Yani bu kez önümdeki rapor YouTube’a ait.
Üyelik ve aidat ücreti olmayan sistemin dinamikleri, popüler müziğin ağırlıklı olarak bu platformda dinlendiğini ortaya koyuyor.
Türkiye’deki en popüler videolar ise şöyle:
◊ Aleyna Tilki feat Emrah Karaduman
Yalnız Çiçek
◊ Mabel Matiz
Öyle Kolaysa
Rapor, rap müziğin Türkiye’de hızla yükseldiğini su götürmez biçimde ortaya koyuyor. En çok dinlenen şarkılar listesinde Ezhel’in “Geceler” ve Gazapizm’in “Heyecanı Yok” şarkıları ilk ikide. Onları Aleyna Tilki’nin “Yalnız Çiçek”i takip ediyor. Dördüncü sırada “İmkansızım”la yine Ezhel var. Beşinci sırada ise Canbay&Walker’ın “Elbet Bir Gün”ü... Özetle rap, 5’te 4 yapmış durumda.
Türkiye’de en çok dinlenen erkek sanatçılar ise sırasıyla Ezhel, Teoman, Sagopa Kajmer, Gazapizm ve Mabel Matiz. En çok dinlenilen kadın şarkıcılar listesinde Sezen Aksu, Dua Lipa, Sia, Sıla ve Simge yer alıyor.
Erkeklerden rap, kadınlardan Türkçe pop ve İngilizce pop dinlediğimiz bir gerçek.
2018’in en çok dinlenilen albümünde az önce bahsettiğim üzere Ezhel’in imzası var. “Müptezhel” birinci sırada yer alırken onu Dua Lipa’nın kendi adını taşıyan albümü, Mabel Matiz’in “Maya”sı, Edis’in “An”ı ve Yüzyüzeyken Konuşuruz’un “Akustik Travma”sı takip ediyor.
Devamında ise Imagine Dragons, Duman, Mor ve Ötesi ile Adamlar geliyor.
Spotify’ın henüz açıklamadığı datalar arasında çalma listelerine en çok eklenen şarkılar da var. Bu kategoride ise “Geceler” (Ezhel), “Heyecanı Yok” (Gazapizm), “Yalnız Çiçek” (Aleyna Tilki), “İmkansızım” (Ezhel) ve “Hiç Işık Yok” (No.1) ilk beşte.
Bu hafta kendimce küçük bir araştırma yapmak istedim.
Müzikseverlerin eğilimlerine yakından bakmak. Aklıma cin bir fikir geldi. Muhteşem dehamla (!) Instagram üzerinden anket yapmayı akıl ettim.
Hiç beklemediğim sonuçlarla karşılaştım.
Sabırla oylayan 162 kişi hem müzik sektörü içinden hem de düzenli müzik dinleyen başka işlerden kişilerden oluşuyordu.
Bakın onlar çeşitli sorularıma ne yanıtlar verdi:
Setlist mi, albüm mü
Setlist diyenler yüzde 46, albüm diyenler 54.
Setlist kelimesiyle kastım aynı sanatçının sevilen şarkılarından oluşan şarkı listesiydi. Kendimi setlist sever olarak bilirdim ama belli ki oy veren müzikseverler baştan sonra bir albüm dinlemekten keyif alıyor. Aradaki fark oldukça az, o yüzden bunu berabere sayıyorum.
◊ İstanbul’a headliner (konserin en büyük ismi) olarak geldiniz. Nasıl oldu?
- (Gülüyor) İnan ben de bilmiyorum. Türkiye’deki sevenlerim sürekli buraya gelmem konusunda çağrıda bulunuyordu. Ben de geleceğime söz veriyordum. İlk mesajlarından 2 yıl sonra ekibim nihayet İstanbul’a geleceğimi söyledi. Bu haberi birkaç hafta sır olarak tuttum, açıkladığım zamanki mutlulukları karşısında ben daha da çok mutlu oldum. Sevildiğinizi bildiğiniz bir yere ilk kez gitmek çok büyük bir heyecan. Olabildiğince çok yerde sevenlerimle buluşmak ve onları gerçek hayatta görmek çok güzel.
SAHİP OLDUĞUM HER ŞEYİ VERMEK İSTİYORUM
◊ Son albümünüz “Infection of a Different Kind”da feminist ve politik yaklaşımlarınızla kendisini çemberin dışında gören herkese kucak açıyorsunuz. Dünya böyle mi olmalı?
- Evet, kesinlikle şarkılarımdaki gibi olmalı. Bir kadın, gay ya da utangaç biri olarak doğduysanız sıkıntıdasınızdır. Çünkü dünya yüksek sesli olanları sever.Liderlere, politikacılara bak... Sınıfta bile daha çok konuşan, daha iyi notlar alır. Doğduğumuz şekilden dolayı utanmamalı ve kötü hissetmemeliyiz.
◊ Bence siz de onlardan birisiniz. Yani utangaç bir şekilde konuşuyorsunuz ama sahnede içinizden başka biri çıkıyor. Şarkıyı söylemiyor, şarkı oluyorsunuz.
- Sahneye çıktığımda bir şekilde beni izlemeye gelen insanlar görüyorum.Belki dans etmeye ihtiyacı var, belki beni tanımıyor bile ama iyi zaman geçirmeye gelmiş.Belki de benim gibi tuhaf bir insan (gülüyor).Ben de sahnede onlara sahip olduğum her şeyi vermek istiyorum. Hayatlarında yaşadıkları en güzel gecelerden birini yaşayıp öyle eve gitmeliler.Hüzünlü bir şarkı söylüyorsam da hareketli bir şarkı söylüyorsam da benimle duygusal bir yolculuğa çıkmaları önem taşıyor.
