcileri olmaları Kılıçdaroğlu’nun elini güçlendiriyor. Kılıçdaroğlu bu tavrını sürdürürse “Masa” dağılır mı? Fatih Altaylı’nın anlattığı fıkranın tam yeri. “Temel ve Dursun Trabzon’dan yüzerek Amerika’ya gitmeye karar vererek yola çıkmışlar. Derken New York kıyılarında Özgürlük heykeli uzaktan görünmüş , ancak Temel “ben kesildim, pes, geri dönüyorum”, demiş. Mamafih, İyi Parti’nin Masa’yı terk etmeyeceğini Akşener İzmir’e geldiğinde zaten çok net şekilde ifade etmişti. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkanlar geçmiş seçim karnesinin pek iyi olmaması, bölgesel ve mezhebi kimliği, kariyerinde sadece devlet memurluğunun olması gibi sebepleri belirtiyorlar.
YEREL SEÇİMDE KANITLADI
Kılıçdaroğlu tecrübeli bir siyasi. Son yerel seçimlerde ki birleştiriciliği ile başarısını kanıtladı. Makul bir bakışla mevcutlar içerisinde adaylığa en yakın kişi olduğu aşikar duruyor. CHP’de İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a dair; siyasi pratiklerinin yeterli olmadığı ve birçok yönden cumhurbaşkanlığı için “Kapalı Kutu” oldukları ifade ediliyor. Kaldı ki, İmamoğlu’nun yargısal kararla riskli aday haline gelmiş olması da bir realite. Cumhuriyet halk Partisi’nde Kılıçdaroğlu için; Millet İttifakı seçmenlerinden bir fire olmaması halinde, HDP seçmenine daha yakın gelebilecek aday konumuyla ve sürpriz bir “dip dalga” rüzgarıyla şansının çok yüksek olacağı değerlendiriliyor. Günün sonunda her kim üzerinde uzlaşılacaksa, belirsizliğin uzamasının giderek adaya zarar verdiği gerçeği de nazara alınmalıdır.
Hele bir devletin kuruluşunda ilmek ilmek örülen tarihsel olgular 100. yıllarını tamamlanmak üzere ise bu hassasiyet doruk noktasına ulaşır. Hatırlarsanız, 9 Eylül’de İzmir’in işgalden kurtuluşunun 100. Yılı muhteşem bir organizasyonla kutlanmıştı. Şimdilerde Cumhuriyet’in ilanına giden süreçte çok önemli kilometre taşlarından biri olan İzmir İktisat Kongresi’nin 100. Yılı etkinliklerine hazırlanıyoruz. Bu amaçla gerek İzmir Valiliği, gerekse Büyükşehir Belediyesi bahse konu etkinliğe iki farklı cepheden özel bir değer katma çabası içindeler.
TARİHİ BİNA YENİLENİYOR
İzmir Valisi Selim Köşger’in yönetiminde, vaktiyle kongrenin yapıldığı, ancak yıkılmış olan tarihi bina aslına uygun inşa ettirilirken, 17 Şubat 2023’de başlayıp iki gün sürecek önemli bir etkinlik planlanıyor. Büyükşehir Belediyesi’nin hazırlıkları ise daha uzun erimli bir çabayla şekilleniyor. Bu çerçevede; ağustos ayında başlayıp şubat 2023’e kadar kesintisiz sürecek olan, günlük ekonomik meselelerden ziyade gelecek on yıllara sari bir yol haritası oluşturmayı hedefleyen, siyaset üstü bir çaba içindeler. Bu amaçla, aslına uygun bir formatla; çiftçi, işçi, sanayici, tüccar, esnaf ve sivil toplum temsilcileri ile, olabilecek en geniş temsile dayanarak seri toplantılar düzenleniyor ve ara bildirgeler oluşturularak kamuoyu ile paylaşılıyor. Sonrasında, bu belgelerin yetkin uzmanlar marifetiyle olgunlaştırılarak , nihayetinde geniş bir paydada belirlenmiş “Yüksek İstişare Kurulu” tarafından bir sonuç bildirgesine dönüştürülmesi amaçlanıyor.
GELECEĞE IŞIK TUTACAK
Tunç Soyer bu çalışmanın, “tarih, doğa, demokrasi ve değişim” konu başlıklarında, geleceğe ışık tutacak şekilde ve bir tarihsel sorumluluk anlayışı ile oluşturulacağını ifade ediyor. Neticede böylesi önemli bir yıldönümünün hem merkezi idare hem de yerel yönetimler tarafından sahiplenilmesi çok anlamlı, yararlı ve farklı ihtiyaçlara cevap veren çalışmalara vesile olmaktadır. Son olarak belirtelim ki, iki ayrı kurumun konuya ilişkin çalışmalarını bir rekabet ve çekişme gibi asla görmemek gerekir.“İzmir İktisat Kongresi” markası tabii ki devletimize aittir ve Valilik makamının böylesi önemli bir yıldönümünü değerine uygun şekilde kutlaması herkes için gurur vericidir. İzmir Büyükşehir Belediyesi ise esas itibari ile bir “kutlama” çalışması yapmamakta, siyaset üstü bir anlayışla ve ülkenin değerli akademisyen, kanaat önderi, tarihçi, sosyolog ve fütüristlerin katkılarıyla, daha da önemlisi; sendikalar, kooperatifler, TOBB, Türkonfed, Tüsiad ve çok sayıda sivil toplum ve benzeri kuruluşlarla bu ülkeyi gelecekte yöneteceklere bir rehber oluşturma misyonu üstlenmektedir. Bunu boyutuyla sivil toplumun ekonomiye dair inisiyatifi ele alma girişimi olarak değerlendirilmelidir. Bu çalışmanın en değerli yönü tıpkı kurucu iradenin 100 yıl önce yaptığı gibi iktisadi politikaların devlet bürokrasisinin tekelinden çıkartılarak toplumun sivil bileşenleri ile oluşturulma gayretidir. Bu sebeple çok ciddi bir karşılık görmesi sürpriz değildir.Emek veren kurumlara kentimiz adına teşekkür ediyoruz.