Ünlü yıldızlar DJ’lerle işbirliği yapıyor, hip hop elektronikle buluşuyor, rock müzik grupları popçularla sahneye çıkıyor.
Yazarken, yapılan müziğin türünü belirtmekte inanın sıkıntı yaşıyorum.
Bu konu geçtiğimiz yıllarda alternatif müzik yayını yapan internet sitelerinin de korkulu rüyası haline gelmişti.
Şöyle ki; popüler müzik yapan isimlerle alternatif isimlerin işbirliklerine sitelerinde yer verip vermemekte kararsızlardı.
Günümüzde ise neredeyse her albüm, birbiri üzerine katmanlı türlerle anılıyor. Dinlediğiniz müziğin “pop, indie, R&B, sythpop gibi türleri başarıyla harmanladığını” fark ediyorsunuz bir anda.
Bu da akıllara şu soruyu getiriyor:
Güney Kore’nin kültür turizmi konusunda en güvendiği konuların başında gelen müzik sektörü, (ki ülke politikası gereği genel bütçenin yüzde 1’i Kore kültürünün yayılması için harcanıyor) 5 milyar dolarlık hacmiyle sadece Asya ülkelerini değil Amerika’nın da sınırlarını zorlamamaya başladı.
PSY’ın “Gangnam Style” klibi bir anda dünyayı saran bir fenomen haline gelmişti. Başarının arkasındaki elementler ise klibi, danslar ve sözlerinde yer alan İngilizce kelimelerdi. Bu K-Pop’un görünen kısmıydı birçok müziksever için.
Son 10 yıllık dönemde 13-21 yaş aralığı zaten bu müzik türünü keşfetmiş, Koreli idolleri yakın takibe almıştı bile.
Zamanında birçok gençlik dergisi ilginin farkına varıp (daha doğrusu mail ve mektuplardan yorulup) posterlerini vermeye başlamışlardı.
Güney Kore’de tüm müzik grupları idol olarak geçer. En az beş kişiden oluşur, isimleri kısaltmadır ve nereye gitseniz aynı anlamı içerir. BTS gibi, EXO gibi, hatta ATEEZ gibi...
Grup üyeleri seçmelerle bulunur, dans ve oyunculuk eğitimi verilir, grup içinde bir görevi üstlenmesi beklenir. İdol denmesindeki bir diğer neden ise sevilen grubun giydiklerinden tavırlarına kadar anında trend olmasıdır.
8 bölümlük belgesel serisi, 150’den fazla orijinal röportajı barındırıyor. Teknolojinin müziğe, müziğin teknolojiye entegrasyonunu enine boyuna irdeleyen “Soundbreaking”, prodüktörlerle açılış yapıyor.
“Prodüktör nasıl bir vizyona sahip olmalı”, “Nasıl davranmalı”, “Sanatçıya nerede ‘Bu olmadı, daha çalışmalıyız’ demeli” gibi hayati soruları peş peşe sıralayan açılış bölümünde, dünyaca ünlü şarkıcı Quincy Jones şöyle diyor: “Prodüktör nazik ve diplomatik olmalı. Olması gereken noktaya gelinceye kadar stüdyoda tekrar almalı.” Belgesel için röportaj veren daha birçok isim de “Çok iyi şarkılar, kötü prodüksiyonlarla bitirildiler” diyerek bu bağımsız vizyonun önemine dikkat çekmiş.
Birçok sanatçının “Ben prodüktörle çalışmam, ancak kendi şarkılarımı kendim yazarsam anlaşma imzalarım” da dediği bölümde, bu seçimin sonuçlarını görüyorsunuz.
Yusuf İslam’da bu sistem işe yararken The Beatles’da prodüktörün varlığının hayati öneminin altı çiziliyor.
Peki, elzem midir prodüktör kullanmak?
İki farklı prodüktör algısı var: Prodüktörsüz de yapanlar. Yani şarkı sözü yazarı-besteci olanların duygularını karşıya aracısız geçirebilmesi durumu...
80’lerde “Gördün mü bilmem kim albüm çıkardı, Türkiye’de bir bende var”, “Kasedi var ama veremem” şeklinde baş gösteren, günümüzde “İnan sadece ben dinliyorum” narsistliğinde devam eden bu “sevdiğin müziği paylaşmama” hali devam ediyor.
Bu yazının ilham kaynağı ise kasım ayında yeni albümünü çıkaracak olan Can Kazaz.
Şarkıcı, geçtiğimiz günlerde Komplike Dergi için “Lütfen Ünlü Olma: Sadece Biz Bilelim” başlığıyla bir yazı kaleme almıştı.
Değindiği noktalarda kesin yargılarda bulunmaktan kaçınıyordu ama konuyu 12’den vurmuştu. İnsanlar neden sevdiği kişiyi objeleştirip bencillik yapıyordu ki? Kazaz, genel olarak sevdiği müziği başkasına dinletmek istememe halinin kibir olup olmadığını sorguluyordu. Peki ya “seni kendime sakladım”cılara başka bir perspektiften bakarsak...
Müziğine bayıldığınız isimlerin, sevdikleri işten para kazanması sizin elinizde. Onların müziklerinin elden ele dolaşması da sizin elinizde. Daha çok konsere çıkıp daha uzun süre müzik yapmalarına imkan vermek de yine sizin elinizde. Tüm bunlar müziklerini uzun vadede yapabilmeleri için sizin yaptığınız bir yatırım. Ya da yapmadığınız...
Kazaz yazısında “İnsan ünlü olduğu için kalitesizleşmez, zaten kalitesizse ünlü olunca bu görünür hale gelir” diyerek aslında belirli bir tanınırlığa ulaşmanın yararı olduğunun altını çiziyor.